Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın (Bayetav) ‘Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması’ başlıklı araştırması, kutuplaşmanın önündeki engellere ışık tutuyor, diyalog yollarına dikkat çekiyor.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır ve Bayetav Koordinatörü Prof. Dr. Ferhat Kentel, bir arada yaşamanın imkânını anlattı.
“Kutuplaşmayı aşacak bir siyaset inşa edilmeli”
“Temkinli tedbirli iyimserlik” diyorsunuz... Bu kavramdan bahsettiniz. Tam olarak ne kast ediyorsunuz?
Bekir Ağırdır: Bir kere o cümle siyasete dair bir cümle. Açıkça konuşalım. “Temkinli” veya “tedbirli” ne? Çünkü bir yandan böyle gitmemesi gerektiği hakkında bir fikri var artık toplumun. Ancak, siyaset ve sivil toplumun belli bir kısmı bir kutuplaşmanın içinde.
Dolayısıyla kimlikler üzerinden yaşanan kutuplaşma, üzerinden bir siyaset oyunuyla da seçim sonucu değişmiyor. Sonuçta, kimlik sayımı yapıyoruz.
O yüzden herkes bir yandan kendi yaşadıkları, çevresinde gözlediklerinden bir şeyin değişiyor olduğunu mayalanıyor olduğunu görüyor.
İktidar, çok açık kutuplaşma üzerinden ve kimlik oyunu üzerinden yürütecek oyunu. Bunu da gizlemiyor zaten. Ama muhalefettekilerin henüz bu kutuplaşmayı ve kimlik oyununu aşacak yeni bir siyaset üretemeyecekleri konusunda emin ve güven yaratmış değil.
Muhalefet, örneğin “her kimliğin bir temsilcisi olarak bir araya geldik ama ortak hayata demokrasiyi yeniden inşa edeceğiz” diyebilirdi ve işte o zaman kimlik meselesini hem tanıyan hem de aşan bir şey kurmuş olurdu. Henüz o kararlılık, o kafa netliği görünmüyor muhalefette.
"Toplum umutlu ama tedbirli"
Toplum bu durumdan nasıl etkileniyor?
Bekir Ağırdır: Onun için gidişata bakıyor insanlar. Gidişat içinde sistemin nerede tıkandığını da görüyor. Sistemin tıkandığını ve sürdürülemezliğini de görüyor.
Sadece ekonomik kriz bir yandan, pandemi bir yandan, Ukrayna savaşı, etrafında Türkiye'nin etrafında bütün riskler bir yanda. İnsanlar bunları görmüyor, anlamıyor değil. “Efendim toplum işte bilmez ilgilenmez” bilmez olur mu?
Bu ülkenin yüzde doksana yakını artık internete dâhil yüzde seksen ikisi sosyal medyaya dâhil, kasabalarında değil artık.
48 saat sonra radyo ajansından öğreniyor değil ki olan biteni. Bizatihi deneyimliyor, görüyor.
Şimdi bütün bu değişimin içinden bakıyor. Ve gerçekten bir yol haritası, bir ışık, önünde bir rehber yol şeyi görmediği için izi görmediği için de gidişattan değişeceğini hissediyor olsa da bundan emin olamıyor.
Onun için umutları ağır basıyor ama yine de emin değiller. Muhafazakarların partisiyle sekülerlerin partisi ya da Türkler partisinin Kürtler partisi konuşmuyoruz ki. Birisi bir devlet dediğimiz bir aygıt gücüyle bir taraftan yana taraf olmuş durumda. Ve taraf olacağı da anlaşılıyor. O yüzden de hani hem aktörlerin becerileri ve maharetleri konusunda hala tam ikna olmuş değil toplum.
Ayrıca iktidarın yapabileceği konusunda da bir kaygıyı hep taşıyor. Çünkü bir de deneyimi var 7 Haziran'dan 1 Kasım arasında olduğu gibi.
O yüzden hani hem iyimserlik var ama hem de tedbirli, temkinli
Dolayısıyla bizim gördüğümüz şey Türkiye'de evet kutuplaşma var bir yandan eksiliyor. Çünkü kültürel kimlikler arası olan gerilim, sınıfsal alanda güçlendikçe bunun harareti sınıfsal olan karşısında zayıflıyor.
Çünkü sınıfsal olan daha reel bir hayattan beslenen, öbürü soyut anlatıdan beslenen bir şey her şeyden önce. Onun için reel olan güncel olan buradaki soyutu basıyor hararet olarak. Ama ikisi de bir arada var hala bir yandan.
Bir şey daha değişiyor. Bizim o kimlikler arası kutuplaşma dediğimiz şey aşk ilişkisi bozulmuş durumda. Yani muhafazakârlar sadece bir partiye sekülerler bir partiye değil herkes kendi partilerini de eleştirel aynı zamanda.
Çünkü onların da kendini temsil etme konusunda sadece kimliğin içine sıkışmış olmasından rahatsız. Çünkü insanların başka dertleri var. Çocuğunda eğitim ihtiyacı var örneğin.
Yoksulluk…
Şimdi yoksulluk meselesi var. Dolayısıyla onların kapasitelerine de bakıyor. Ve orada bir değişim ışığı aramaya çalışıyor. Bütün bunlar olmayınca da temkinli bir yerde durmaya çalışıyor?
Kültürel olanın yanmasına sol olan yükseliyor olduğu kadar bir şey daha değişiyor ki toplum dünyanın nereye gidiyor olduğunu bütün kendi meselelerinden bu işin böyle süremeyeceğini de hissediyor bir yandan.
Korkulardan artık sıkıldı hep beraber. Yani hepimiz sıkıldık. Evet. Bir umutlanma ihtiyacı da kabarıyor. O umutlanma ihtiyacını şimdilik biraz temenniyle besliyor. Gerçeklikle bunun desteklenebilirse gerçekten yeni bir siyaset inşa
edilebilirse ülkenin sıçrama yapacağı gibi samimi bir umuda sahibim ben.
"Muhalefet umut yaratamıyor"
Peki muhalefet topluma sizce tam olarak bunu yaratabiliyor mu?
Bekir Ağırdır: Henüz değil. En sonda hepimizin bir arada yaşaması mümkün kılan yeni bir demokratik anayasayı, kurum ve kuralları oluştur ve o ortamı oluşturmak gibi görevler var. Diyebiliriz ki yani eksisi fazlasıyla, ayrı tartışılabilir ama 28 Şubat ve 12 Şubat'ta muhalefettekilerin açıkladığı metinler ideal olan neyi nasıl yapacakları konusundaki temel ilkelerde nelerde uzlaştıklarını açıkladılar. Tamam. Ama hala toplum şunu biliyor. Bir bu fikirlerin, ilkelerin toplumsallaşması, toplumun diline döndürülmesi, topluma ikna edilmesi, topluma anlatılması diye bir mesele var.
O siyasal güce ulaşmış olsa bile Anayasa’yı o ilkelere göre yapmak dediği şey bir buçuk, iki yıl.
Peki iki yıl ülke nasıl yönetilecek? Yani salı sabahı “Başkanı” seçtik. Telefon etti. S -400 mesleesini çözdü.
Ortada bir yönetilmesi gereken güncel mesele var. Ona dair hiçbir program yok henüz. Ve daha da öncesi bir adım var. Muhalefet doğru adayı bulacak ve o aday ve etrafındaki kadroyla bu güncelini nasıl yöneteceğini anlatacak ve bütün bu güncel nasihat edeceği ve ideal olan üzerinden de seçimi kazanabileceği duygusunu inşa edecek bir siyaset tarzı seçim kampanyası vs vs inşa edecek. Yani üç adımlı bir iş konuşuyoruz.
'Kavga dövüş olmadan sorun çözülecek mi? toplumun buna inancı yok'
Şimdi üçüncü adım ilan edilen şey, ideal üçüncü adım. Uzay boşluğunda ve çok muhtemel ki o maddelerinde bir kısmı toplumun yüzde doksanı evet der zaten. O ilkesel düzeyde. Bu araştırmada en azından onu teyit ediyor.
Evet. Ama günceli yönetimi ve de burada siyasete güvenin inşası diye bir mesele var. Çünkü muhalefettekiler ıskaladığı önemli sorunlardan biri şurada.
Bir toplum bu kadar reel sorun karşısında o kadar çaresiz hissediyor ki kendini. Siyaset marifetiyle bu sorunları kavga dövüş olmadan çözülebileceğine dair inancı eksik.
Yani hangi partiye oy vermesinden önce siyaset marifetiyle bu iş çözülür umudunu inşa etmekte bir mesele var.
Sonra onun içinden peki "bak o adres benim" diyeceksiniz. Ama önce bu bunu inşa bütün bu ilkeleri toplumsallaştırmanın siyaset tarzını üreteceksiniz.
Siyaset esnafıyla, sivil toplum ülkenin okumuş yazmışları entelektüel bu aktörler arasındaki güven meselesini inşa edeceksiniz ki toplumda bu kadrolara ve bu fikirlere güvensin. Şimdi o güven yok ortada.
Toplum, “Bunlar daha kendi aralarında mutabık değil. Bu işi nasıl halledeceğiz?” diyor. Mesele bu aslında bir yandan da düğümü çözen yer burası. Siyasete güveni karmaşa olmadan bu değişimi başarabileceğimizi topluma anlatmak.
"Bir arada yaşamayı siyaseten de desteklemek gerek"
Başlarken birlikte yaşama, bir arada yaşama tecrübesine değindiniz, imkânına değindiniz. Buradan hemen sizin araştırmaya dönmek istiyorum. Bir arada yaşayabilecek miyiz?
Ferhat Kentel: Teorik olarak işte böyle araştırma yapıyoruz. Bir sonuç çıkıyor. Evet orada bir şey var. Bu bir arada yaşama potansiyeli var. Bu bir bilimsel bilimsel bir veri sonuç olarak. Dünyanın en mükemmel en bilimsel araştırması demek istemiyorum ama sonuçta bir araştırma veriler de kıymetli.
İkincisi de tabii gündelik hayatta karşılaştıklarımı var. Ayrımcılığa maruz kalıyorsunuz. İşte onu polis dövmüş, buna işkence yapılmış ha bire umutsuzluk yaratan sonuçlar var. Umutsuzluğa düşme imkânı bir arada yaşama imkanımızın kırıldığını hissediyoruz. Orada da siyasi olarak alınması gereken bir tavır var. “Kardeşim buna rağmen birinde yaşarız” diyen bir siyaset tarzını geliştirmek gerekiyor.
Bunun hayalinin gerçekleştiği ya da bu hayali taşımak bence siyasi olarak olması gereken tavır diye düşünüyorum. Bu verilerle ve sosyolojik olarak kapasitenin olduğunu düşünüyorum. Görüyorum. Bunun bizzat savunulması, bunun iddia edilmesi gerektiğini de düşünüyorum.
Yani evet kardeşim ben o bir arada yaşama küçücük bir potansiyel bile olsa bu çevrelerin daha çok ses çıkarması ve onlara daha çok kulak verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Dolayısıyla evet yani bir arada yaşama kapasitesi olduğunu düşünüyorum ve bunun siyaseten de savunması gerektiğini düşünüyorum.
Sizin bu konudaki araştırmalarınız üzerinden ilerlemek istiyorum özellikle. Binlerce eve giriyorsunuz, binlerce insanla konuşuyorsunuz... Nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Bekir Ağırdır: Türkiye 2010’dan 2022’ye çok şey yaşadı. Bir sosyolojik olarak da gündelik pratikleri olarak da değer dünyaları olarak da Türkiye toplumu değişiyor.
Kimlikler üzerinden bakacak olursak bu değişime, kimlikleri monolitik değişmeyen vakalar gibi kabul etmek doğru değil. Çünkü bütün yaşananlar kimlikler de, sosyolojik her kümede dinamik bir yandan değişiyor. Hangi ölçüden, hangi matematik sayıdan bakarsanız bakın. Üç farklı nokta var aslında.
Şöyle anlatayım.
Yani siz yapılanı görüyorsunuz. Bu evden çıkmanız gerektiğinin de farkındasınız.
Ama karşı eve giderseniz “onlar beni aralarına almayacak ki sokakta bir de yağmurun ortasında kalacağım” deyip burada az ıslanmaya razı oluyorsunuz. Negatif kimliklenme dediğimiz durum.
Şimdi bizim gördüğümüz şey, bugün Türkiye'deki kutuplaşmanın bu negatif kimliklenmeye dönüştüğüdür bir kere. Artık pozitif tarafa eksildi her küme için.
İkinci gördüğümüz temel değişiklik, hayat tarzları gündelik pratik anlamında muhafazakârlar da kentleşiyor ve metropolleşiyor. Sadece muhafazakârlar değil Kürtler de yani Kürt siyasetindeki arkadaşlar ne kadar farkındalar bilmem ama Kürtler de metropolleşti. Kürtler de değişiyor. Artık öyle aşiret geleneği, bilmem ne falan yok.
Van'da iki milyon, Diyarbakır'da iki milyon, İstanbul'da üç milyon Kürt'ün içinde neyin aşireti, neyin o bağları falan yani bunlar da çözülüyor.
Sosyolojik olarak bir kere hikâye değişiyor ve hem muhafazakârlarda hem Kürtlerde kentli pratikler anlamında
bir ortaklaşma alanı açılıyor.
O ortaklaşma alanı pratiklerdeki temas, karşılaşmalar, tanıklıklar, ilişki, diyalog. Hele şimdi bir de pandemi gibi ekonomik kriz gibi dayanışmayı da zorunlu hale getiren ya da dayanışmayı da daha doğal hale getiren o duygusal bariyerleri kıran bir realite karşısında o ilişki zihni dönüşümü de yani zaten sosyoloji teorisinde de önce pratik değişiyor.
Sonra kültürel değerler daha zor değişiyor belki ama şimdiye kadar iktidarın ve kutuplaşmanın ürettiği iklimden pratikler değişse bile değerlerdeki değişim doğalından da daha yavaş değişirken şimdi pandemi ve ekonomik kriz bu doğal ritmini de aşan bir hız üretiyor.
Umut veren kısmı bence o.
Bir de Pandemi ve ekonomik kriz sayesinde normalleşme için yeni bir yol aralanıyor bir fırsat alanı açılıyor.
"Temas alanı açıldı"
Kadınlar açısından bir arada durma halini değerlendirir misiniz?
Ferhat Kentel: Toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi çok ortaklaşılan bir alan. Kadınlar üzerinden daha farklı bir pratik gelişiyor.
Kadınlar kutuplaşmayı aştı gibi. Yani daha çok daha yüksek. Orada çok daha kolay aşabiliyorsunuz.
Girdiğinde görüyor birbirinin ikisinin bence dertli olduğunu. Ya aile hekimine gittiğinde çocuğu, bebeği kucağında ilaç yazdırmayı görüyor.
Şimdiye kadar o Kürt diye ya da işte başörtülü diye ya da şöyle böyle diye bağ kurmadığı insanla o aile hekimini beklerken o bekleme odasındaki iki kelimelik muhabbette temas ediyor. Temas alanı açıldı ve o temas alanı bütün öbür ambargoları soyut anlatıları da kırıyor.
Sanki o temas alanının o koridoru belki de güçlü tutmamız gerekiyor. Orada galiba işte şey yani biraz o araştırma denilen entelektüel akademik sosyolojik neyse sosyal bilimsel neyse bütün o dünyanın bütün bu sürecin kelimelerini konuşmak, söylemek aslında.
"Zihinsel bariyer ve duygusal bariyerler..."
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Bekir Ağırdır: Ulaşım iletişim imkânları bir sürü şeyi değiştiriyor aslında. Diyorum ya hep bir zihni bariyer ya da duygusal bariyer vardı ya kimliklerinden ya siyasetlerinden ve medyanın ve siyasetçinin her gün yüzlerce kere tekrarladığı bir hikâye vardı.
Ve devlette eğitimiyle, hukuk sistemiyle hep bu makbul vatandaş meselesinin peşindeydi. Dolayısıyla hep bir mağdurlar dizisi vardı zaten burada.
(EMK)