Kıymetli hediyeler sunulur daha da önemlisi özgürlüğü bahşedilirdi; özgür olduğunu temsil eden bir de kılıç verilirdi. Böylece kuzeye kendi soğuk ülkelerine dönmek zorunda kalmaz; Roma İmparatorluğu'nun bol ışıklı ve sıcak kentlerinde özgürce seyahat edebilir ve istediği kente yerleşebilirdi.
Kıyasıya bir mücadele ve bir tarafın kaçınılmaz ölümünü seyrederek eğlenme!
Bugünden bakarak ilkellik olarak tanımlamak hayli kolay. Lakin Türk televizyonları da bu arena seyirlerinin bir başka versiyonuna soyunmuş durumda.
BBG evlerindeki yarışmacılar, bir araba sahibi olmak için Çin işkencesi tarzı mücadeleler, gönlünün beyaz atlı prensini arayan genç kızlar, başrolünü Semra hanımın çektiği bir başka grup TV arenalarında hep çatışma peşinde.
Programın ana konusu yarışmacılar arasında kavga, hakaret, dedikodu, birbiri gözünü oyma, ardından kuyu kazma gibi muhtelif çatışmalar. Katılanlar bir şekilde çatışma yaratıyor çünkü medya arenasındaki rolleri bu. Şu da belli ki gürültü-patırdı koparmadan bu programlarda boy göstermek olmuyor.
Yine aynı anlayışın bir parçası olarak her akşam ülkenin en yoksun ve en yoksul aileleri özel yaşamlarındaki problemlerini, çatışmalarını ve de maruz kaldıkları veya uyguladıkları şiddetlerini Serap Ezgü ve Yasemin Bozkurt'un arenalarında sergiliyorlar.
Ezgü ve Bozkurt bu arenada moderatör durumunda, onlara göre bir haklı aynı zamanda da kurban/masum durumunda olan ve de haksız olan bir taraf var. Bunlar da çoğunlukla alkolik baba, hovarda koca, başka adama kaçan hafif meşrep kadın, yaşamı zindan eden kayınvalide vs. oluyor.
Şiddetin arkasında yatanlar
Yani yaşananlar temel olarak ahlaki değerlere indirgenip; değer yozlaşması ve eksikliği olarak tanımlanıyor. Tüm tartışma ekseni bu çerçevede kalıyor. Oysa bu insanların yaşamdan paylarına düşen ve de sorunların kökeninde asıl bu olabileceği asla konu edilmiyor; tıpkı Roma İmparatorluğunda birilerinin özgürlüklerini edinmek için neden dövüşmek zorunda olduğunun o dönemlerde sorgulanmaması gibi.
Aile içinde veya bireylerin öznel yaşamındaki sorunların ekonomik, politik ve sosyal düzenle organik bağları vardır ama medya kolayda varolanla çatışmaya girmiyor.
Nihayet RTÜK'ten bu tarz program anlayışına bir tepki geldi. RTÜK başkanı kendi ifadesiyle uyarı niteliğinde bir basın toplantısı yaptı; öncelikle medya kuruluşlarında oto-sansür mekanizmalarının işlemesini istedi.
Aynı zamanda RTÜK'te de bir komisyon kurulduğunu Reality Show adı verilen program türlerinin daha sıkı bir denetim altına alındığını ve bir düzelme olmazsa ağır para cezalarının verilebileceğini belirtti.
Türk medyasının sözkonusu yayın furyasının uygulayıcıları ve de destekçi kalemşörleri bu açıklamadan hoşlanmadılar. Bu yayıncılık anlayışını basının içinden eleştiren gazeteciler de çıktı, onları tenzih ediyorum.
RTÜK'ün yasal çerçevesinin dışına çıkmakta olduğu, RTÜK Başkanı Fatih Karaca'nın buna hakkı olmadığı, üslubunun çok yanlış ve gereksiz olduğu ifade edildi.
Sıklıkla ardına sığınılan şu mesleki kod hemen yineleniverdi: "İfade özgürlüğüne müdahale." Söz konusu programlarda ifade özgürlüğünün salt kavga, çatışma ve şiddet eksenli geliştiği göz önünde tutulursa medyanın istediği özgürlük şiddet ve kültürel yozlaşmanın körüklenmesidir.
Toplumbilimciler ve uzmanlar toplumda özellikle büyük şehirlerde suç ve şiddetin arttığını belirtiyor. Sosyolog Ali Ergur ise bu gelişmenin nedenlerini şöyle açıklıyor:
"Şiddetin tırmanışında birtakım özel, konjönktürel nedenler olabilir. Hukuksuzluğun meşruiyetinden kolluk kuvvetlerinin görevlerini ifa etmelerindeki motivasyon düşüklüğüne dek yayılan geniş bir yelpazede tezahür etmektedir. Ancak bu özel konjönktürel nedenlerin dışında, daha sosyolojik bir düzlemde yapılacak bir çözümleme, bize Türkiye'nin kırdan kente göç ve kentlileşme süreçlerini henüz tamamlamadığını, yaşanan sorunların bu dönüşümünün bir belirtisi olduğunu gösterir." (1)
Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Kemal Sayar ise şöyle uyarıyor:
"Özel hayatı deşifre eden programlar, seyirciyi bir röntgencinin ruh sapkınlığına itmekle kalmıyor, topluma ve gençliğe olumsuz rol modelleri ve gayri ahlaki hayat tarzları dayatarak toplumsal çözülmeyi hızlandırıyorlar. Bizim toplumumuzun olmazsa olmaz bir parçası olan dayanışma ahlakı pespaye yarışma programları ve 'fettan olan kazanır' tarzı havailiklerle usul usul kaybettiriliyor. Kavga her zaman ilgi çeker, bayağı olan insanın ilgisini celbeder. Ama televizyon kamusal alandır ve orada belirli ahlaki ilkelere riayet etmek zorundasınız. Kavgayı izlenme oranını artırmak için kullanmak, toplumun ruh sağlığını dinamitlemek demektir. Türkiye televizyon kanallarında ne yazık ki tamahkarlık ve hırs, ahlakı ve toplumsal yararı önceliyor." (2)
Piyasanın belirleyici olduğu yerde
Toplumbilimcilerin uyarıları hayli önemli. Öte yandan medya profesyonellerinin "halk bunları izlemek istiyor ve biz de bu nedenle programları üretiyoruz" açıklamaları ise hiçbir rasyonelliği taşımıyor.
Her yerde ideal olan tabi ki medya kuruluşlarında meslek ahlak ilkelerinin uygulanması ve toplumsal yapının hassasiyetlerinin göz ardı edilmemesi yani medya kuruluşu içinde oto-sansür mekanizmalarının iyi kurulması; ne var ki tümüyle serbest piyasa dinamiklerinin belirleyici olduğu, basında çalışan fikir işçilerinin iş güvenliklerinin patronun iki dudağı arasına sıkışıp kaldığı ülkelerde program adına yapılanlar da birer pespayelik oluyor.
İşte bu nedenle ben de bu medyadan utanç duyuyorum. (İC/BA/EÜ)
1) Cumhuriyet, 12.Mart.2005
2) Zaman, 5.Mart.2005