Almanya’nın İstanbul Başkonsolosu Jutta Wolke “29 yıl sonra yine İstanbul’dayım; Dışişleri tecrübemin ilk durağına geri dönmenin mutluluğuyla,” diyor.
Başkonsolos Wolke ile Federal Almanya Cumhuriyeti ile Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin Yeniden Birleşmesi’nin 23. yılının kutlandığı 3 Ekim’de buluştuk.
Ülke İkinci Dünya Savaşı sonrası Doğu (Alman Demokratik Cumhuriyeti) ve Batı Almanya (Federal Alman Cumhuriyeti) olarak ikiye ayrıldı. Almanya’nın başkenti Berlin Doğu Almanya sınırları içinde adacık olarak kaldı; şehrin yarısı Doğu, yarısı Batı Almanya kontrolüne geçti. Bu bölünme 1961’de yapımına başlanan, 46 kilometre uzunluğundaki Berlin Duvarı'nda somutlaşırken 1989’da Duvar’ın yıkılmasıyla Yeniden Birleşme'nin yolu açıldı.
Jutta Wolke ile 25 yıl öncesinin İstanbul'u ile başlayıp, duvarın yıkılması, Yeniden Birleşme, Batı ve Doğu Almanya'nın siyasal, toplumsal, iktisadi bütünleşmesi, diplomaside ve siyasette kadınlar üzerine konuştuk.
Jutta Wolke: 29 Yıldır Diplomat |
İngiliz ve Amerikan Dili ve Edebiyatı, Sosyal Bilimler, Siyasal Bilimler okudu (1972-77). Washington Johns Hopkins Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler (Uluslararası Para ve Ticaret Teorileri, Uluslararası Siyaset) alanında yüksek lisans yaptı (1979-1981). ABD'nin Düsseldorf Başkonsolosluğu'nda Kültür İşleri Görevlisi olarak çalıştı (1982-84). Almanya'da "üst düzey görevlere hazırlık hizmeti" sonrasında ilk Dışişleri görevi Almanya'nın İstanbul Başkonsolosluğu'nda Kültür ve Basın Ataşeliği idi (1986-89). Sonrasında Cenevre'de Uluslararası Örgütler nezdinde Daimi Temsilci (1989-1991), Alman Dışişleri Bakanlığı: Personel Bölümü (1991-94), Almanya Pretoria Büyükelçiliği: Siyaset ve Basın Bölümü Başkanı (1994-97), Almanya Federal Cumhurbaşkanlığı Dairesi: Dış Politika Bölümü Başkanı (1997-2001), AGİT/Viyana: Medya İlişkileri Sorumlusu Ofisi Başkanı (2001-04), Alman Dışişleri Bakanlığı: Türkiye, Norveç, İzlanda, İsviçre ve Liechtenstein ülkelerinden sorumlu Daire Başkanı (2004-08), Alman Dışişleri Bakanlığı: Dışişleri Hizmetleri Akademisi Başkanı (2008-2011), Almanya'nın Cezayir Büyükelçisi (2011-12) olarak çalıştı. 3 Eylül 2012’den beri Almanya Federal Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu. |
1980lerin sonunda Türkiye'de olduğunuza göre çeyrek yüzyılda neleri değişmiş ya da değişmemiş buldunuz?
Açıkçası 1980lerin sonuna doğru Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu betimlemek çok basit bir iş değil. Öncelikle hala 1980'deki askeri darbenin etkisi hakimdi. Pek çok şey henüz yoluna girmemişti; bazı ürünlerin temininde sıkıntı vardı ki o dönem uluslararası ürün temini anlamında bugüne kıyasla daha zayıftı.
Mesela İstanbul'da hatırladığım zorluklardan biri henüz ısınma amacıyla kükürtlü kömür kullanılması ve epey yaşlı arabaların trafikte olmasıyla alakalıydı. Eski model Amerikan Dodge'ların dolmuşa dönüştürülerek yeniden işlev kazandığı ama havadaki atık gaz miktarını inanılmaz bir şekilde yükselttiği bir dönemdi. O dönemde Boğaz'da sadece bir köprü vardı ve bazen öyle bir kükürt bulutu içine giriliyordu ki hiç bir şey görmek mümkün olmuyordu. Bu alanda özellikle doğalgaza geçişle birlikte çok büyük bir gelişme kaydedildiğini söyleyebilirim. Benzer şekilde suyun kalitesi de iyileşti.
Ekonomi liberalleşti. Devlet çok daha uluslararası bir yapıya büründü. Ben buradayken sadece bir Alman medya temsilcisi varken şu an yaklaşık 40 tane var. O yıllarda diğerleri ancak yurtdışından Türkiye'yi takip edebiliyorlardı; biri Lübnan'dan geliyordu, biri Balkanlar'dan geliyordu, yani Türkiye'de çok az sayıda yabancı gazeteci mevcuttu.
Ekonomik alandaki gelişmeye dönersek. Bugün Türkiye'de Alman ortaklığıyla kurulmuş 5.000 şirket var ki bu sayı çok daha azdı. Bunlardan 800'ü Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası'nda örgütlenmiş durumda. Bu oda Türkiye'de bulunduğum ilk dönemde henüz kurulmamıştı. O vakitler Türkiye'de Alman Ticaret Odası'nın bir ofisi bulunmaktaydı. Kısacası Almanya'nın bu alandaki varlığı çok çok daha güçlenmiş durumda ve bunun bir yansıması olarak Alman kültürü artık daha yaygın bir biçimde temsil edilmekte.
Alman kurumlarının sayısı artmış durumda. Örneğin o dönemde de Alman Devleti tarafından tanınan lise bitirme sınavını (Abitur) sağlayan iki okul mevcuttu. Bunlar 8 sene boyunca Almanca eğitim veren kurumlardı. Gerçi üzülerek de olsa bu sürenin artık dört sene artı bir hazırlık senesine indiğini söyleyebilirim. O yıllarda sadece Goethe Enstitüsü varken bugün DAAD (Alman Akademik Değişim Servisi) Bürosu faal durumda. İki hafta önce eğitim-öğretime başlayan Türk-Alman Üniversitesi DAAD tarafından çok sayıda okutmanla destekleniyor.
Bununla birlikte ilk yabancı dili Almanca olan dört Anadolu Lisesi daha bulunmakta. Orient Enstitüsü ve Alman Arkeoloji Enstitüsü faal durumda. Arkeoloji Enstitüsü o dönemde de bulunmasına rağmen artık bu binada (Almanya Başkonsolosluğu – Gümüşsuyu) faaliyet göstermekte. Ayrıca bu yapının kendisi o zamanlarda tadilattaydı, bahçede konteynır binalarda çalışıyorduk.
Tabii ki, hiç değişmeyen bir şey varsa o da felaket durumdaki trafik. Bugün İstanbul’da çok daha fazla insan yaşıyor, buna paralel olarak altyapı ve toplu taşıma gelişmiş durumda ama en az o zamanki kadar trafik yoğunluğu yaşanmakta.
Ben daha ziyade toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. Metro, tramvay, dolmuş, metrobüs ve en sevdiğim toplu taşıma aracı vapurlar. Sadece vapuru kullanmak için Anadolu yakasında oturmayı tercih edebilirdim.
Alman Yeniden Birleşmesi sizin için ne anlama geliyor?
O yıllarda Cenevre’de görevliydim. Evimde bir parti veriyordum ve çocuklu bir arkadaşım aramıza biraz geç katılmak zorunda kalmıştı. “Televizyonu açın, duvar yıkılıyor!” dediğini hatırlıyorum. İlk önce inanamadık. “Macaristan’dan falan bahsediyor olmalı” diye düşündüm. “Hayır, hayır gerçekten duvar yıkılıyor” dedi.
Doğu’dan ve Batı’dan insanların duvar etrafında toplandıklarını seyrediyorduk ve Günther Schabowski (Sosyalist Birlik Partisi'nin Doğu Berlin Bölgesi Başkanı) bir basın toplantısı düzenleyerek seyahat özgürlüğü olduğunu duyurdu. Ancak bir yanlışlık yapmıştı. Kararlaştırıldığından daha erken biir saatte bu duyuruyu yapmıştı.
Tam olarak ne olduğu bilinmiyordu, sınır polislerinin de hiç bir şeyden haberi yoktu. Farklı bölgelerde, çeşitli tepkiler gösteren kitlelerin baskısı söz konusuydu. Öte yandan yıkılmakta olan Berlin Duvarı'nın etrafında toplanmaya başlayan insanlar risk altındaydılar, hayati tehlike vardı. Bu Batı’dakiler için inanılması güç bir mucize gibiydi. Çoğu Doğu Almanya vatandaşı tekrar memleketlerine dönebileceklerinin mümkün olup olmadığını bile kestiremiyorlardı.
Sonuç olarak duvarın yıkılışını o an için “inanılması zor” bir olay olarak tanımlayabilirim. İnsanlar müthiş duygusal anlar yaşadılar. Çünkü Alman Anayasası'nda Birliğin tekrar sağlanması gerekliliği yer alır. Dolayısıyla bunun gerçekleştirilmiş olması çok anlamlı bir andı. Bir sene sonra 2+4 Sözleşmesi yapıldı ve Birliğin yasal altyapısı oluşturuldu. Burada yoğun bir çaba ve özveri sarfedildi.
Duvar yıkıldığında Cenevre’deydim demiştiniz.
Evet, temsilcilik görevim nedeniyle Cenevre’de bulunuyordum. Avrupa Ekonomi Heyeti’nden sorumluydum. Orada Varşova Paktı'ından çalışma arkadaşlarım da vardı. Çok farklı tepkiler verdiler. Bazıları sessiz kalmayı tercih etti.
Yeniden Birleşme’den sonraki süreci Avrupa Birliği bağlamındaki gelişmelerle birlikte ele aldığınızda kısaca nasıl tanımlayabilirsiniz?
Tabii ki bu her şeyden önce üstesinden gelinmesi gereken zorlu bir sürece denk düşmekteydi. Zira birbirine karşıt iki sistemde yaşayan her iki toplumun birlikteliğini oluşturmak anlamına geliyordu.
Aynı zamanda ekonomik bir bütünleşme süreciydi ve artık bu konu hakkında çok fazla konuşulmuyor bile. Her ne kadar eski Alman Demokratik Cumhuriyeti bölgeleri arasında gelişme farklılıkları görülse de genel anlamda büyük bir ekonomik başarıdan bahsetmemiz mümkün.
Doğu'da bulunan bölgelerde iyi üniversitelerimiz var. Jena, Halle... Ayrıca Saksonya'daki liseler son derece iyi eğitim veriyorlar. Şu anki Almanya Cumhurbaşkanı da Başbakanı da Doğu Almanya kökenli.
Elbette Doğu Almanya’da doğup büyümüş olanlarla Batı’dakilerin Yeniden Birleşme döneminde yaşadıkları birbirinden farklı oldu. Ve tabii 1990 sonrasında doğmuş olanlar için de farklı bir anlamı olduğunu söyleyebiliriz, çünkü bu biraz da kuşaklar arasındaki ilişkilerle alakalı bir şeydi.
Bir kadın politikacı olarak Angela Merkel’in Almanya’daki ve Avrupa’daki güçlü konumundan hareketle bir soru soracağım. Forbes dergisi Merkel’i dünyanın en güçlü ikinci kişisi olarak seçti, bu bir kadının Forbes listesinde ulaştığı en yüksek seviye olarak kaydedildi. Merkel aynı zamanda Avrupa Birliği’nin de facto lideri konumunda. Almanya’da ve daha genel olarak Avrupa siyasetinde kadın politikacıların, diplomatların pozisyonları ve sayısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu oldukça zor bir soru; yine de net bir şekilde söyleyebilirim ki kadınların siyaset ve diplomasideki durumu şu ankinden daha iyi olmak zorunda. Almanya yurtdışı temsilciliklerinde yönetici konumunda olan kadınların oranı bugün yüzde 12,5 seviyesinde.
Yönetici derken büyükelçi, başkonsolos, daimi temsilcilik yöneticileri ve dış ofisleri kastediyorum. Merkezde, Almanya’daki Bakanlık’ta ise kadınların oranı yüzde 17,2. Bunun dışında yüksek seviyeli memurlar içinde, yani genel olarak diplomat statüsündeki kadın istihdam oranı ise yüzde 27,4.
Toplama baktığımızda en yüksek oranın üçte bire dahi denk gelmediğini söyleyebiliriz ki, bu oran aslen yüzde 50 olmalıdır. Belki şunu da eklemem gerekir; Dışişleri Bakanlığı hala oldukça muhafazakar bir yapıya sahiptir; erkeklerin kendi aralarında kurdukları networkler daha yaygın ve güçlüdür. Bu yapının değişmesi biraz zor.
Üç gün önce detayları açıklanan demokrasi paketinde eş başkanlık sistemini düzenleyecek bir madde bulunuyor. Dünyadaki eş başkanlık örneklerine bakarsak bu madde, pratik anlamda değilse de yasal bir düzenleme olarak, Türkiye siyasetinde kadın-erkek temsiliyeti açısından önemli bir eşik olabilir. Son bir soru olarak Türkiye’deki mevcut siyaset düzeninde ve biraz daha geniş olarak bakıldığında toplumsal ilişkilerde kadın-erkek eşitliğine dair ne gibi gözlemleriniz var?
Türkiye’ye ilk geldiğimde kadın yönetici sayısının yüksek olduğunu gözlemlemiştim. Üniversitelerde, müzelerde, dışişlerinde bunu şahsen takip etme olanağı buluyordum. Bugünkü durumu tam olarak bilemiyorum. Ama diplomatik konumum gereği Türkiye siyasetine dair herhangi bir yargı belirtmem doğru olmayacaktır. Mazur göreceğinizi umuyorum. (EG/HK)