"6 milyon kişiye iş sağlayan ve AB'nin ikinci tedarikçisi olan hazır giyim sektörümüz, artan Çin tehdidine önümüzdeki günlerde düzenlenecek Çocuk Moda'04 Fuarı'nda gövde gösterisi yaparak cevap vermeye hazırlanıyor.."
Bildiride, fuarın "kalitesiz ürünleri ve ucuz işçiliği sayesinde dünya hazır giyim pazarlarında Türk üreticilerin karşısına çıkan Çinlilere bir cevap olacağı" da belirtiliyordu.
Aynı gün Brüksel'de, "İstanbul Deklarasyonu"na destek veren 47 devletin temsilcilerini buluşturan bir zirve sona eriyor ve bir bildiri yayınlanıyordu.
"İstanbul Deklarasyonu"ndan haberdar olmayanlar için kısa bir açıklama: Dünya Ticaret Örgütü genel Direktörlüğü'ne yazılmış bir mektup olan ve ABD başkan adayı Kerry tarafından da imzalanmış bulunan İstanbul Deklarasyonu, örgütü bir olağanüstü toplantıya çağırıyor ve dünya çapında tekstil kotalarının kaldırılacağı tarihin 2005'den 2007'e ertelenmesini istiyor.
Brüksel zirve bildirisinde, söz konusu erteleme için "Dünya Ticaret Örgütü'ne doğrudan başvuruda bulunulacağı" açıklanıyordu.
Bildiride ayrıca, "2005'de kotaların kalkmasıyla, Çin'in çoğu gelişmekte olan ülkelerde 30 milyon kişinin işsiz kalmasına yol açabileceği" vurgulanıyor, bu durumdan da en fazla kadınların etkileneceği belirtiliyordu.
İşsizlik tehditi ve kadınların mağduriyetine karşı ve hemen hemen yalnızca insaniyet adına bu tavır alıştan bir hafta önce ise, Brüksel Zirve'sinin destekçilerinden İstanbul Tekstil ve Hammadde İhracatçı Birlikleri (İTHİB) Başkanı İsmail Gülle, Takvim gazetesine yaptığı açıklamada Çin'le rekabet konusunda devletin ihracatçıya destek olmadığından yakınarak, "Çin karşısında yalnız bırakıldık, işimiz zor" diyor ve şunları söylüyordu: "Özel sektör kendi imkânlarıyla ne kadar yaparsa yapsın, tedbir almanın sonu yok. Devletin birtakım önlemler alması, konuya el atması gerekiyor.."
Bundan da bir süre önce, Nisan ayı sonlarında, ''Türkiye Hazır Giyim Sektöründe Rekabet Gücü Analizi ve Rekabet Gücünü Artırıcı Politika Önerileri'' adlı kitabın tanıtımı dolayısıyla düzenlenen toplantıda konuşan bir başka zirve destekçisi, İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Süleyman Orakçıoğlu şöyle demişti :
"Bu çelişkiyi anlamak anlatmanın imkânı yok. Rekabet gücüne ihtiyacımız var. 'Maliyetlerimizi hiç değilse dünya standartlarına çekin' diyorum. Ama bizi kaleye geçirmişler, ellerimizi kullanmayı yasaklamışlar, sonra da 'Gol yemeyin, kazanmaya ihtiyacımız var' deniyor. Ellerimizi kullanabilsek sektör olarak üstünlüğümüzü ispat edecek kalite ve kapasiteye sahibiz. 2 milyondan fazla insanı istihdam eden bir sektör, dünyanın en yüksek istihdam vergisini ödüyor."
O toplantıda Kadir Has Üniversitesi'nden öğretim üyesi Mehmet Hüseyin Bilgin de, 2005'de kotaların kalkmasıyla Gümrük Birliği'nin sağladığı olanakların bir anlamının kalmayacağını belirtiyor, ihracatçıların maliyetlerini düşürmek için üretimlerini Anadolu'ya yöneltmeleri gerektiğini söylüyordu.
Çin'de sermaye birikimi ve refakatçi orta sınıf
Bu bildirilerin yayınlandığı, açıklama ve konuşmaların yapıldığı günlerde, 13 - 18 Haziran tarihleri arasında Brezilya'nın Sao Paolo şehrinde toplanan 11. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın (UNCTAD) gündem maddesi, yoksullar ile zenginler arasında önü alınamaz bir biçimde büyüyen uçurumdu.
Küresel ticaret 2003 yılında bir önceki yıla göre yüzde 4.3 artmış, 2004'de ise yüzde 7 artması bekleniyordu . Üstelik bir bütün olarak alındığında "gelişmekte olan ülkeler" grubu da bu ticaretten kazanıyordu. Grubun 1990'da yüzde 24 olan payı, 2000 yılında yüzde 32'ye çıkmıştı. Ama mesela mamûl ürünlerde Doğu Asya ülkeleri, grubun payının yüzde 75'ini alıyordu.
Bu arada küresel ihracatın yüzde 80'i 10 ülke tarafından yapılıyordu. Dünya Bankası verilerine göre, küresel ihracatta her dolar'ın sadece 3 cent'i dünya nüfusunu yüzde 40'ını oluşturan düşük gelir grubu ülkelerine gidiyordu. En az gelişmiş 50 ülkenin ticaretteki payı ise, 1970'deki yüzde 1.7'den 2002'de yüzde 0.6'ya inmiş durumdaydı.
Bu tabloya bakıp, "gelişmekte olan ülkeler" diye bir bütünden söz etmenin anlamı var mı? Dünya nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan 3 cent'lik ülkelerle Çin'i ya da "Doğu Asya" grubunu aynı kaba koymak mümkün olmadığına göre.. Tek bir istatistik vermek gerekirse, Çin'de, özellikle son yıllarda yaşanan ticaret patlamasının ardından, "aşırı yoksul"ların nüfusa oranı 1981'deki yüzde 64'den şu anda yüzde 17'e gerilemiş durumda. Çin'de sermaye birikimi hızlanırken, ona refakat eden bir orta sınıf da oluşuyor, büyüyor.
Tablolar arasındaki farklılık, "gelişmekte olan ülkeler"in ne zamandır homojen bir grup olmaması ise, Çinli üretici ve tüccarın daha üretken ve kurnaz olması gibi nedenlerin sonucu değil. Örneğin 15 milyon Afrikalı pamuk üreticisinin, her yıl kendilerine 250 milyon dolara mâl olan ABD sübvansiyonları ile başa çıkamaması, bir tür bireysel "gerilik"ten kaynaklanmıyor.
UNCTAD Genel Sekreteri Rubens Ricupero'nun verdiği bilgilere göre, şu anda Latin Amerika'da, küresel ticarette bu bölgenin büyük bir hamle yapmış olmasına karşın, 1997'dekinden 20 milyon fazla yoksul var. Yani "hamle yapmak" da tek başına yoksulluğun artmasına ilaç değil. Dünya Bankası verilerine göre şu anda Latin Amerika ve Karaib ülkelerinde halkın yüzde 25'inden fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Bu arada, "dışarı iş verme" ("outsource") ya da "off-shore" iş yapmada önümüzdeki yıllarda büyük bir patlama yaşanması bekleniyor. Bugüne kadar bu alanda yaşanan gelişmeleri gölgede bırakacak bu patlama sonucunda , beş yıl içinde "off-shore" hacminin yüde 30 - 40 artacağı tahmin ediliyor. Şu anda herhangi bir şirket, herhangi bir ürünü, emeğin ucuz olduğu ve yerel hükümetlerin yabancı yatırımcıya çeşitli avantajlar sunduğu herhangi bir ülkede yapabilecek durumda.
Bir yandan da UNCTAD'a göre, "Güney yarımküredeki ülkeler, ticareti, Kuzey'in endüstrileşmiş ülkelerinden daha hızlı serbestleştirmiş durumda. Bu da ithalat faturalarını giderek yükseltiyor.. Pek çoğu, bazı kazanımlar elde edebileceklerini düşünerek ticaret rejimlerini serbestleştirdiler ve bu süreçte onların hızı gelişmiş ülkeleri geride bıraktı. Ekonomilerini dışarı açtıktan 20 yıl sonra, gelişmekte olan dünya hâlâ açılma politikalarının sonuçlarını bekliyor.."
Ne diplomatik bir ifade değil mi? "Onların hızı gelişmiş ülkeleri geride bıraktı"!
Çin'e "etik" öneriler
Yukarıda sözü edilen "İstanbul Deklarasyonu" ve bu hareketi hızlandırmayı amaçlayan "Brüksel Zirvesi"nin organizasyonunda Amerikan tekstil endüstrisinin örgütü NTCO ve AMTAC ile işbirliği yapan İTHİB ve İHKİB yöneticileri, bir ara da Çin'e gitmişlerdi. Türkiye'ye döndüklerinde İTHİB Başkanı İsmail Gülle Çin ziyaretlerinin nedenini şöyle açıklamıştı : "Geçen yıldan beri her platformda gündeme getirdiğimiz, her tarafta karşımıza çıkan, etik ticaret kurallarına uymayan, sübvansiyon uygulayan, haksız rekabet yaparak karşımıza bir tehdit olarak çıkan Çin'i bir fırsat, bir iş yapma merkezi haline dönüştürebilir miyiz düşüncesiyle Çin'e gittik."
Gülle "Ekmek Çin'in ağzında diyor" ve Çin'in "etik ticaret kurallarına uymaması"na karşın, herhalde daha çok insaniyet adına ve iyiniyetten, şu "etik" önerileri gündeme getiriyordu:
* Türk markalarının Türk kumaşını Çin'deki ucuz üretim avantajlarından yararlanarak konfeksiyon haline getirip AB ve ABD'ye ihraç edebilir.
* Çin, Türkiye'de yapabileceği yatırımlar ile AB pazarına gümrük vergisi ödemeden girebilir.
Bundan üç yıl önce, "Tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılması ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla" 18 Ocak 2001'de kurulan TBMM Araştırma Komisyonu 'nun, o zaman Anavatan Partisi şimdi AKP milletvekili olan başkanı Ertuğrul Yalçınbayır ise, Nisan 2001'de sektör temsilcilerinin de katıldığı bir komisyon oturumunda şunları söylüyordu :
"Dış Ticaret Müsteşarlığı'ndan alınan faks gizli nitelikli bir yazı. Onu da sizlere takdim ettik, yazının gizlilik niteliğini dikkate alarak, bunu Web sitemize yüklemiyoruz, basına da bu konuda herhangi bir bilgi vermiyoruz. Özetle, burada üç konu üzerinde öneri geliştirildiği ifade edilmektedir. Bu önerilerin de toplam maliyetleri, ihtiyaç duyulan kaynak 400 milyon ABD Doları'dır. Sektör ayırımı yapılmaksızın, ihracatı gerçekleştiren firmaların desteklenmesiyle ilgili bir öneri; yine, faiz sübvansiyonuyla ilgili bir öneri; yine, ihracatın desteklenmesiyle ilgili istihdam vergilerinin mahsup sistemiyle ilgili bir öneri sunulmuş.."
Komisyon çalışmaları tamamladığında sonuç raporları yayınlanmış, raporların bir yerinde şöyle deniyordu:
"AB'li tekstil ve konfeksiyon yatırımcılarının Türkiye'de ortaklık ve yatırım yapmalarını tercih etmeleri için gerekli yatırım, kredi, istihdam ve vergi indirimi teşvik mekanizmaları AB Brüksel ve Ankara nezdinde sağlanmalıdır."
Bir yerinde de şöyle:
"AB ile dış ticaretimizde şimdiye kadar hiç olmazsa emek-yoğun sektörlerde avantaj sağlamamız gerekirken, AB'nin hiç danışma gereği bile duymadan sadece kendi milli çıkarlarına göre Üçüncü Dünya Ülkeleri ile uygulamakta olduğu tek taraflı serbest ticaret politikası sürekli ülkemizin aleyhine gelişme göstermiştir."
Ticarette "etik"in eti kemiği yok
Türkiye tekstil sektörünün temsilcilerinin 2001'den, ondan da önceden beri yakındığı bazı konular var ki, bu yakınmaların haklılığı herhalde tartışılmaz. "Kayıt dışı ekonomi" de denilen, sigortasız işçi çalıştıran, gelirlerini vergi dışı tutmayı başaran şirketlerin yarattığı "haksız rekabet"le ilgili yakınmalar mesela..
Ya da enerji maliyetlerinin yüksekliği..
Ama herhalde bu temsilcilerin de kabul etmesi gereken bir gerçek var ki, dünyanın hiçbir yerinde sermayenin birikimi "belirli kurallar"a sadık kalarak, "etik kurallar" çerçevesinde sağlanmıyor. Bugün hepsinin dillerinden düşürmediği "serbest ticaret", Brüksel Zirvesi organizatörü AMTAC'a (American Manufacturing Trade Action Coalition) göre adeta ölümcül bir hastalık. Örgütün "misyon" unda şu ibare yer alıyor. "İş kayıpları, kısmen NAFTA ve DTÖ-Uruguay Oturumları gibi, istihdamın ticaretle ilgisi olmayan meselelerin halledilmesinde bir pazarlık kozu olarak kulanıldığı ticaret anlaşmalarından kaynaklanmaktadır. Bu ticaret anlaşmaları, tüm Amerikan imalat sektörünün içini boşaltmaktadır."
Küresel sermayenin mutlak özgürlüğüne, sınırsız hareket ve yatırım özgürlüğüne karşı sermaye temsilcileri! Küreselleşme karşıtı kapitalistler!
İşine gelince teşvik, sübvansiyon, ayrıcalık istemeyi meşru görme ve gösterme, işine geldiğinde ise tüm ayrıcalıklara karşı çıkma ve Adam Smith'in "görünmez eli" önünde saygı duruşuna geçme, sadece ve sadece sermayenin "o anki" konumu ile ilgili bir şey.
Devletinden destek gördüğü iddiası ile Çin sermayesini "etik dışı" ilan eden İTHİB ve İHKİB yöneticileri, kendi devletlerinden destek almak için, hangi partinin iktidarda olduğundan tamamen bağımsız olarak Meclis koridorlarını arşınlayıp duruyorlar. AB'ye üye olunamasa da, "gümrük birliği avantajının son kırıntılarından yararlanalım bari" deyip, Çinli tekstil patronlarına bu serbest piyasa ve serbest ticaret dışı mekanizmayı Türkiye üzerinden kullanabileceklerini hatırlatıyorlar.
Sonuçta, değişen ve değişmeyen iki şey var. Değişen, orta sınıfın nerede semirdiği, nerede zayıfladığı; bir de sermayenin hangi ellerde yoğunlaştığı.. Değişmeyen ise, sermayenin, uzun süre belirli bir ele sadık kalamasa da, birikmeye ve yoğunlaşmaya devam etmesi..
Bugünlerde Çin'de üst orta sınıf, yok hatta sadece orta sınıf olmak varmış. Bugünlerde orada gıcır gıcır bir Volkswagen Golf'e 13 milyar liraya sahip olunabiliyor. Burada, İstanbul'da ya da daha Batı'da öyle bir otomobile ödenen parayla Çin'de üç tane alınabiliyor.
Bu arada bugünlerde sermayenin sınırları Çin seddini aşmış koşarken, emeğin sınırları Batı'dan Doğu'ya, Kuzey'den Güney'e, şehirlerden köylere doğru hızla değişiyor, daralıyor. Göç halindeki sermaye küreselleştikçe emek yerelleşiyor. Bu yıl ABD'deki son fabrikalarını kapatan Levi's, İspanya'daki emeği de pahalı bulup Türkiye, Çin, Macaristan ve Polonya'ya transferin planlarını yapıyor. Marks & Spencer'a kadın ve çocuk giysileri üreten İskoç Castleblair, İskoçya'daki fabrikalarını kapatıp yüzlerce işçisini işten çıkarıyor ve tüm üretimini İstanbul'un Kıraç'ına taşıyor.
Dünyada sermayenin birikmeye ve yoğunlaşmaya devam etmesi gibi, bir şey daha değişmiyor: Bir yerlerde alt sınıflar, herhangi bir şeye sahip olamadan ve gelecek güvencesinden mahrum yaşamaya devam ediyorlar ve bütün bunlar, mahrumiyetin değişmezliği açısından belki de en az onları etkiliyor. Değişen, tarihin hangi anında nerede alt sınıftan orta sınıfa transferin yaşanacağından ibaret. Bugün transfer Çin'de yaşanıyor, tersi ise Batı'da. Bir nesil sonra belki tersi olacak. Bu arada tarihin hangi anında ve nerede olursa olsun, alt sınıfın büyük çoğunluğu için ise hemen hemen hiçbir şey değişmiyor. (ŞA/EK)