Kadın ağlıyor, mezuniyetinin sevincini yaşayamayan kızı ağlıyor, emekli polis memuru baba sinirleniyor. Ama kapıdakiler nuh diyor peygamber demiyor, emir büyük yerden, demiri kesiyor. Kadın, kızının mezuniyetini izleyemiyor.
Medya durmuyor, mevzuyu manşetlere taşıyor, iyi de ediyor. Ama tuhaf bir yerden tutuyor. Başındaki "Anadolu usulü" başörtüsüyle tören alanına alınmayan annenin geçmişine gidiyor, asıl manşetlik malzemeyi buluyor:
"Şehit anasını başörtüsü var diye kızının mezuniyetine almadılar".
28 Şubat
Konu elbette hassas. Ama hassasiyetin sebebi şehit annesi olmak değil ne yazık ki, üniversiteyi bitirmiş bir kızın annesi olmak.
Başörtüsü yasağı başladığında, yani 28 Şubat sürecinde, bendeniz tam da o aralar olunması gereken yerde, üniversitedeydim. Henüz üçüncü sınıftaydım, okuduğum fakültenin dört bölümü vardı ve bu dört bölümden üçü özel yetenek sınavıyla öğrenci alıyordu, kalan biriyse ÖYS ile...
ÖYS ile girilen bölümde sayıları az da olsa türbanlı/başörtülü öğrenciler vardı.
Ancak özel yetenek sınavlarıyla girilen bölümlerde türbanlı/başörtülü kimse yoktu.
Hatta o dönemde okulda bunun tartışıldığında, yetenek sınavına türbanlı birisi girse bile okulu kazanmasının mümkün olamayacağının söylendiğini hatırlıyorum. Aslen bu denenmiş miydi bilmiyorum ama kimse yoktu gerçekten türbanlı...
Aslına bakarsanız benim de 28 Şubat sürecine kadar da bu konuyla ilgili kafa yormuşluğum yoktu. Ta ki bir gün kampus kapısındaki rutin kimlik kontrolünde türbanlıların kapıdan çevrildiğini görene kadar...
Bizim fakülte kampusun en demokratik ve özgürlükçü binası bilinirdi, öyleydi de zaten. Polisin içeri girmek istediği bir gösteri sonrasında küçücük boyuyla kahramanca polisin karşısına dikilip "cesedimi çiğnemeden buraya giremezsiniz" diyen bir dekanımız bile vardı.
Ama iş başörtüsü/türban sorununa gelince, kimse eskisi kadar demokrat olamadı. Zira zaten sayısı üç beşi geçmeyen türbanlı/başörtülü öğrencilerin bir ikisi okulu bıraktı, bazıları birkaç zamanlığına peruk çözümünü seçti.
O zamanlardan aklıma en net kazınmış görüntü bir tuvalet sohbeti... Ben yüzümün yarısını kaplayan sivilcemle uğraşmak için ayna karşısındayım, aynı dönemden olduğum ancak aynı bölümden olmadığım Sibel ise peruğunu yerleştirmek için...
O güne kadar birbirimize merhaba bile dememişiz ama birbirimizle sorunumuz olduğundan değil, sadece fırsat olmadığından...
O an konuştuklarımız Erzurum Atatürk Üniversitesi mezuniyet töreninden beri beynimde titreşiyor.
"Ben bu türbanı çıkartmayacağım. Babamla günlerdir sırf bu yüzden kavga ediyoruz. O bana inatla türbanımı çıkartmamı söylüyor. Tek çocuklarıyım, çiftçi o, kazandığı parayı yatırdığı tek şey ben oldum bugüne kadar ve türban yüzünden bunu kaybetmemi istemiyor.
Ama ben bunu kendi kişilik haklarıma saldırı olarak görüyorum, benim hayatımla ve vücudumla ilgili kararları benim adıma hep başkaları mı alacak? Çıkartmayacağım, kapıya kadar türbanla geleceğim, sonrasında da peruk takacağım, gerekirse böyle bitireceğim bu okulu ama başımı açmayacağım...".
Sadece kadına
Sibel, "anne ve baba baskısıyla başını bağladığı söylenen zavallılardan" değildi.
Hatta kendince anne ve baba baskısıyla başını açması gereken zavallılardandı. Ama o günden beri türbanla/başörtüsüyle ilgili aynı şeyler kazındı kafama...
Sibel'lerin perukla ya da illegal yöntemlerle okula girdikleri günlerde, erkekler türban/başörtüsü kadar siyasi bir sembol olduğu gün gibi ortada olan başka bir şeyle, o zamanların moda tabiri "çember sakalla" okula da, derslere de giriyorlardı, hatta kampus içerisinde kadınlar olmaksızın türban yasağına karşı eylem bile yapıyorlardı.
Yani yasak, sadece kadınlara karşıydı. O süreçte okumakta olduğum o Anadolu kentinde pek çok kadının ailelerini türbanlarını çıkartmaya ikna edemedikleri için okul hayatlarını bitirmek durumunda kaldıklarına uzaktan da olsa şahit oldum.
Zaten kadınların okumasının fevkalade zor olduğu bir ülkede kadınlara yapılan bu ayrımcılığın desteklenmesi o kadar çok kadının okumasına, hayata karışmasına engel oldu ki...
Şimdi Erzurum Atatürk üniversitesindeki olayı yeniden düşünüyorum, türbanlı/başörtülü öğrencilerin okullara gitmesine yıllardır karşı çıkan medyanın bazı isimlerini düşünüyorum, sonra da o isimlerin çalıştığı gazetelerin, televizyonların yaptığı haydi kızlar okula kampanyalarını, baba beni okula gönder kampanyalarını... nedense samimiyetten ve aklı selimden uzak buluyorum, haksız mıyım? (ÇM/EÜ)