Örneğin Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya Federasyonu (RF) ya da İsrailden üst düzey yetkililer Türkiyeyi ziyarete geldiklerinde karşılama törenlerinde misafirlerin devlet simgeleri olan bayraklar göndere çekilirken büyüklerimiz nasıl da saygılıdır ve askerlerimiz nasıl da selam durur.
ABDnin Irakı, RFnun Çeçenistanı, İsrailin Filistini işgal etmiş olmasının hiç bir önemi yoktur, hem de hiç. İşgal ettikleri ülkelerde insanları öldürmelerinin, hapishanelere tıkmalarının, onlara işkence yaparak askerlerine moral kazandırmalarının, işgal ettikleri ülkelerin zenginliklerini yağmalarının, kültürel varlıklarını tahrip etmelerinin hiç bir önemi yoktur. Önemli olan bir devletin simgesine saygıda kusur etmemektir. Aman ha, bayrağa dokunma.
Bayrak bütün devletlerin en yüce simgelerinden, değerlerinden biridir. Muhtemelen her devletin Türkiyeninki gibi bir bayrak kanunu vardır ve bayrak bu kanunla korunur. Yani, kanun, insanların bayrağa saygı duymasa bile, en azından saygısızlık etmelerini önlemeyi hedefler; saygısızlık edeni cezalandırır.
Kanun sadece bununla kalmaz: bir bayrağın ölçülerini, bu ölçüler arasındaki oranı, gerçek rengini (renklerini), varsa üzerindeki simgelerin boyutlarını ve yerini vs. ölçülerini belirler, yani bayraktaki bir simgeyi alıp istediğiniz yere koyamazsınız, eğer kanunla belirlenmemiş böyle bir şey yaparsanız bayrağa saygısızlık etmiş olursunuz.
Örneğin Türk bayrağında ay ve yıldızı alıp bir köşeye koyamazsınız, ayı büyük yıldızı küçük ya da tersi yapamazsınız, bayrak bir reklam aracı değildir ve üzerinde yaratıcılığınızı sergileyemezsiniz. Örneğin bir tekstil firması denim (kot) kumaştan ürettiği ürünlerin logosunda farklı bir ay ve mavi zemin kullanmıştır.
Kısacası bir devletin simgesi, değeri olan bayrak kanunla belirlenmiş ve korunmuştur. Tıpkı bir devletin diğer simge ve değerleri gibi. Örneğin para da böyledir. Parayı basamazsınız (bayrağın aksine kendiniz imal edemezsiniz), paranın üzerine yazamazsınız, uygunsuz işler için kullanamazsınız, puronuzu parayla yakamazsınız.
Paranın değeri yok mu?
Ama daha üç ay önce Türkiyenin para biriminden 6 sıfır atılmadı mı? Nasıl oldu da Türk Lirası başka ülkelerin paraları karşısında böyle değersiz kaldı? Kim bunun sorumlusu?
12-13 yaşındaki çocuklar olamaz, çünkü onlar henüz seçme ve seçilme çağında olmadıklarından Türkiyeyi yönetmemişlerdir.
SEKA işçileri de olamaz, çünkü onlar bırakın devleti yönetmeyi, kendi işyerlerini dahi yönetme yetkisine sahip olamadılar.
Kadınlar da olamaz, çünkü kadınların Meclis ve Genelkurmayda temsilleri çok çok sınırlıdır, üstelik Türk Lirasının değeri düşerken onlar dayak yiyorlardı.
Sayıları ve nüfustaki oranları sadece devlet ve genelkurmay yetkilileri tarafından bilinen sözde vatandaşlar da Türk Lirasının değerinin düşürülmesinden sorumlu olamazlar, çünkü yetkililer onların devleti yönetmesine, kendileri varken İMF ve Dünya Bankası ile anlaşmalar yapmasına izin vermezler, böyle bir gaflet ve delalet içinde olamazlar.
Galiba geriye Türkiye Cumhuriyetinin yönetenler kalıyor, yani onlar yönetirken Türk Lirası düştü. Herhalde yönetenlerden kimse çıkıp devletin para biriminin bayrağından daha önemsiz olacağını söylemeyecektir. O halde neden bayrak konusunda gösterdikleri hassasiyeti para konusunda yinelememektedirler. Acaba kendileri sorumlu olduğu için mi?
Kimler sorumlu?
Son dört ayda Liranın (YTL ile söylersek) 1,45-1,40 ABD doları seviyesinden 1,25 seviyesine gelmesi Liranın güçlenmesini ifade etmekle birlikte, başta ihracat yapanlar olmak üzere, Türkiyeli kapitalistleri endişelendirmiş ve bu durumdan şikayetçi olmalarına neden olmuştu. Nitekim TC Merkez Bankası da Ocak sonu ve Mart başında iki kez piyasalara müdahale ederek Türk Yeni Lirasının aşırı değerli olmasından duyduğu rahatsızlığı ele güne sergilemişti.
Bugün kapısına bayrak asan ve 2001 krizinin hemen ertesinde haydi Türkiye, Türkiye için el ele sloganlarıyla krizin yükünün milletçe paylaşılmasını isteyen kapitalistler işçi ücretlerini Türk Lirası ile öderken ürünlerini dolar ya da avro ile satıyorlardı. Bugün de bu milli tavırlarından vazgeçmiş değillerdir. Dün evlerini, dükkanlarının dolar ve avro ile kiraya verenler bugün bayrak konusundaki hassasiyetlerini hırsla dışa vurmaktadırlar.
On yıllardır işçi ücretlerinin genel seviyesini düşürmek için Türk Lirasının değerinin düşmesinden yararlanan kapitalistlerin ve devlet erkanının bugün bayrağın en can siper hane savunucuları olmasına aslında şaşmamak gerekir.
Kuzey Irak hegemonyası ve pazarı tehlikeye düştüğü sürece ve içeride, ekonomi alanında tüm iyileşme edebiyatına ve krizden yavaş yavaş çıkıyoruz nakaratına rağmen işsizliğin azalmak şöyle dursun giderek artması ve işsizlerin artık sabredecek gücünün kalmaması üzerine kitlelerin artan öfkesini milli bir alana yönlendirmek ihtiyacı en kolay ve risksiz çözümleri olmaktadır.
Böylece işsizliğin, yoksulluğun, düşük ücretlerin tüm sorumluluğu iki çocuğun şahsında sözde vatandaşlara yüklenmektedir.
17 Aralık öncesinde İMF ile yeni bir anlaşma üzerinde mutabakata varılmış, fakat henüz anlaşma imzalanmamıştır. Anlaşmanın olması için hükümet ve devletin sosyal güvenlik ve sağlık alanlarında çalışanların aleyhinde bazı yeni düzenlemeler yapması gerekmektedir. Dünya piyasalarında yaşanmakta olan finansal çalkalanmanın etkisinin Türkiyede daha hafif hissedilmesi için bu anlaşmanın bir an önce imzalanması gerektiği konusunda tüm patron örgütleri ardı arkasına basın açıklaması yapmaktadır.
Anlaşmanın imzalanması finansal kriz dalgalarının Türkiye kıyılarında hasar bırakmasını önleyeceği çok kuşkulu olmakla birlikte, hükümet işi sıkı tutup İMF ve Türkiye kapitalistlerinin istediği bu düzenlemeleri Nisan ayının ilk yarısında Meclisten geçirmeyi planlamaktadır. Bayraklı günlerin yaşanıyor olması işçi sınıfı ve tüm çalışanların sosyal haklarına yeni bir saldırı anlamına gelen bu düzenlemelerin tıpkı 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında emeklilik yaşını yükselten yasanın sessiz sedasız Mecliste kabul edilmesi gibi bir sessizlik içinde yasallaşması olasılığı gündeme getirmektedir.
Devlet, bayrak ve deprem
Bugün bayrak için ölmeye ve öldürmeye hazır olan devlet yetkileri, hazırlanan her yeni raporda muhtemel ölü sayısının yüz binlerle, hatta milyonlarla ifade edildiği ve giderek yaklaşmakta olan İstanbul depremi için ne kadar önlem almışlardır?
Türkiyenin geleceği çocukların eğitim ve öğrenim gördüğü kaç okul sağlamlaştırılmıştır? Hastalarımızın bulunduğu ve deprem sonrasında en çok ihtiyaç duyulacak yerler olan hastanelerden kaç tanesi depreme hazırdır?
Viyadük ve köprülerden hangileri depremde işlevini sürdürebilecektir?
Ya evlerimiz? Evlerimiz ne kadar sağlam, kim biliyor? Ne kadar çok bayrak asarsak o denli güvende mi olacağız?
Muhtemelen deprem için maddi önlemlerin alınmaması ekonomik olanakların yetersizliğiyle açıklanacaktır. Doğrudur. İşçi sınıfı ve tüm çalışanlardan alınan doğrudan ve dolaylı vergiler kapitalistlerin içini boşalttığı bankaların kurtarılmasına, kapitalistlere verilen kredi ve teşviklerin karşılanmasına harcanmıştır ve harcanmaktadır.
Üstüne üstlük yeterli para yok denilerek işçi sınıfı ve çalışanların başta sağlık ve emeklilik olmak üzere tüm sosyal hakları kısıtlanmaktadır. Üstelik bu konudaki tepkilerini dile getirmek için yaptıkları protesto gösterilerinde sık sık Türk bayrağı taşımalarına rağmen onları dinleyen olmamıştır.
İçinde bulunduğumuz Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyası göstermektedir ki işgale uğrayan halklar başlarında bir kapitalist devlet bulunmaksızın da işgale karşı direnebilmektedirler. Bir kapitalist devlet sınıf karakterini alenen belli ettiğinde ya da bu yönetilenler tarafından aşikar hale geldiğinde yönetilenler, artık eskisi gibi yönetilmek istememek aşamasını hızla geçip yöneten olmayı tercih etmektedirler, tıpkı üreten oldukları gibi. İşte o zaman bayraklar karışmayacaktır. (ÖÖ/EK)