Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta Atina'ya yaptığı resmi ziyarette "Lozan'ın güncellenmesi" gündeme geldi.
Erdoğan, ziyaret öncesi Yunanistan'da yayın yapan Skai TV kanalına verdiği röportajda, "Aslında, dünyada tüm yapılan anlaşmaların zamanın akışı içerisinde güncellenmesi gerekir. Lozan'ın da bu şekilde tüm bu gelişmeler karşısında bir güncellenmeye ihtiyacı var" demişti.
Tıklayın- Lozan Anlaşması, Erdoğan, Celal Bayar ve Yunanistan
Erdoğan, Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos ile görüşmesinde de "Hala biz Batı Trakya'da baş müftüsünü oradaki imamlar, din adamları seçememiştir. Bu nasıl oluyor da Lozan anlaşmasının uygulamada olduğunu söylüyoruz?" demişti.
Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof. Dr. Elçin Macar'a Yunanistan'daki Batı Trakya Türkleri'nin son durumunu ve Türkiye'deki Ermeni Patriği seçimlerindeki tıkanıklığı sorduk...
Erdoğan'ın Atina ziyareti sırasında "Lozan Antlaşması'nın güncellenmesi" gündeme geldi. Batı Trakya Türkleri'nin şu an durumu nedir? Müftü seçimi Lozan Antlaşmasını ilgilendiren bir konu mudur?
Aslında Lozan öncesi bir anlaşmaya dayanıyor müftü seçme hakları. O da 1913'te imzalanan Atina Anlaşması. Lozan'a atıf yaptı basın ve politikacılar. Ama Lozan'da böyle bir konu yok, önce bunun altını çizelim.
Yani iki ülke arasındaki bir meseledir. Ama Lozan genel olarak azınlıklara pozitif haklar tanıyor, örneğin 40. maddenin "her türlü dinsel kurum kurmak ve yönetmek" hakkını verdiğini de hatırlayalım.
Yunanistan'da 1920'de bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi var. O günden beri müftüler atamayla geliyor. Dindar bir topluluk olan Batı Trakya Müslümanları bu durumu ancak 80'li yıllarda politize olunca ve ulusal bilinçleri yükselişe geçince mesele yapmaya başladılar.
1990 yılında da ilk defa bir tür seçimle "bizim müftümüz budur" diye ortaya çıktılar. Ama o günden beri hem hükümet müftü atıyor, hem de cemaat seçiyor. İskeçe ve Gümülcine'de ikişer müftü var. Dolayısıyla atanmış müftüler var, seçilmiş müftüler var.
Mühürlü ve mühürsüz iki müftü var
Bu uygulamada nasıl yürüyor?
Yunanistan laik bir ülke olmadığından Batı Trakya azınlığı için şeriat geçerlidir. Medeni hukukun düzenlediği evlenme, boşanma, çocuğun velayeti, miras gibi konuları müftülük düzenler.
Aynı zamanda bir tür noterlik yetkisi de vardır. Yani siz kimlik belgenizi müftülükten alırsınız. Bu devlet katında geçerli bir belgedir. Tıpkı kiliseden vaftiz belgesi almak gibi... Yani devlet resmi yetkiyi, atanmış müftüye vermiştir, mühür ondadır.
Seçilmiş müftünün hiçbir yetkisi yoktur. O cemaat nezdinde siyaseten önemlidir. Müftünün elbette ki seçimle gelmesi gerekir, ancak Yunan hükümeti bu yetkilerin ancak yargıçlarda olabileceği, Yunanistan'da yargıçlar atamayla geldiklerinden müftünün de atamayla gelmesi gerektiği şeklinde bir tez ileri sürmektedir.
"Lozan çok genel anlaşmadır"
Peki Atina Antlaşması'nda bu düzenleme vardı değil mi?
Var, bir de baş müftülük olması gerekir, o da uygulanmıyor.
İki ülke arasındaki azınlık statülerinin, hakların zaten ikili anlaşmalarla düzenlenmesi gerekiyor bu durumda değil mi? Bu durumda Lozan'ın güncellenmesi gerekmiyor o halde?
Bunu Lozan düzenlemiyor bir kere. Tıpkı patrik seçimini düzenlemediği gibi... Lozan çok genel bir anlaşmadır, bu kadar detaylar orada yer almıyor. Dini liderlerin seçimi o cemaatin meselesidir, böyle olmalıdır. Yunanistan için de, Türkiye için de...
Türkiye'deki azınlıklara gelirsek şu an Ermeni Patriği seçimlerinde bir tıkanma söz konusu. Nedir son durum?
Ermeni Kilisesi, doğrudan cemaat üyelerinin seçime katıldığı bir süreçle patriğini seçer. Prosedür şöyle işliyor: Bir müteşebbis heyet oluşturuluyor, bu heyet sivillerden oluşuyor. İlk işi Ermeni cemaatinde oy kullanabilecek olanların listelerinin güncellenmesi.Ondan sonra da seçim için vilayete başvuruyor ve vilayetten seçim için bir tarih ve "patrik seçimi talimatnamesi" geliyor. Sonra da seçim gerçekleştiriliyor.
Seçim iki turlu gerçekleşiyor. Cemaat üyeleri delege seçiyorlar. Delegeler ikinci turda Patrik'i ve onunla birlikte çalışacak ruhani kurulu seçiyor.
"Patrik seçimleri Türkiye'de keyfi bir düzene göre"
Peki devletle ne gibi bir sıkıntı var seçimler konusunda şu an tam olarak?
Somut olarak söylenen şu, Patrik Mesrob'un rahatsızlığından beri Başepiskopos Aram kiliseyi idare ediyordu ve "Patrik Genel Vekili" diye bir unvan kullanıyordu. İlginçtir, Patrik Mesrob'tan önceki patrik Karekin rahatsızlandığında Beşepiskopos Mesrob'a "genel vekil" unvanını noter onaylı bir şekilde vermişti.
O zamanki resmi görevliler, "böyle bir vekillik olamaz. Vekalet Ruhani Kurul'dan alınabilir," demişlerdi. Uzun süredir kullanılmayan Değabah (Patriklik Kaymakamı) unvanı hatırlanmıştı böylece. Başepiskopos Aram'a böyle bir hatırlatmanın yapılmamış olması çok ilginç. Değabah Patrik seçilene kadar onun yetkilerini sürdüren kişi oluyor.
Seçim talebi cemaat içinden geldi. Yani böyle bir "patrik genel vekili" unvanıyla Patrikhane'nin daha fazla yönetilemeyeceğini ve Patrik Mesrob'un durumundan dolayı da yeni bir patrik seçiminin gerektiğini bir imza kampanyası düzenleyerek, gündeme taşıdılar.
Anlaşılan o ki, Eçmiadzin Katolikosu, devreye girdi. Aram ve Karekin başepiskoposlarla Şahan episkoposa, doğru olanın değabah seçilmesi ve onun riyasetinde bir patrik seçimine gidilmesi gerektiği olduğunu telkin etti.
Bu sürecin sonunda Başepiskopos Karekin değabah seçildi. Bir süre tuhaf bir durum ortaya çıktı, hem "patrik genel vekili" hem de değabah bir arada bulundu. Sonunda, "Patrik Genel Vekili" istifa etti. Oluşturulan müteşebbis heyet resmen valiliğe başvurarak "biz seçim yapmak istiyoruz" dedi.
10 Aralık ve 13 Aralık günlerini de seçim günleri olarak ilan etti. Bu şu anlama geliyor, "bize ne yapmamız gerektiğini bildirin" demek istiyorlar. Çünkü bir kanunla düzenlenmemiş bu seçimler. Her patrik seçiminde Vilayet bir yazı gönderiyor. Mesela 1961 seçimleri böyle oldu. 1990'da da böyle oldu. "Patrik seçilmenin kriterleri şunlardır" şeklinde bir talimatname gönderiyor.
Biraz keyfi bir durum oluyor yani...
Tamamen keyfi... Örneğin 1990 yılındaki seçimde Başepiskopos Mesrob'un adaylığı gündemdeydi. Devlete yakın olduğunu iddia eden basın organlarında Mesrob aleyhine yayınlar yapılıyordu, kendisini devletin istemediği yazılıyordu.
Bu şimdi de aynı biliyorsunuz bir aday için... 1961 yılındaki talimatnamede patrik adayı için yaş sınırı 35 iken, 1990 seçiminde gelen talimatnamede bu kriter 40'a yükselmişti.
Mesrob 34,5 yaşındaydı. Seçim biraz geciktirilirse belki de aday olabilecekti. Cemaatin büyük tepkisi sonucunda, bu kriterde eskiye dönüldü, yine 35 oldu. Bu sırada Başepiskopos Mesrob Kudüs'te münzevi bir hayat yaşayan ve bu işe hiç de gönüllü olmayan İstanbullu Başepiskopos Karekin'i davet etti ve onun lehine adaylıktan çekildi. Karekin de patrik seçildi.
İlk gelen talimatnamede bir madde de o güne kadar geçerli olan "piskopos olmak" kuralını altüst ediyor, yerine "ruhani olmak" kuralını getiriyordu. Yani alelade bir papaz da patrik seçilebilirdi.
Bununla ilgili yasal olarak ne yapılmalı peki. Türkiye devleti tarafından mı bir düzenleme yapılmalı, Ermenistan ile ortak bir anlaşma-düzenleme mi yapılmalı?
Bence bu konunun muhatabı Ermenistan olamaz. Ama sonuçta 4 Ermeni ruhani merkezi var. Eçmiadzin, (Erivan'a 25 km uzaklıktaki eski bir yerleşim alanı.) Kilikya (bugün Beyrut'ta), Kudüs ve İstanbul. Ermeni Kilisesi'nin gelenekleri çerçevesinde düzenlenmelidir.
Bir de İstanbul kilisesi Türkiye'dedir, Türkiye Ermenileri'nin oy kullandığı bir seçimle seçilmektedir.
Türkiye'nin de bunu Ermeni Kilisesi'nin geleneklerini bozmadan düzenlemesi gerekir. Kriterlerin açık, şeffaf olması gerekir.
Her seçimde değişmeyecek şekilde tanımlanmış olması gerekir. Ama "Türkiye Cumhuriyeti'nin emniyetine mazhar olmak" gibi muğlak, ne dediği belli olmayan ifadeler hiç anlamlı gözükmüyor. Bunlar bir demokratik hukuk devletinin kriteri olamaz.
"İki tarafta da azınlık hakları tartışılmalı"
Batı Trakya Türkleri üzerinden gündeme getirildiği için soruyorum. Lozan'ın şu an gündeme gelmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Cumhurbaşkanı'nın Yunanistan gezisiyle ne hedeflendiğini ben anlamış değilim. Çünkü Cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ziyaretlerden önce bürokratlar bakanlar ilgili ülkeyle görüşmeler yapar, o ülke ile bazı konularda bir fikir birliği içerisinde yeni düzenlemeler gerçekleştirir. Cumhurbaşkanı da gider imza atar.
Yani bu tür ziyaretlerin somut ürünü, bir amacı olması lazımdır, turistik amaçlı olmaz. Bu ziyaretin neden yapıldığı anlaşılamadı. Lozan tartışması ve Batı Trakya ziyareti sayesinde biraz Batı Trakya Türkleri'nin sorunlarının gündeme getirilmesine hizmet etti sadece. Ben bunu olumsuz görmüyorum.
Sonuçta her iki ülkedeki azınlıklar uzun zamandır sıkıntı çektiler, çekiyorlar. İki tarafta da azınlık haklarının tartışılması iyi bir şey. Tabii Yunanistan açısından baktığımızda AB üyesi bir ülke... Müftülük konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Yunanistan aleyhine aldığı kararlar var. Bütün bunlara rağmen Yunanistan'ın bunları uygulamaması kabul edilemez.
Ama bunun bir karşılıklılık zihniyetiyle sunulmasını da karşı çıkmak gerekir. Buradaki Rumlar, Ermeniler dediğimizde Batı Trakya Türkleri'nin gündeme getirilmesini de anlayamıyorum. Bu işler "karşılıklı işler" değildir.
"Laik bir devlet kilisenin başının nasıl seçileceği ile ilgilenmez"
"Bizdeki azınlıkların böyle sıkıntıları yok" söylemiyle gündeme getiriliyor...
Bu doğru değil. İşte Ermenilerin "patrik seçememe süreci"ni izliyoruz. Rum Patrikliği seçiminde de bir uygulama var, bu Özal döneminde uygulanmadı ilk kez. Vilayet, Rum patrik adayları listesini istiyor.
Patrikhane bir liste veriyor, istemediklerinin üzerini çiziyor hükümet. Ondan sonra listenin yeni halini gönderiyor Patrikhane'ye. Patrikhane üzeri çizilmemiş isimler üzerinden bir seçim yapıyor. Bir kere burada özgürlük nerede?
Patrik adayının Türk vatandaşı olma zorunluluğu var. Patrikhane'nin yetki alanı sadece bu topraklarla sınırlı değil ki... Dünyanın birçok yerinde cemaati var, ruhbanı var.
Dolayısıyla oradaki din adamının da kendi prosedürü içerisinde bir gün patrik olabilme hakkı olması gerekir. Bu engellemeleri de hatırlayalım. Bu iktidar döneminde bir patrik seçilmediği için ne olacağını bilmiyoruz.
Bütün bu tartışmalar bu işlerin kanunla düzenlenmemiş olmasından kaynaklanıyor. Yarın hükümetimiz nasıl isterse öyle seçilir... Bu demokratik, insan haklarına, özgürlüklere saygılı bir ülkede böyle olmamalıdır.
Bir kere laik bir devlet kilisenin başının nasıl seçileceği ile ilgilenmez. Bu onun meselesi değildir. Buna karışmaz. Bu işi kanunla düzenlemeli midir, düzenlememeli midir bu da ayrı bir tartışma. Ya bunu cemaat temsilcileri ile birlikte oluşturur ve kanunla düzenler ya da tamamen cemaate bırakır.
Türkiye'nin buna bir karar vermesi gerekiyor. Hiçbirini yapmamak veya her seçimde farklı tavır alarak yapmak doğru değil. Burada laiklik kavramının da altını çizmek isterim. Laik devletin bu sürece karışmaması gerektiği düşüncesindeyim.
Fakat son iki Ermeni Patriği seçiminde, muhtemelen dünyadaki çeşitli parlamentoların "Ermeni soykırımını tanıma" kararları, devleti Ermeni patriği seçimine müdahale ettiriyor. Bu gerilim arasında Patrikhane eziliyor.
Anladığım kadarıyla da devlet kendi istediği profilde bir patrik getirmeye çalışarak bu kurumu dışarıya karşı da bir araç olarak kullanmayı amaçlıyor.
"Azınlık Vakıfları yöneticilerini seçemiyorlar"
Tüm azınlıklar için konuşursak, genel olarak cemaat vakıflarında da bu sıkıntı var bildiğimiz kadarıyla...
Seçim yönetmeliiği yok bir defa. Yöneticilerini seçemiyorlar. Bülent Arınç zamanından beri yönetmelik çıkarılamıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bülent Arınç hükümetteyken, vakıfların bağlı olduğu başbakan yardımcısı oydu.
Bu söylediğimiz seçim meselesi şu: Azınlık vakıfları yöneticilerini seçemiyorlar. Çünkü seçimin nasıl yapılacağına dair yönetmelik onaylanıp, hükümet tarafından kabul edilmedi.
Hatta Vakıflar Meclisi'ndeki azınlık vakıfları temsilcisi Laki Vingas bu durumu protesto etmek için istifa ettiğinde, onu "yönetmeliği hemen çıkarıyoruz" diye ricayla geri döndürmüşlerdi. Bu ay onun yerine gelmiş olan temsilcinin de süresi bitiyor, yönetmelik hala ufukta yok. (PT)
Elçin Macar hakkındaElçin Macar 1968'de İstanbul'da doğdu. İ.Ü. İktisat Fakültesi Uluslarası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Halen Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi. İletişim Yayınları'ndan çıkan İstanbul'un Yok Olmuş İki Cemaati ve İstanbul Rum Patrikhanesi kitaplarını yazdı. Yorgo Benlisoy'la birlikte de Ayraç Yayınları'ndan çıkan Fener Partikhanesi kitabını yazdı. |