Bir iletişim biçimi olarak başörtüsü
Bunun nedenlerinden biri, başörtüsünün artık sadece dinsel bir normu yerine getirmekten; veya cinsiyet ayrımının sembolü olarak, toplumsal ilişkilerin sınırlarını belirlemekten fazla bir anlam taşımasıdır. Sınıfsal üstünlük; cinsel ehliyet; yozlaşma ve batının değerlerinin üstünlüğünü reddetme gibi, güçlü siyasal ve ideolojik göndermelerdir.
Bir diğeri, başörtüsü; tutarlı bir kişiliğin uç mevzisi, ve bu mevziden içeri olası sızmalara karşı bir kalkan olarak algılanmaktadır. Tüm bunların üstünde başörtüsü bir iletişim biçimidir.
Başörtüsünün bir iletişim biçimi olarak sosyo-psikolojik analizine geçmeden önce iki noktaya temas etmek istiyorum. Birincisi, başörtüsünün dinsel bir norm olarak tartışılması ilahiyatçılara bırakılmalıdır çünkü iman ile aşka akılla varılamaz.
Bir diğer nokta ise, başörtüsünün kamusal alan kavramıyla ilişkilendirilmesi, tartışmayı yanlış bir zemine oturtmaktır. Çünkü modernite bağlamında anlam kazanan bu terimlerin, Türk modernleşmesinin öngördüğü toplumsal sözleşme bağlamında ve kendine özgü tarihselliğine uygun kavramlaştırılmaları henüz yapılamamıştır.
Örtünmenin kaynağı
Tarihsel olarak örtünmenin kaynağı dinseldir. Ortadoğu kaynaklı dinler, bedenin örtülmesini ilk günahla ilişkilendirir. Yahudi-Hıristiyan geleneğine göre Cennette çıplak olan Adem ve Havva'nın kovulduklarında örtünmeleri gerekir.
Hıristiyan Batı kültüründe giyinmek, onu dekore etmek yani bedene çekicilik, şıklık katmaktır. Böylece ideal durumda çıplak olan ve kovulmayla birlikte yaralanmış beden onarılmak istenir. İngilizce'deki "dressing" kelimesinin yaranın pansuman edilip sargılanması anlamını taşıması bir tesadüf olmasa gerektir.
İslam'da ise Adem ve Havva cennette örtüktürler ve oradan kovulmalarıyla örtüleri çıkarılmış ve bedenlerinin utanılacak yanı açığa çıkmıştır. Dolayısıyla İslam'da örtünme Adem ve Havva'nın Müslüman oğulları ve kızları için kusurları ortaya dökülen bedenin bu kusurlarının gizlenerek utancından kurtulmasıdır. Bu bakımdan örtünme "hicap" ve "haya" kelimeleriyle neredeyse eş anlamlıdır.
Cinsel dil
İnsan bedeni aynı zamanda onun cinselliğinin biyolojik dilidir. Aslında basit bir dil olmakla beraber, karşı cinsin (erkeğin) kendi hayal gücünden beslenen öteki (kadın) algısı, bu dili göstergesel anlamda son derece zenginleştirilmiştir.
Kitabi dinler açısından örtünme her iki cinsi de kapsamasına karşın, kadının örtünmesi daha ön plandadır. Bunun bir nedeni, kadın bedenin cinsel dil olarak daha güçlü sembollerle donatılması olabilir. Bir diğeri ise, erkek kadını anlamlandırırken, kadınlığın bu alt dili merkezinde yoğunlaşır. Daha basitleştirirsek , erkek kadını, kadının erkeği gördüğünden daha çok cinsel bir obje olarak görme eğilimindedir.
Cinsel hayal gücü
Dolayısıyla, kadın bedenin gönüllü veya zorunlu tek yanlı oto-sansürünün kadın ve erkek arasında cinsellik üzerine süre giden iletişimi kontrol altında tutabileceğini ummak naifliktir. Çünkü cinsellik, fiziksel olduğu kadar, hatta belki de ondan daha çok, hayal gücüyle yakından ilişkilidir: Taraflar arasında bir diyalog olarak sürdürülebileceği gibi ötekini (erkeğin) algılarından beslenebilen tek yönlü bir iletişime de çok geniş bir hareket alanı bırakır.
Bu nedenle genelde örtünme, özelde de başörtüsü sembolik bakımdan güçlü bir sınır tayin edici olsa da hayalleri sınırlayacak kadar sağlam değildir. Şiir ve edebiyat geleneğimiz kendi dışında hiç bir yasaklamanın engelleyemeyeceği bu (erkek) üstünlüğünün örnekleriyle doludur.
Ayrıca bu sadece Müslüman erkeklere özgü olmayıp evrensel erkek gerçeğidir. Örneğin, Alfred Hitchkok'a atfedilen bir görüşe göre kadın film gibi gizemli ve heyecan dolu olmalıdır. Ünlü yönetmen, kadının doğasını gizleyerek erkeğin onu hayallerine bağlı olarak keşfetmesi gerektiğini düşünmektedir.
Örtünme ve erkek egemenliği
Başörtüsü tartışmalarının ideolojik boyutunda tarafların çıkış noktası aynıdır: Savunanlar da yasaklanmasını isteyenler de bu taleplerini "kadının özgürleştirilmesi" üzerine oturturlar. Baş-örtüye karşı çıkanlar, örtünmenin kadını cinsel objeye indirgeyeceğini ileri sürmektedirler.
Öte yandan baş-örtünün savunucuları kadında cinselliğin alt dilini susturarak (Müslüman) kadının kapitalizmin elinde cinsel bir meta haline dönüşmesinin önüne geçilebileceği iddiasındadır.
Kadınlık üst dilini öne çıkarmak onu erkekle eşit bir birey statüsü kazandıracağı gibi, vatandaşlık haklarını fiilen kullanabilme olanağını da sunacaktır.
İktidar mücadelesi
Çıkış noktaları itibarıyla her iki yaklaşımda doğru olabilmesine karşın, sonuç açısından aynı şeyi söyleyebilmek zor. Yani kadının salt bir cinsel meta olarak algılanmaktan kurtarılması amaçsa, kadının örtünmesi veya örtünmemesi arasındaki fark, kadın cinselliğinin görünür gerçekliği ile (erkeğin) hayal gücünün ürettiği gerçekliği arasındaki fark kadardır.
Erkeğin gözü ile hayal gücünün işbirliğinde oluşan nazar (bakanın bakılanı bu ikincinin arzu etmediği biçimde görmesi) erkeğin kem gözlerine mil çekilmediği sürece örtünmeden beklenen işlev yerine getirilemez.
Bu durumda başörtüsü üzerine yapılan tartışmalar bir kaşık suda fırtına koparmak değilse, erkek egemen devletle yine erkek egemen geleneğin kadınlar üzerinden yürüttüğü bir iktidar mücadelesidir. (HK/NK)
* Dr. Hikmet Kırık, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesidir.