Hani Başbakan Erdoğan demişti ya; "Devlet de geçmişte hatalar yaptı. Geçmiş hataları yok saymak, büyük devletlere yakışmaz. Büyük devlet günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürür. Geçmiş davalarla geleceği ipoteğe almamak lazım."
İşte bu sözlerden yola çıkarak hatanın iz sürücüsü olmak gerek.
Aslında belki de bu başlığa bir alt başlık da ekleyip; Jules Verne'nin "80 Günde Devri Alem" hikayesinden esinlenerek "80 yılda devri Türkiye" demek de gerekebilirdi.
Gerçekten de bırakınız 80 küsur yıllık Cumhuriyetin öncesi Osmanlı mirasını. Sadece Cumhuriyet dönemini dikkate alsak bile geçmişin muhasebesi çok anlamlı olur.
Ve bugünün barışında da çok şey ifade eder. Çok bilinen bir tabirdir. "Küskünler ordusu ile zafer kazanılmaz". Kazanılsa bile kazanılanın, yeneni de yenileni de belli olmayan Pirus zaferi olacağı bir vakıa!
İskân Kanunları
Bu günlerde 80. yılı tamamlanan Şeyh Said İsyanı ile ilgili bakın döneminin Şark İstiklâl Mahkemelerinin Savcısı Ahmet Süreyya Örgeevren ne diyor:
"Şeyh Said Kıyamı; sakin bir kış gününde dağların tepesinden kopup gelen çığ yuvarlandıkça cüssesi büyüyüp ağırlığı artan ve kütlesi büyüdükçe hızı çoğalan korkunç bir çığ... Önüne geleni ezip yıkan içtimai ve siyasi bir afet olmuştur."*
Savcı anılarında böyle diyor da isyan sonrasına bakıldığında öylesine bir afet ki, isyan esnasında dokuz bin civarında ev harap olur. 15 binin üzerinde insan ölür. Ve bölgeden 1925 sonrası İskân Kanunları ile büyük sürgünler yaşanır. Öylesine acı dolu isyan ve iskân sürgünleri ki sesi soluğu bu günlere dek taşınagelir. **
Doğrusu ben geçmişin muhasebesinin bugünün defterlerinde yapılması gerektiğine çok fazla da inananlardan değilim. Ama bir muhasebe, bir hesaplaşma yapılacaksa elbette "Büyük Devlet olmanın onuru" hataları yok kabul etmekten değil, hataları ya da doğru politika bilinerek yapılanları bugün ortaya serip yüzleşmekten geçtiğine inananlardanım.
Yüz sentten yüz milyar dolara!
Belki yakın tarih irdelenmeye kalkılırsa son üç askeri müdahale sonrası yaşananlar ortada. İşte 1960, 1971 ve 1980. En yakınından şöyle bir pencere aralanmaya kalkılırsa vahamet anlaşılır.
30 bin can ölmüştür. 3 milyon insan yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalmıştır. 3 bin dolayında köy boşaltılmıştır. Ülkenin yüz sente muhtaç olduğunun telaffuz edildiği dönemlerde borçlanılarak sağlanan 100 milyar dolar şiddetin bitirilmesi adına heba edilmiştir.
Sonuç ne mi olmuştur? Faili meçhullere kurban gidenlerin yakınları, göç edenler, köyünü boşaltmak durumunda kalanlar çareyi Avrupa Mahkemelerinin kapılarında arar olmuşlardır.
İşte bu noktadan hareketle; Sayın Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın geçmişle yüzleşmek ve devlet olarak hataları kabul etmek sözlerini çok anlamlı buluyorum.
Eğer bu ülkede Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi; özcesi bütün etnisiteleri barış içinde birbirinin hakkına hukukuna saygı ilkesi temelinde birlikte yaşayacaksa ciddi bir tarih bilincinden oluşturmanın zamanı gelmişte geçiyor. (ŞD/BA)
* Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklâl Mahkemesi. İstanbul. Temel Yay. 2002. sayfa 40-41
** Şeyhmus Diken. İsyan Sürgünleri. İstanbul. İletişim Yayınları. 2005.