Arkamdan katıla katıla ağladığını duydum, açım diyordu. Bhok lagyo. Geçen sene aynı yerde bir kış günü çırılçıplak yatarken görüp pantolon gömlek aldığım delikanlıydı, boyu uzamış. Geçen sene aldığım pantolonla gömlek biraz da başkası uğraşsın deme hakkını bana verdi gibi geldi; hem evde olmak istiyordum, acelem vardı. Kanıksayınca hiçbir şeyin kıymeti kalmıyor.
Şimdi bunu yazarken kalkıp masadan kaçmak istiyorum, kanıksamış halimden kaçmak istiyorum. Midem acıyor.
Dün dersten sonra peynirli ıspanak yemeği palak panir yedik Varya'yla. Lokantanın alt katındaki dükkanda tahtadan kaba saba oyulmuş tombul bir uçak şeklinde, boyaları dökük baharat kutusu hala duruyordu. Öyle güzel ki alıp eve getiremiyorum bir türlü. Daha önce gördüğüm şeylerin, objelerin hiçbirine hiç benzemiyor, aslında uçağa da benzemiyor; ya aslında güzel değilse...
Sonra ölmekte olan yeni arkadaşımı görmeye gittim. Her zamanki dupduru gözleriyle güzel yüzüyle yatakta oturmuş üzüm yiyordu, acıyan yerlerini gösterdi, üzüm yedik, ellerimi koydum, hemen uyudu, bu sefer ben de uyudum. Ellerim arkadaşımın şiş karnında kafam düştü, arada uyandım, yumuşak ve parlak toprak rengi battaniyenin altına girmemek için kendimi zor tuttum, doğrulacak oldum uyku yine geldi beni buldu. Rüyalar geldi geçti. Bir saat sonra uyandım, renkler değişmiş dünya ıpılık bir yerdi, arkadaşımın hasta yatağı dünyanın iyi, emniyetli bir köşesiydi. Aklımda çok iyi bir fikir vardı, Nepalce bir kitap fikri, gel beni yaz diyordu. Pis kokulu Vişnumati nehrinin iki yanında bu sabahın sekizinde karom oynayan 15 yaşındaki çocuklar için bir kitap. Uyuyan arkadaşımın yanına uzansam, uyumaya hem de kitabı düşünmeye devam etsem iyiydi ama "bu nasıl terapist" derler diye çekindim. Mutfak kapısının yanında oturup, kalbinin pır pır edişi gözlerinden okunan dik duruşlu, kırmızı sarili güzel annesinin elinden sütlü zencefilli karabiberli tatlı çay içtim, tabi mutfağa girmedim, içeri bakmadım. Hindu olmadığım için, girsem mutfak kirlenirdi.
İlk gün terapiden sonra arkadaşım yumuşacık battaniyenin kenarını kaldırıp oturayım diye yer açtıydı, iki tane minik ayılı albüm elinde, bak eskiden nasıl şişmandım, güzeldim. Resimlerde kocasıyla ikisi çenelerini az yukarı kaldırıp ellerini önlerinde kavuşturmuş öyle karşıya bakıyorlar, tabi gülümsemiyorlar. Ameliyata gittikleri Singapur'un sokakları. Uzaydan gelmiş gibi görünen bir spor araba bulmuşlar Singapur'da sokakta, yanında kocası türlü açılardan resimler çektirmiş. Arabanın yanına futbolcular gibi çömelmiş, takım resimlerinde ön sırada gibi aynı. Saçlarının tepesi iyice dökülmüş, orta yaş hali. Sonra bir fıskiyeli havuz bulmuşlar serin serin, arkadaşım çıkmış bağdaş kurmuş kenarına, terlikleri yerde duruyor. Kameraya bakmıyor.
Eski Katmandu'nun çarşılı sokaklarına çıktım, içimde güzel huzurlar, hayatın her tarafı bir. Her geçişimin buraların resmini çeksem ama bugün değil bir daha sefere çeksem hissi bu sefer gelmedi, resim çektim. Hem kaldırımda üzerine çok eskiden çıkartmalar yapıştırılmış bir küçük buzdolabı duruyordu. Hem annanemin sapı siyah içi aşureli buzdolabının üstündeki her yere yakışan çıkartmalarımız gibi bunlar da panterli, güllü filandı. Bizim buzdolabını Erzurum'un Güzeldere köyü satıldığında annanem payına düşen parayla almıştı, bunu ne vakit kimin gençliğinde almışlar merak ettim.
Lisedeyken, üniversitedeyken hayat anlamsız, merak edilecek bir tarafı olmayan bir yerdi. Üniversite imtihanında kafamı sıraya koyup uyuyakalmıştım hatta, hiç bir şeyin emniyeti, faydası yoktu. Güzel yurdumuzun çalkantılı ruhu Nepal'in şimdiki hali gibi. Memleketlerine itimatsız büyüyen çocuklar için üç kuruşa satılacak bir kitap, bu memleketin iyi şeyler yapmış mutlu insanlarının hikayelerinin, 15 yaşındayken neyi bilsem iyiydi, dibe battım tabi ama nasıl çıktım tarafının kitabı. Ufuk açmaya yarayacak bir kitap. Nerden başlanır, onun cevabını düşündürecek hem. Vişnumati'nin kenarında karom oynayan delikanlılar nerden başlasın... Ne zamandır aklımda ama Nepathya konserinde aklımdan kalbime aktı, sıcacık ölüm döşeğindeki genç arkadaşımın yanında uyurken yazılmaya başladı. Sonra belki Türkçesi, sonra Swahilicesi...
Battaniye deyince, 11 Ocak 2006 tarihinin Katmandu Postası gazetesinin ön sayfasından bir haber, güneyde nehir boylarında yaşayan kayıkçı kast Musahharları anlatıyor:
Upendra Lamichhane, Parsawa, ParsaBütün Köye Sadece Bir Yorgan
Kışın havalar soğudukça kalın döşekli, yorganlı, hatta ısıtıcılı huzurlu odalarımızı düşünürüz, ağır ceketler kalın atkılarla soğuktan korunuruz. Burada, Parsa vilayetinin Musahar Tole kazasında hayat hiç öyle değil, sadece bir evde yorgan var.
300 kişilik Musahhar cemaatinde sadece yenilerde Hindistan'ın Pencab'ından dönen Patali Majhi yorgan keyfi sürüyor. Bölgenin diğer sakinleri kış geceleri sabaha kadar yaktıkları ateşin etrafında oturuyorlar.
70 yaşındaki Bumari Muserin, 'şimdiye kadar hiç yorgan kullanmadım' diyor ve ekliyor: 'Kış boyunca ateşin etrafında toplanıp sabahlıyoruz.' Elli haneli, 300 nüfuslu bu cemaatte herkesin durumu böyle.
Patali'nin karısı Paudariya bugünlerde kocasıyla beraber yorgan örtünüp uyuyabildiği için mutlu. Diğer köylüler ya ateş etrafında toplanıyorlar ya da saman yığınlarına giriyorlar. İki çocuk annesi Paudariya, 'Balayımızdayken bile böyle cennet mutluluğu yaşamamıştık' diyor. Patali ve Paudariya'nın yorganı cemaatte konuşulur olmuş. 'Tabi meraklı arkadaşlar, akrabalar ve diğer köylüler yorganı soruyorlar' diyor Paudariya gülerek.
Eski kaymakamlardan Abhilas Panjiyar, sabah güneş doğana kadar köylülerin ateşin etrafında oturduğunu anlatıyor.
Parsa'daki Tharu Kalkındırma Derneği başkanı Ram Narayan Gauro, 'Kış soğuğunda bölgenin her yanındaki Musahharları hayatta tutan tek şey yaktıkları ateşler' diyor ve ekliyor: ' Hala ilkel koşullarda yaşamak mecburiyetindeler.'
Chorni sağlık ocağı görevlisi Baban Kumar Singh'e göre her kış cemaatte çoğu çocuk ve yaşlı çok insan ölüyor.
Bir sene sonra aynı gazete:
Mushaharlar yorgan rahatı için kayınpeder evini ziyaret ediyor(EK/EÜ)Upendra Lamichhane
Parsawa, Parsa, 1 Ocak 2007
(Gastenin ilk sayfasındaki dört sütunluk resimde kırmızı bir yorgan, üstünde sarı kırmızı çiçekler var. Yorganın altında dört kişilik bir aile yatıyor, sağda baba memnuniyetten bütün dişlerini gösteriyor, yanında kameraya bakan kafası başlıklı ve atkılı bir oğlan çocuğu, onun yanında beyaz başörtülü mutlu bir kız çocuğu, solda da sade gülümseyen gözleri yorganın kenarından görünen anne.)
Bayram ya da kutlama vakti değil. Köyde dinsel bir tören de yok. Yine de, bölgemizin Parasawa kazasının Mushahar evleri misafirlerle dolu.
'Buraya evin soğuğundan kaçmak için geldim,'diyor Rama Majhi, burada kayınpederinin evinde sıcak bir yorganın altında keyfinden yüzü parlıyor.
Rama diyor ki Jigana'da yaşayan 15 Musahhar ailesi için kışı geçirmek çok zor, çünkü ne yorganları battaniyeleri, ne de kışlık giysileri var.
Parasawa'nın Musahharları bu sene şanslılar, geçen sene Mitra Mandal (dostluk mandalası, dostluk çemberi) isimli sivil toplum örgütünden aile başı bir yorgan aldılar.
Köylülerden Sahadev Majhi, 'Misafirler sadece yorganın altında keyifle uyumak için geliyorlar. Bizse yorganlarımızı misafirlerimize verdiğimiz için yine samanların içine girmek zorundayız' diyor.
Pokadiya'lı ihtiyar Phulawa Majhi kocasıyla birlikte damadının evine gelmiş: ' Bizim köy öyle soğuk ki iki gün yorganın içinde rahat etmek için kalktık buraya geldik.' Phulawa diyor ki Mushahar yerleşimlerindeki ihtiyarların çoğu kışın soğuğa dayanamayıp ölüyor. 'Bu kışı atlatabilirsem bir kaç sene daha yaşarım.'
Phulawa'nın kocası Ram Chandra, 'Ölümden korkmuyorum ama Ocak ayının soğuğundan korkuyorum' diyor. Ram Chandra, elli hanelik Pokadiya köyünde hiç yorgan olmadığını anlatıyor.
Parsa Tharu Kalkınma Komitesi başkanı Ram Narayan Chaudary'nin dediğine göre bölgede sıcak tutacak giysileri olmadığı için zorluk çeken 20 bin Musahhar var. Çoğu kış geceleri samanların içinde uyuyor ya da sabaha kadar ateş etrafında oturuyor.