Avukat Behiç Aşçı F tipi ceza evlerinde uygulan tecrite karşı Dünya Avukatlar Günü 5 nisan 2006'da ölüm orucuna başladı. 270 günden beri ölüm orucunda olan Behiç Aşçı bu eylemini sona erdirmesi için gerekli düzenlemeler yapılmadığından eylemini sürdürmekte ve giderek ölüme daha fazla yaklaşmakta.
İçinde geçmekte olduğumuz 21. yüzyılda, Avrupa Birliği'ne üyelik adaylığı kabul edilen ve üyelik görüşmeleri süren bir ülkedeki bu duyarsızlık Türkiye Cumhuriyeti rejiminin karakterini gösteren bir örnek.
Çağdaş devletlerin en önde gelen görevi insanların hayatını korumakken Türkiye Cumhuriyeti ise insanları nasıl elimine edeceği programlamakta. Bunun için devlet içinde çeteler örgütlenmekte ve çetelere sınırsız olanaklar sağlanarak faili meçhul cinayetler başta olmak üzere tüm temel insan hakları ihlal edilmekte. Devlet olarak uluslararası hukuk çerçevesinde kendisini haklı gösterecek zemini hazırladıktan sonra olayları provoke etmekte ve devlet olarak gerekli müdahaleyi yaparak tepki almadan muhalifleri etkisizleştirmektedir. Yani hukuk devletinin esas göstergelerinden olan insan yaşamına verilen önem sözkonusu olduğunda Türkiye sıralamada en sonlarda gelen ülkelerden birisidir.
Türkiye'nin üye olmak istediği AB'nin üyesi Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Fransa'nın sömürgesi olan Tunus'la karşılaştırılması devletin bu alandaki yerinin daha iyi görülmesini sağlayacaktır.
Tunus'tan bazı örnekler
1881'de Osmanlı Tunus üzerindeki egemenliğini kaybetmiş ve yerini Fransa almıştır. 75 yıl kadar Fransa'nın sömürgesi olarak kalan Tunus 1956'da bağımsızlığını kazanmıştır.
Habib Burgiba 1957'de iktidara gelmiş, Tunus Cumhuriyetini ilan etmiş ve 30 yıl boyunca tek adam olarak Tunus'u Mustafa Kemal'i taklit ederek yönetmiştir. 1987'de istihbarat örgütü başkanı olan Bin Ali darbe yaparak Burgiba'yı iktidardan uzaklaştırarak iktidara gelmiştir. 20 yıldan bu yana Kuzey Afrika'nın en belalı diktatörlerinden birisi olan Bin Ali, Tunus'taki tüm muhalifleri ağır baskı yöntemleriyle elimine ederek tam bir polis devleti örneği yaratmıştır.
Bin Ali Cumhuriyetine ilk ciddi darbeyi Infosud Syfia muhabiri olan gazeteci Tevfik Bin Brik 2000 yılında yaptığı açlık greviyle vurmuştur. Bazı yabancı gazetelere ve ajanslara haber yapan bu gazetecinin pasaportuna nisan 1999'da siyasi polis tarafından el konulmuştur.
Zira polis devletinin en önemli özelliği basına uygulanan sansürdür. Bu anlamda rejime eleştiri olarak görülen tüm haberler yasaklama nedeni olarak görülmektedir. Tevfik Bin Brik'in yabancı basına yazdığı makalelerde göreceli olarak rejimin karakterine ve insan hakları ihlallerine ilişkin bilgiler verdiğinden, bu gazetecini pasaportuna el konularak dışarıyla bağlantıları sınırlandırılmak istenmiştir.
Ayrıca, yapılan yargılama sonucu üç ay hapse mahkum edilmiştir. Bundan sonra, Tevfik Bin Brik 3 nisan 2000'de pasaportunu almak için açlık grevine başlamış ve bu eylem Fransa'daki insan hakları örgütleri, sınırsız gazeteciler ve bazı Avrupa Parlementosu üyelerince desteklenmiştir.
Tunus'un uluslararası ilişkilerinde büyük ağırlığı olan Fransa'daki demokratik çevrelerin desteği karşısında geri adım atan Bin Ali rejimi, bu gazeteciye pasaportunu vererek yurt dışına çıkmasına izin vererek tepkileri azaltmayı amaçlamıştır.
Ama Tevfik Bin Brik açlık grevine 4 mayıs 2000'de geldiği Fransa'da 15 mayısa kadar devam ettirmiştir. 42 gün süren açlık grevi Tunus'un en uzun süreli açlık grevi olup rejimin geri adım atmasıyla sonuçlanmıştır. Yani Tevfik Bin Brik'e pasaportu iade edilmiş, yurt dışına seyahat etmesine ve Tunus'a geri dönmesine izin verilmiş, açlık grevine başladığında kapatılan Aloés yayınevi açılmış ve kendi yüzünden hapse atılan kardeşi serbest bırakılmıştır.
Devamında, Sosyalist demokratların lideri Moadda'nın hapis cezası 2002'nin ocak ayında başlattığı açlık grevi sonunda göz hapsine çevrilmiştir. Tunus Komünist İşçi Partisi lideri Hamma Hammami şubat 2002'de idam mahkumlarının hapsedildiği penceresiz bir hücreye atılması karşısında Mayıs 2002'de başlattığı grev sonunda başka bir hapishaneye nakledilmiştir.
Hammami'nin eşi insan hakları savunucusu avukat Radya Nasravi temmuz 2002'de başlattığı ve 34 gün süren açlık grevi sonunda eşi Hammami serbest bırakılmıştır. Yani Tevfik Bin Brik'in açtığı yolda bazı eylemler başarıyla sonuçlanırken, bazıları da başarısız olmuştur. Fakat, bu polis devletinde en uzun açlık grevı 42 gün süren 2000 baharında gazeteci Tevfik Bin Brik tarafından yapılan ve başarıyla sonuçlanan eylemdir.
Fransa'da yaşam hakkı üzerine
Mustafa Kemal'in cumhuriyeti kurarken kendisine model olarak aldığı Fransa'da yakın geçmişte olan bir olay insan yaşamına verilen önemi göstermesi açısından dikkate değerdir.
Tunuslu bir göçmen olan Tevfil El Amri Fransa'nı Nantes şehrinde evli bir çocuk babası bir işçidir. 33 yaşında olan bu Tunuslu 22 kasım gecesi iki arkadaşıyla bardan çıktıktan sonra polisler tarafından kimlik kontrolü yapılırken, alkol kontrolü uzun sürünce arkadaşları tarafından bırakılmıştır. Alkol testinde kanında 3,74 gram alkol bulunan Tevfik El Amri yalnız başına serbest bırakılmıştır. Gece evine dönmeyen Tevfik El Amri için eşi bir kayıp ilanı vermiştir.
Aradan 20 gün geçtikten sonra 12 aralık 2006'da, Tevfik El Amri'nin cenazesi Nantes'taki Saint-Felix kanalında bulunmuştur.
Cenazenin bulunmasından sonra, maktulün eşini avukatı kimlik kontrolü yapan polislerin Tevfik El Amri'nin ölümünden sorumlu olduğunu açıklamıştır. Çünkü, maktul polisler tarafından kontrole alındığında iki arkadaşıyla beraber olduğundan güvendeydi, ama kontrolden sonra yalnız bırakılan maktul açıkça ölüme gönderilmiştir. Bu anlamda, kimlik kontrolü yapan üç polis Fransız ceza kanuna göre tehlikede olan birine yardım etmeme suçunu işlemişlerdir. Bu açıklamalar üzerine, Fransa İçişleri bakanı Nicolas Sarkozy bu üç polisi geçici olarak görevden almıştır. Nantes Cumhuriyet savcısı ise zaman geçirmeden söz konusu 3 polisi göz altına alarak, haklarında sahte tanıklık yapmak ve görevlerini boş vermek suçlarından soruşturma başlatmıştır. Yani Fransa, vatandaşı olmayan bir Tunuslu işçiyi aşırı alkollü halde kimlik kontrolüne tabi tuttuktan sonra bıraktıkları ve ölümüne neden olduklarından dolayı üç polisi görevden alarak haklarından soruşturma başlatmıştır.
Tabii ki bu uygulama insan yaşamının kutsallığını gösteren bir örnek olması açısından ele alınmalıdır. Yani çağdaş hukuk devleti ve demokrasinin en önemli kriterlerinin başından insan yaşamının kutsallığı ve bireyin haklarının belirleyiciliğidir.
Türkiye'de: Yaşam haraç mezat
Türkiye'ye gelince müvekillerinin cezaevinde insanca kalmaları için mücadele eden bir avukatın dünya avukatlar gününde başladığı ölüm orucu 270 güne ulaşırken, sorunu çözebilecek durumdaki Adalet Bakanı yangına körükle gitmektedir.
Yani çağdaş demokrasilerde, görevi insan haklarının korumak olan adalet bakanı sorunları çözmek yerine daha da içinden çıkılmaz hale getirmek için açıklamalar yapmaktadır. F tipi cezaevlerindeki uygulamaların ne kadar gayri insani olduğunu tartışmaya gerek yoktur. Zira bu konuda, çok sayıda yazı yazılmış ve açıklama yapılmıştır.
Hükümet ise bu konuda tartışmaları cezaevlerini teknik boyutunda tutmakta ve F tipi cezaevlerinin dünya standartlarında olduğu noktasına yoğunlaştırarak her zamanki gibi konunun gerçek anlamda tartışılmasını engellemektedir. İnsan yaşamı teknik bir konu olmadığından, TC siyasi mahkumların cezaevlerinde fiziksel ve zihinsel anlamda sağlıklı bir yaşam sürmelerini sağlamakla yükümlüdür.
Grup psikoterapi uzmanları kişilerarası ilişkilerin sağlıklı ve tatmin edici olması için en azından 10-15 kişilik gruplar oluşturulmasının zorunlu olduğunu belirilmektedir. 3-4 kişilik gruplarda, grupta dengesizlikler oluşarak gerginlikler ve kavgalara neden olmaktadır.
Halbuki grubun boyutu 10 kişi dolaylarında olunca, grubun içinde kendilerini birbirlerine yakın hisseden kişiler alt gruplar oluşturarak, büyük grup içinde uyumlu hareket etme olanağına kavuşacaklardır. Bu anlamda, F tipi cezaevlerinde ortak havalandırma alanlarında en azından 9-10 kişinin aynı anda havalandırmaya çıkması mahkumların sağlıklı, uyumlu ve doyurucu ilişkiler kurmalarına olanak sağlayacaktır. Bundan dolayı, devlet F tipi cezaevlerinde havalandırma, spor ve diğer alanlarda 10 dolaylarında mahkumun bir araya gelebilmesini olanak sağlanmalıdır.
Tekirdağ F tipi cezaevinde 25 gün hapis yatan Avukat Behiç Aşçı, bu cezaevlerindeki koşulları bizzat yaşadığından 270 gündür yaptığı eylemin ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Behiç Aşçı hayatını ortaya koyarak devletin insan haklarını hiçe sayan ve bu güne kadar 122 kişinin ölümüne neden olan bir uygulamasını Türkiye ve AB kamuoyuna mal etmiştir. Konu gündemleşmesine ve bir baskı oluşmasına rağmen devlet sorunu çözmemek için inat etmektedir. İnsan yaşamını bu denli önemsiz gören bir devletin, insan hak ve özgürlüklerine asgari düzeyde saygı göstermediği takdirde AB'ye girmesine izin verilmemelidir.
Devlet rejimini oluşturan kesimler kendi aralarında dayanışma içinde hareket ederek iktidarlarını sürekli kılmaya çalışırlarken, rejimin baskısı altında olan muhalifler ise dağınık hareket ettiklerinden, verilen mücadeleler etkili olamamaktadır. Bu anlamda, devletin baskısı altında olan ve mücadele eden kesimlerin ortak asgari müşterekleri belirleyerek etkili bir mücadele yöntemi geliştirmek zorundadır.
Cumhuriyet kurulduğundan beri asimilasyon politikalarına muhatap olan Kürt siyasi hareketleri kendi aralarında ortak hareket programı geliştirerek bu rejime karşı mücadelenin merkezi olabilirler, bunu başaran Kürtler Türkiye'deki diğer muhalifler içinde çekim merkezi haline gelerek, rejime karşı etkili bir mücadele yürüterek varolan rejimi aşacak noktaya getirebilecektir. Dolayısıyla, 2007 yılının böylesi bir yıl olması dileğimle, iyi yıllar.(AA/EÜ)