PKK ile artan çatışmalar, çözüm olarak 1990'lı yıllardan hatırladığımız "bordo berelilerin" sahaya sürülmesi, hız kazanan PKK eylemlerinde Suriye, İran, Irak ve İsrail'le ilişkilerin rolü ile ilgili olarak gazeteci Cevdet Aşkın'la konuştuk.
Aşkın, 1990'lı yılların güvenlik politikalarına Ankara'nın da sıcak bakmadığı görüşünde. PKK'nin operasyonlara ve tutuklamalara rağmen güç kazanarak hedefleri doğrultusunda ilerleyebilmesini kendini yeniden üretme kapasitesine bağlayan Aşkın, örgütün 28 yıllık bir gerilla hareketi olduğunu ve esnek yapısıyla kendini yeni gelişmelere hızla adapte edebildiğini söyledi.
Son günlerde Barış ve Demokrasi Partisi'nin kapatılıp kapatılmayacağı noktasında sürdürülen tartışmalara da değinen Aşkın, siyaset alanında yaşanacak olası bir dışlanmanın silahların önünü açacağı ve PKK'nin elini güçlendireceğini ifade etti ve ekledi:
"BDP meşru ve legal bir parti olarak silahların susmasını temel alan bir çizgi izlemekte ısrarlı olmalıdır."
"PKK alan hakimiyeti kuracağını ilan etmişti"
Kürt sorununda gelinen noktada bordo berelilerin bölgede aktif hale getirilmesi tartışılırken, yeni askeri tedbirler ön görülüyor. Her ne kadar OHAL kalkmış olsa da bölgede fiili OHAL uygulamalarının başladığı, bazı yerleşim birimlerinde insanların akşam 18.00'den sonra sokağa çıkmaya çekindiği ifade ediliyor. Bu gelişmelerden yola çıkarsak 1990'lara geri dönüş sinyallerinden söz edebilir miyiz?
Çatışmaların çok şiddetlendiği bir dönemden geçiyoruz. Ankara'nın duruma hakim olmak için ek tedbirleri devreye sokmak istediği anlaşılıyor. Bununla birlikte 90'lı yıllar bugünden çok farklıydı.
O dönemde PKK'nın etkisinin kırılması için ciddi bir "kirli savaş" yürütüldü. İnsanlar evlerinden alındı, işkenceden geçirildi ve sonra da öldürülüp bir kenara atıldı. Büyük bir korku ortamı oluşturuldu. 3 bin köy ve mezra insansızlaştırıldı. Böylelikle PKK kitle tabanından izole edilmeye çalışıldı. Bunda belli ölçüde de başarılı olundu.
Ancak durum bugün henüz o yıllardaki gibi değil. Şu anda bir "kirli savaş" tespiti yapmak mümkün değil. Kişisel görüşüm Ankara'nın benzer bir sürecin yaşanmasından yana da olmadığı yönünde. Şiddet sarmalının yükselmesi insanları doğal olarak can güvenliğine ilişkin kimi tedbirler almaya zorlar. Sokağa belli saatten sonra çıkmamaları böyle anlaşılmalı.
PKK açısından bakacak olursak, örgüt "vur-kaç" taktiğinden ziyade "vur-kal" stratejisiyle "alan hakimiyeti" sağlama çabası içinde olduğu ileri sürülüyor. Tüm askeri operasyonlara, KCK tutuklamalarına rağmen ne oldu da PKK bölgede yıllar sonra tekrar bu kadar güçlü hale geldi?
PKK, temmuz ayıyla birlikte taktik değiştirdiğini açıkladı ve geniş çaplı düzenlediği saldırılardan sonra bölgeye yerleşip alan hakimiyeti kuracağını ilan etti. 23 Temmuz Şemdinli, 4 Ağustos Çukurca ve 2 Eylül Beytüşşebap saldırıları bu taktik değişikliğin tezahürüdür.
Kendileri tarafından Botan-Zağros hattı diye tabir edilen bölgede hedefleri doğrultusunda git gide mesafe kaydediyorlar. PKK'nın operasyonlara ve tutuklamalara rağmen bu durumda olmasını, kendini yeniden üretme kapasitesinde aramak gerekiyor. Örgüt kadro kayıplarını telafi ediyor ve saflarına taraftar kazanmakta bir sıkıntı çekmiyor.
Kentlerdeki kitle örgütlenmesi KCK tutuklamaları nedeniyle belli ölçüde darbe almış olsa da kırsal alandaki gücünde herhangi bir geriye gidiş söz konusu değil. Unutulmaması gerekir ki söz konusu olan 28 yıllık bir gerilla hareketidir ve esnek yapısıyla kendini yeni gelişmelere hızla adapte edebilmektedir.
"ABD Türkiye'yi İsrail'le uzlaştırma gayretinde"
Örgütün eylemlerindeki artışı özellikle Suriye ve İran'la ilişkiler nezdinde nasıl değerlendirebiliriz? İran PJAK'la savaş halindeyken, şimdi kimi noktalarda PKK'yi desteklediği ileri sürülüyor. Örgüte iddia edildiği gibi ciddi bir dış destekten söz edebilir miyiz?
Kamuoyu genellikle filmin orta yerinde sinema salonuna giren bir izleyici gibidir. Geçmiş dönemi kolay hatırlamaz. Türkiye, Şam ve Tahran ile birlikte çok uzun yıllar PKK'ya karşı ortak mücadele etti. 2008 yılından itibaren Tahran ile neredeyse eşgüdümlü bir biçimde Kandil'i ateş altına aldı.
Suriye'deki rejim değişikliği süreci ve İran'ın Bölgesel Kürt Yönetimi'nin arabuluculuğu ile PJAK ile ateşkes anlaşmasına varması son bir yıllık hikayedir. Kamuoyuna bir yıl önceye kadar ittifak halinde PKK'ya karşı ortak mücadele edilen ülkelerin şimdi PKK'ya destek verdiğinden söz ediliyor. Tabii bu bir propaganda taktiği. Tüm düşmanları aynı sepete koyarsanız kötü gidişatı açıklamakta iyi bir avantaj elde edersiniz.
Kişisel görüşüm 5 Kasım 2007 Bush-Erdoğan görüşmesiyle birlikte örgütün uluslararası planda tarihinin en yalnız dönemine girdiği yönündedir. Nitekim ABD ve Avrupa söyle dursun Suriye ve İran ile ortaklaşa mücadele dahi bunu teyit eder.
Kamuoyunun PKK ile mücadelede yaşanan olumsuzlukları dış desteğe bağlanması isteniliyor. Ama Türkiye'nin bir NATO ülkesi olduğu ve silah alımı bir tarafa özellikle ABD'den anlık istihbarat desteği aldığından kimse söz etmiyor.
CIA Başkanı Petraeus'un önce Türkiye'yi ardından İsrail'i ziyaret etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada İran, Irak, Suriye'de güç kazanan PKK'ye karşı Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeltilerek Ortadoğu'da ortak mücadele zemini yaratılması gibi bir kaygı olabilir mi?
Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimin temelinde AKP iktidarı ile büyüyen Anadolu sermayesinin Afrika ve Ortadoğu'daki pazar mücadelesi yatmaktadır. Erdoğan'ın İsrail'e her sert çıkışı, bölgede Türk işadamları için büyük bir imkan yaratmaktadır.
Ama unutulmaması gereken özellikle İsrail'in Afrika'daki ticari çıkarlarıdır. Büyüyen Anadolu sermayesi genişlemeyi ve yayılmayı zorluyor. İsrail karşıtı söylemin temeli budur. Bu genişleme ihtiyacının farkında olan ABD, Türkiye'yi Suriye'de dizginlemeye ve stratejik müttefiki İsrail ile uzlaştırmaya çalışıyor.
"Bu ivmeyi Öcalan bile kesemez"
PKK'nın ilk kez bir siyasi iktidarı bu derece doğrudan hedef aldığı söyleniyor. Başbakan Erdoğan bunun sebebini AKP'nin bölgedeki başarısına ve Kürt açılımı nedeniyle örgütün kenara sıkışmasına bağlıyor. Gerçekten AKP PKK'yı sıkıştıracak hamleler yaptığı için mi örgüt eylemlerini arttırdı, yoksa KCK operasyonları, Öcalan'a uygulanan tecrit, Uludere katliamı, insan hakları ihlallerindeki artış ve dış politikadaki olumsuzluklar mı eylemlerin artışında etkili oldu?
Örgütün açıklamaları, ikincisi yönünde. Birinci açıklama ise Ankara'ya aittir. Kandil, Temmuz 2011'den itibaren Kürt sorununun çözümünün devletten gelmeyeceğine inandı ve büyük bir atakla yani "Devrimci Halk Savaşı" ile çözümü zorlayacağını düşündü.
Tabi bu arada Suriye'deki Kürt oluşumunu da unutmamak gerekiyor. Böyle bir gelişme olurken Kandil'in "rölanti"de kalması düşünülebilir miydi? Haliyle Suriye sinerjisiyle Türkiye'de de çözüm yönünde önemli mesafe kaydedeceğini düşünüyor. O nedenle örgütün bu ivmesini Öcalan'ın bile kesemeyeceğini, kesmemeyi tercih edeceğini düşünüyorum.
Kürt sorununun bu şekilde çözümsüzlüğü oylarını her seçimde yükselten AKP'nin geleceğini nasıl etkiler?
AKP seçmenin yüzde 50'sinin desteğini alıyor. Çatışma hali, kayıplar ve acılar bu desteği biraz azaltsa da iktidardan uzaklaştıracak bir sonuca yol açmaz. Tabii bu öngörü, çatışma düzeyinin bugünkü seyrinde devam edeceğini var sayıyor.
Hükümet açıkça BDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için çabalayacağını söylüyor. Kürt sorununda siyaset alanının da kapanması durumunda öngörüleriniz nelerdir?
Siyaset alanından dışlanma silahların konuşmasını teşvik eder. Yine de BDP kapatılırsa yeni bir parti kurulur diye düşünüyorum. Olması gereken bu. Ama böylesi bir kapatma her durumda PKK'nın elini güçlendirecektir.
BDP gelinen noktada çözüm için nasıl bir siyaset yürütmeli?
BDP meşru ve legal bir parti olarak silahların susmasını temel alan bir çizgi izlemekte ısrarlı olmalıdır. (EKN)