Konuşmamam gereken şeyler vardı. "Kız" çocuklarına özgü mahcubiyetler. Biz "kız çocukları" öyle ulu orta konuşmaz, biz "kız çocukları" susmayı bilirdik.
Kız çocuklarına özgü mahcubiyetlerin büyüdüğüm zaman insan "kızlarına" devrolduğunu anlamam çok sürmedi. İnsan "kızları" susuyor, insan "kızları" boncuk boncuk ağlıyor, insan "kızları" kimi zaman kan kusuyor, "kızılcık şerbeti içtik" diyordu.
Derin sessizlik yaşayanlar...
Neden düşündüm bütün bunları? Ne üzerine?
Bunları düşünmeme sebep, insan "kızlarının" bu derin sessizliğidir. Başlarına gelenleri kendi mahcubiyetleri bilmelerine, ilk âdet gördükleri zaman utanmalarına, ilk sevgili eli tuttuklarında "arsız bir şey" yaptıklarını düşünmelerine neden olan derin sessizlikleri.
Konumuz, "iş yerinde psikolojik taciz"di. Eşime dostuma "iş yerinde cinsel değil psikolojik tacize" uğrayıp uğramadıklarını sormam gerekiyordu. Açıkçası sorarken ben de psikolojik taciz ne, cinsel tacizden ayrımı ne, bilmiyordum. Bu yol beni onunla karşılaştırdı.
Adı P.Ç. Bu kadarı yeter bize. Zaten zor anlattı hikâyesini. Zaten zordu. "Susması gereken insan kızı"....
İlk önce kötüye yorulur mu bilemedim...
P. Ç., bizim, hepimizin yaşadığı, yaşayabileceği bir şeyi yaşamış. Hepimizin düşebileceği bir karmaşaya düşmüş.
Ben diyeyim üç, siz deyin beş yıldır bir işte çalışıyor. İş arkadaşlarınca sevilen, sayılan biri. Asaletini tasdik ettirdiği bir kamu kurumunda memur. Dolayısıyla adı da, cismi de biz de saklı.
Anlatırken hikâyesini, susmakla susmamak arasındaki çelişkiyi özetleyerek başlıyor. "İlk başlarda yakın arkadaştık, konuşurduk sadece" diyor. Uzun uzun, konuşurlar, dertleşirler, bazı günler ev yolunda beraber yürürlermiş. Sonraları kendisine bakarken dalan gözler, iki kelime daha uzasın diye beklenen sohbetler, arkadaşlıklarının "farklı" bir mecraya doğru sürüklendiğinin işareti olmuş.
Ama sorun burada başlamış zaten. P. Ç.'nin "farklı" bir beklentisi yokmuş. Yani işin özeti kız oğlanı "kardeş" gibi sevmiş.
"Ne var yani tüm bunlarda?" diyebilirsiniz. "Ne var yani tüm bunlarda?" dedim ben de. Biri birini sevebilir, bir diğerinden karşılık bulmaya bilir, bu hikaye böylece bitebilir. Bu hikaye böylece bitebilir mi?
Hayır bitmez. Babasının "aslan"ı, anasının "erkek" oğlu, böylece büyümüş, erkekliğinin her şeyi var etmeye yeter bir şey olduğuna ikna olmuşsa, kadının da ikna edilebilen bir varlık olduğuna böylece inanırsa, bitmez.
P.Ç. kendisine açılan erkeğe, onu arkadaş olarak kabul edebileceğini, onunla zaman geçirmekten zevk aldığını ama başka hiçbir şey düşünmediğini, "katiyetle" bildirmiş. Erkek, "madem bu kerre mağlubuz" deyip, "basmış bağrına mührü"... Ve böylece başlamış P. Ç.'nin kahır günleri...
Bıkar diye düşündüm...
P. Ç.'nin. ilk başlarda yalnızca bir "ilan-ı aşkla" sınırlı kalacağına inandığı durumun ardından araya bir soğukluk girmiş. P.Ç. bunu olağan karşılamış. Erkeğin bir süre karşılık bulamamasının getirdiği burukluğu yaşayacağına inanmış olgunlukla. Bir iki hafta, belki çok çok bir ay sürer sandığı günler, uzamış, dargın bakışlar kindar bakışlara dönmeye başlamış...
"Odamdaki arkadaşımın yanına onu görme bahanesiyle giriyor, benim yüzüme bile bakmıyor, arkamdan uzun uzun hayatını anlatıyordu" diyor. "Birlikte olduğu kadınlardan", "evlenme ihtimali olan kızlardan" bahseden erkek, bu arada P. Ç.'ye mesajlar atmayı, her sabah bir mail göndermeyi ihmal etmiyormuş.
"Bir oldu, iki oldu yanıt vermedim, bıkar diye düşündüm" diyor P.Ç.
Bıkar diye düşünüyor, vazgeçer diye umuyor tüm bu zaman zarfında bir masa yanındaki arkadaşına bile durumu anlatmaya cesaret edemiyormuş. Korkusunun yanlış anlaşılmak olduğunu söylüyor. Asıl zoruna gidense, ben söyleyene kadar adını koyamadığı bu "taciz" olayında "kadın olduğu için" yanlış anlaşılma ihtimali.
Aradan birkaç zaman daha geçtikten sonra, iş çıkışı izlendiğini fark etmiş. "Ben çıkmadan çıkmıyordu. Yanımda bir başka arkadaşımla gördüğünde, sudan sebepten kavgalar çıkarıyor, hayatımı zehir ediyordu." Bir iki kere daha uyardıktan sonra sonuç alamadığını fark edince, olur olmaz yere bağırmaya, sinirlenmeye başlamış.
Kavga çıksın diye bekliyorum...
Bu hikayenin sonu yok. Bu hikayenin kahramanı P.Ç. artık delilik sınırında geziyor, kimselere söyleyemediği bu olayın rezaletle sonuçlanmasını istiyor.
"İstiyorum ki, bir gün çok kızsın, bana vursun, bunu herkes görsün ve işten ayrılmak zorunda kalsın." İsteği bu.
"Ama ya benden hoşlanmıyorsa, ya ben söyleyince herkes beni herkesin kendisinden hoşlandığını zanneden paranoyak kadın sayarsa, ya olur olmaz olaylarda adım anılırsa..." Uzayıp giden "insan kızı endişeleri" susturuyor P.Ç.'yi.
Bana söylediğini, kendine söylediğini, defalarca "erkek"e söylediğini, açık açık, "bu adam beni taciz ediyor" diye ele güne söyleyemiyor... Bu hikaye bitmiyor...(AÖ)