Zaten bir transfer merkezi olan Kabataş’ı devasa bir martı ve iki yumurtasından oluşan projeyle yeni bir transfer merkezi olarak kurgulayan projenin inşaatı 2016’da başladı.
Kabataş iskelesi bir yıldan fazla süredir kapalı. Eskiden Kadıköy, Üsküdar ve Adalar’a vapurların kalktığı iskeleden artık sadece boğaz turu yapılıyor ve Adalar’a gidilebiliyor. Fakat İstanbul halkı değil turistler için özel bir firma bunu üstleniyor.
Oldukça geniş bir alanı kapsayan projede kazıklar çakılarak deniz de dolduruluyor. İskele etrafında bulunan anıtların ne vaziyette olduğuna dair bilgi verilmiyor.
Projenin mimarı Hakan Kıran ise yıllardır projeyi eleştiren herkese dava açıyor. Martı projesini konuştuğumuz “Konut Hakkı, Zorla Tahliyeler ve Kent Hakkı” üzerine bağımsız araştırmacılık yapan Cihan Baysal Uzunçarşılı da Kıran’ın hem “hakaret” hem de kendisine karşı “halkı kin ve düşmanlığa teşvik” suçlamalarıyla dava açtığı isimlerden.
"Bana verilen resmi dosyada yaptıkları bütün usulsüzlükler var"
10 Ağustos 2016’da Transfer Merkezi’nin inşaatına başlanıldı. Ancak ÇED raporu, Koruma Kurulu kararı gibi gerekli belgeler Ekim 2016’da alındı. Halka yansımayan süreçler mi yaşanıyor?
Bana dava açarken delil olarak, aldıkları bütün izinleri sunmuşlar ve o izinlerin hepsinin tarihi Ekim. ÇED, Koruma Kurulu kararı, deprem belgesi, Kabataş'taki deniz canlılarıyla ilgili birçok belge Ekim'de alınmış. Bana verdikleri resmi dosyayla kendi usulsüzlüklerini ayyuka çıkardılar. Hukuksuz ve gayrimeşru bir başlangıç süreci var. Bu davanın ertesinde bununla ilgili suç duyurusunda bulunacağım. Çünkü kendileri de bunu itiraf ediyorlar.
Mesela İBB'den çıkan proje dosyasında bölgenin birinci derecede deprem alanı olduğu söyleniyor. Ekim'de alınan raporda ise projenin bu deprem riskine göre yapılacağı söyleniyor. Oysa projeye çok daha öncesinde üstelik dolgu alan yaparak başladılar. Birinci derecede deprem bölgesinde dolgu alan ne olursa olsun soru işaretlidir. Oradaki Molla Çelebi Cami'nin de çatladığına inanıyorum. Nasıl ki Üsküdar'da kazıklar çakılırken Şemsi Paşa Cami'sini çatlattılar, buranın da çatlatıldığını ve sıvandığını düşünüyorum.
Beyoğlu Kent Savunması aktivistleri araya girince Vakıflar projeyi bir süre durdurup tahribat kontrolü yaptı. O süreçte sıvayıp devam ettiler herhalde. Çünkü o kazıkların çakılış rezonansı Beşiktaş'ta bile duyuluyordu.
‘Dubaileştirmek’ten kastınız tam olarak nedir, İstanbul da ne yapılmak isteniyor?
Yoktan var edilen çölde Dubai kenti sermayeyi çekmek için orayı allayıp pullamak zorunda. Bunu uygularken de gerçekten son derece göz alıcı, akılla, izanla açıklanamayacak projeler yapıyor. Çölde bunu yapmanın belki açıklanabilir bir yanı vardır ama İstanbul gibi 8 bin 500 yıllık bir kentte, çok önemli tarihi bir bölgenin Valide Cami ile Molla Cami gibi iki tane yüzük taşı gibi caminin ortasına ve başka bir sürü anıtın olduğu bölgeye getirip bir martı ve iki tane devasa yumurtasını koymak açıklanabilir bir proje değil.
Hakan Kıran orada projeyi açıklarken denizin kenarında denize dalan martıları gördüğünü söylüyor. Arkanda bir sürü tarihi eser karşında bütün o güzelim tarihi yarımadayı görmüyorsun ama martı görüyorsun. O zaman yarın da bir mimar çıkıp 'Ben oltacı çekerken lüfer balığı görüp esinlendim, getirdim bunu Süleymaniye Cami'nin ortasına diktim' diyebilir. Yani sürekli bir mimar her tarihi alana tüy mü dikecek? Hepsini İstanbul ve bu gidişat için önce vicdanlarına sesleniyorum sonra da düşünmeye davet ediyorum.
"Birinci derecede deprem bölgesinden binlerce insanın geçmesini bekliyorlar"
Transfer Merkezi’nin bölgedeki ulaşımı rahatlatacağı söyleniyor. Ancak birinci derecede deprem bölgesi ve tarihi alan olması dolayısıyla bu proje İstanbul’a nasıl zararlar veriyor/verecek?
İlk defa bir kamu projesine Dubaileştirme sızdı ve bu çok tehlikeli. Bundan sonraki kamusal alanda yarattıkları projeler de Dubaileştirme projeleri olursa bu kent mahvolur. Tarihi, kültürü, hafızayı silip baştan yeni bir şey yaratıyorlar demektir.
Hakan Kıran bir sürü hocanın imzasının olduğu ve projenin deniz ekosistemine zarar vermeyeceği yönünde bir belge almış. Nasıl ve ne şekilde tam tersi yönde bu karar alındı bilmiyorum ama artık demek ki bilim insanları bilimin gereklerini değil kendilerine söylenenleri yapıyorlar.
Birinci derecede deprem bölgesi ve oradan binlerce insanın geçmesini bekliyorlar. Oradaki bütün parkları yok ettiler yeşil alan, kamusal alan yapacaklarını söylüyorlar. Biz nasıl kamusal alan yaptıklarını Karaköy'de gördük. Deniz Yolları binasının dibinde mikro bir park vardı, insanlar gelip ağaçların diplerine otururdu. Şimdi oradaki toprağı yok edip dümdüz beton yapıp oturma yerleriyle düzenlediler. Bir de içinde ağaç yetişmeyen saksılar koyup 'Alın size yeşil alan' dediler. Ağaca kuş geliyor, böcek geliyor; çayır çimen kente başka bir insani kalite veriyor.
Şimdi Kabataş'ta yapacakları kamusal alanda saksı dolu beton bir alan olacak. Ayrıca hepsi 'yaptım oldu' projeler; hiçbir şekilde halka sorulmuyor. Bu bir mimarın girip bizden habersiz bizim evimizi değiştirmesiyle aynı. O mekanı biz kullanıyoruz ama karar tamamen tepeden inme.
Hükümetin ya da belediyelerin mimari anlamda sürekli bir değişim içinde olduklarını görüyoruz. Hedefledikleri nedir?
Yaptıklarına Osmanlı-Selçuklu mimarisi diyorlar oysa böyle bir mimari yok. Sulukule'ye Osmanlı villaları diye bir şey yaptılar; neye benzediği belli değil. En vahimi sokak dokusunu da yok ediyorlar. Bu kente, kentliye, kentin değerlerine, tarihine, kültürüne karşı bir savaştır. Bir de her yere ihya camileri geliyor. Mesele burada cami değil sembolik hegemonyayı kurmak. Çamlıca'ya kentin her yerinden görünecek bir cami dikmeyi Osmanlı düşünemez miydi? İktidarını burada mekan üzerinden gösteriyor. Biz bundan sonra İslamileştirilmiş, muhafazakarlaştırılmış mekanlarla daha sık rastlaşacağız.
"Yatay yapılaşmada amaç Kuzey Ormanları'nı yeni sermaye birikimi olarak kullanmak"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasındaki "ihanet ettik" sözünü ve "yatay yapılaşma" önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yatay kentleşme deyip Haliç'te 10 katlı binalara izin verdiler. Ellerinde askeri alanlar ve Kuzey Ormanları kaldı. Köprü, havalimanı ve kanalla beraber oraya yönelik muazzam rant projesi var. Yeni İstanbul projesini incelediğimiz zaman son derece İslamileştirildiğini görüyoruz. Örneğin mimar 'Evlerin kapıları Mekke'ye bakacak' diyor. Yatay kentleşme Kuzey Ormanları'na doğru yayılıp kentin akciğerlerini yok ederken artık biz de muhafazakarlaştırılmış ve ideolojinin yeniden mekan üzerinden inşa edildiği kentlerle karşı karşıya kalacağız. Erdoğan her şeyi ısıta ısıta getiriyor. AKM geri çekilmişti ama bakın şimdi yapılıyor. 1994'ten beri aklında olan Taksim Cami'sini yapıyor. Proje incelendiğinde caminin kapısı Taksim'in arka tarafına bakıyor olsa da mekanı avlusu eyleyip domine ediyor. Taksim bizim için demokrasinin, isyanların, şenliklerin mekanıdır ve burası şu an cami avlusu formunda bir hale dönüşürse orada artık bu talepler seslendirilemez.
Yatay kentleşme lafından da kimse bir şeyden vazgeçildiğini sanmasın. Bu tamamen Kuzey Ormanları'nı yeni sermaye birikim aracı olarak kullanarak yok etmek ve o arada da muhafazakar kentleri inşa ederek başka bir İstanbul yaratmaktır.
Kabataş zaten bir transfer merkeziydi. Bu projenin farkı neye göre belirleniyor?
Mekanın neo-liberalleştirilmesi ile İslamileştirilmesi hep iç içe geçiyor. Derdi ulaşımsa ona illaki bir ticari fonksiyon yükleyip altından rant çıkarıyor. Cami külliyelerinde de aynısı var. Her yeniliğin altı alışveriş merkezleriyle süsleniyor.
Gerçekten bölgede bir düzenleme ihtiyacı varsa bu nasıl çözülebilirdi?
Bölgenin gerçekten bir düzenlemeye ihtiyacı vardı fakat mütevazi düzenlemelerle de bu yapılabilirdi. Ama amaç mantıklı bir şekilde oturup alçak gönüllülükle kente hizmet etmek değil, nereden daha çok rant elde edileceği, kenti pazarlamak ve sermayeye yatırım alanları açmak. Mega projeler geldiği noktada emlak rantındaki spekülasyonu da artıracak. Kabataş'ta ev fiyatları ne olacak bilemiyoruz. Kamu yararı düşünülseydi birinci derecede deprem bölgesine bu proje yapılmazdı.
* Cihan Baysal Uzunçarşılı’nın Mimar Hakan Kıran'ın dava açma gerekçesi olarak gösterdiği yazısı için tıklayınız.
Cihan Uzunçarşılı Baysal hakkındaSiyaset Bilimci. Bağımsız Araştırmacı. Sulukule Platformu ve Kent Hareketleri'de yer aldı. Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri HABITAT'a zorla ev boşaltma ve tahliyeler üzerine danışmanlık yapan AGFE'nin (Advisory Group on Forced Evictions) yerel temsilcisi sıfatıyla İstanbul Heyetinde yer aldı. 2009 tarihli İstanbul Raporuna katkı sundu. Açık Radyo'da yayınlanan Kentin Tozu programının yapımcısı ve sunucusu. Konut hakkı, kent hakkı üzerine seminerler veriyor ve yazılar kaleme alıyor. |
6 İHANET PROJESİ YAZI DİZİSİ
1- İstanbul'a İhanet Eden 6 Proje
2- 3. Köprünün Sekiz Yıllık Hikayesi
3- Başar Toros: 3. Köprü İçin Dökülen Betonu Kaldırırsak Orman Kendini Yeniler
4- 3. Havalimanının Sekiz Yıllık Hikayesi
5- Cerit: İstanbul’un Kuzeyine Havalimanı Bahaneli Ticari Alan Yapılıyor
6- 3. Havalimanı Çevresinde Denizde Ağlara Balık Değil Moloz Takılıyor
7- Galataport Projesinin 15 Yıllık Tarihi
8- Gümüş: Şehir Kapitalizmle Değil Kapitalizm Dışı Mekanizmalarla Gelişir
9- Kabataş Martı Projesinin 12 Yıllık Hikayesi
10- Baysal-Uzunçarşılı: Hedef Muhafazakar Kentler İnşa Ederek Yeni Bir İstanbul Yaratmak
11- Tarlabaşı'ndaki Kentsel Dönüşümün 12 Yıllık Hikayesi
12- Suntekin: Tarlabaşı’ndaki İnsanlar Sadece Birbirleriyle Dayanışarak Var Olabiliyorlar
13- Göğü ve Yargıyı Delen Gökdelen Projeleri
14- Kahraman: İstanbul Planlama Disiplininden Nasibini Almamış Bir Şehir