Bir devlet fonu yolsuzlukla mücadele kampanyasının peşi sıra, yüzlerce özel şirketin devlet kontrolüne geçmesiyle Türkiye'nin en büyük ticari holdinglerinden biri haline geldi. Bu durum, siyasi saiklerle gerçekleştirilen bir varlık gaspıyla karşı karşıya olunduğuna ilişkin kaygılara yol açtı.
Şirket soruşturmaları ve baskınları, önde gelen iş insanlarını sarstı ve gerçekleşme nedenlerine ilişkin birçok faraziyeyi ortaya çıkardı -bu da boşuna sayılmaz çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi daha önce de siyasi rakiplerinin varlıklarına el koymak üzere devletin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nu (TMSF) kullanmıştı.
İstanbul Sabancı Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi Doçenti Berk Esen, "AKP, TMSF'yi uzun süredir hem ekonomiyi düzenlemek hem de kaynakları kendisine yakın şirketlere yönlendirmek için bir araç olarak kullanıyor ve rakip gördüklerini dışlıyor," dedi.
Esen, hükümetin artık "ekonominin kimin kontrolünde olacağını yeniden şekillendirmeye, Türkiye'nin kurumsal yapısını yeniden yapılandırmaya çalışıyor olabileceğini" de sözlerine ekledi.
Can Holding, cam ve soda külü üreticisi Ciner Grubu ve İstanbul Altın Rafinerisi, TMSF'nin elindeki işletme sayısını yalnızca 12 ay içinde önemli ölçüde artıran soruşturmalara en son dahil olan şirketler arasında.
TMSF rakamlarına göre, soruşturmalar süresince şirketlere kayyım olarak hizmet veren TMSF, halen el konulmuş ıolan 1.056 işletmeyi kontrol ediyor. Bu sayı, bir yıl önce 675'ti. Bu işletmeler, medyadan finansa ve enerjiden Erdoğan'ın çocukluk takımı Kasımpaşa futbol kulübüne kadar Türkiye ekonomisinin her alanını kapsıyor.
Soruşturmalar ve onlarla birlikte gelen tutuklamalar, mülkiyet hakının güvenliğine ve mahkemelerin hukuku seçici bir şekilde uygulamalarına dair kaygılara yol açarak Türkiye özel sektörünü tedirgin etti. Erdoğan'ın yirmi yılı aşkın süredir giderek koyulaşan otokratik yönetiminin ardından Türkiye üzerindeki iktidarını bir dönem daha sürdürmeyi arzuladığına inanılması bu kaygıları özellikle daha da güçlendiriyor.
Türk iş dünyası, zor durumdaki ekonominin ve İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun martta yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasıyla başlayan ülkenin en büyük muhalefet partisine yönelik baskının yoıl açtığı olumsuz etkinin baskısı altında. Eleştirenler suçlamaların siyasi saiklerle yapıldığını söylüyor.
"Herkes yargılanabilir" densin diye mi?
Yorumcular ve iş dünyası liderleri, soruşturmaların ve mal varlıklarına el konulmasının en basit açıklamasının, hükümetin her türlü yolsuzluğa karşı sert davrandığını göstererek seçmenler nezdindeki itibarını güçlendirmek isteği olduğunu söylüyor. Bununla amaçlanan, Türkiye'de mahkemelerin bağımsız olduğunu ve savcıların yargılamak için sadece muhalefle uğraşmadığını göstermek.
Bu teoriyi destekleyen bir başka gelişme, geçtiğimiz hafta uyuşturucu kullandıkları şüphesiyle 19 medya ünlüsünün gözaltına alınması oldu. Kimi yorumcular, bunu hükümetin toplumu suçtan arındırma kararlılığını göstermek üzere sahneye konmuş bir "baskı tiyatrosu" olarak niteledi.
Müzik ve televizyon yıldızları uyuşturucu testlerinin ardından serbest bırakıldı ve bugüne kadar da kendilerine herhangi bir suçlama yöneltilmedi. Gözaltına alınanlar arasında Hadise Açıkgöz, Demet Evgar Babataş ve Berrak Tüzünataç da vardı.
Daha karanlık bir ihtimal
Yorumcular, Türkiye'nin zor durumdaki ekonomisinin, Erdoğan'ın iktidar partisinin 2028'de yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kayırmacılık ağlarını finanse etme ihtiyacını artırmasının daha da karanlık bir ihtimal olabileceğini söylüyor.
İstanbul merkezli danışmanlık şirketi GlobalSource Part analisti Atilla Yeşilada, "İş dünyasının dile getirilmeyen korkusu, soruşturmaların 'temiz eller' operasyonu değil, kurumsal sektöre yönelik, cepheden tam bir saldırı olması olasılığıdır" dedi.
Kaygılanılan şey, Erdoğan'ın amacının "fonları doğrudan TMSF aracılığıyla Hazineye yönlendirmek ya da sermayeyi patronlardan sadık ellere aktarmak" olması, diye ekledi Yeşilada. "Bu darbelerin rejimi beslemek için yıllarca devam edebileceğini öne sürmekten gerçekten korkuyorum."
TMSF'nin güçlenen rolü
Esasen 1983'te Türkiye'deki banka mevduatlarını korumak için kurulan TMSF'nin rolü, 2016'da Erdoğan'a yönelik başarısız darbe girişiminin ardından genişletildi. Bu [darbe] girişim[i], bir tutuklama dalgasına ve on binlerce kamu görevlisinin tasfiyesine yol açtı. Ankara'nın müteveffa vaiz Fethullah Gülen ve takipçilerini suçladığı komployla bağlantılı olduğundan şüphelenilen 1.300'den fazla şirkete el konuldu. TMSF'ye, şirketleri satmak veya varlıklarını tasfiye etmek görevi verildi.
TMSF'ye göre, bu şirketlerden 600'den fazlası, adli soruşturmaların ardından asıl sahiplerine iade edildi. Geri kalanlar ise -eleştirmenlerin zaman zaman iddia ettiği üzere- hükümetin yandaşlarına kelepir fiyatlarla satıldı.
Şubatta kabul edilen yeni düzenlemeler, TMSF'nin yasal çerçevesini güçlendirdi ve kara para aklama gibi suçlara dair "kuvvetli şüphe", mahkemelerin şirketlerin TMSF kayyımlığı altına alınmasına karar vermesi için yeterli oldu.
Yeni düzenlemenin ardından el konulan ilk büyük şirketlerden biri, savcıların mayısta yasadışı kumar ve bahis kanalı olarak kullanıldığını iddia ettiği sermayesi 1 milyar doları aşmış ve halka açılmamış finansal teknoloji şirketi Papara oldu.
Geçtiğimiz hafta yayınlanan iddianamede savcılar, değeri 1 milyar doları aşan elektronik ödeme şirketinin kurucusu Ahmed Faruk Karslı için 28 yıla varan hapis cezası istedi.
Güncel Can Holding tutuklamaları
Son şirket baskınları, 11 Eylül'de savcıların tütün sektöründe faaliyet gösteren büyük medya kuruluşları ve okulların sahibi olan Can Holding'e ait 121 şirkete el koyma emri vermesiyle başladı.
Türkiye'nin mali istihbarat birimi Mali Suçları Araştırma Kurulunun (MASAK) bulgularına göre, grubun ana sahibi Kemal Can da dahil 10 kişi hakkında kaçakçılık, kara para aklama ve vergi kaçakçılığı suçlamalarıyla gözaltı kararı çıkarıldı.
El konulan varlıklar arasında, ülkenin son bağımsız yayın kuruluşlarından biri olan ve Habertürk haber kanalının sahibi olan Habertürk Medya ve Bloomberg ile yaptığı lisans anlaşması kapsamında Türkiye'de faaliyet gösteren Bloomberg HT TV de yer alıyordu.
Üç hafta sonra, 29 Eylül'de, Ciner Grubu'nun elindeki bazı Türkiye varlıklarına, geçen yılın sonlarında Haberturk Medya'nın Can Holding'e satışıyla bağlantılı dolandırıcılık iddiaları eşliğinde el konulmasıyla soruşturma beklenmedik bir şekilde genişledi.
Savcılar, düzenleyicilerin işlemi yalnızca birkaç ay önce onaylamış olmasına rağmen, anlaşmanın kara para aklama faaliyetlerinin bir parçası olduğuna dair "kuvvetli şüpheleri" olduğunu iddia etti. Ayrıca Kemal Can, savcılıktana sızdırılan ifadesinde, medya anlaşmasını "üst düzey hükümet yetkililerinin tavsiyesine" dayanarak gerçekleştirdiğini söylemişti.
Cam üretimi gibi endüstriyel süreçlerde kullanılan temel bir hammadde olan soda külünün dünyadaki en büyük üreticilerinden olan İngiltere merkezli WE Soda şirketinin de sahibi olan Ciner Grubu, yorumda bulunmayı reddetti. WE Soda soruşturmada yer almıyor. Can Holding temsilcileri yorum yapmak için müsait değildi. TMSF de yorum taleplerine yanıt vermedi.
Son yolsuzlukla mücadele operasyonunda, Türk polisi geçen hafta İstanbul Altın Rafinerisi ile bağlantılı 21 kişiyi dolandırıcılık iddiasıyla gözaltına aldı. Türkiye'nin en büyük beş sanayi şirketi arasında yer alan IGR, yorum taleplerine yanıt vermedi. Londra Külçe Altın Piyasası Birliği (LOC) geçtiğimiz hafta bir "olay inceleme süreci" başlattığını ve IGR'den resmi bir açıklama talep ettiğini açıkladı.
Danışmanlık şirketi Teneo'dan Wolfango Piccoli, "Kimse neler olup bittiğini bilmiyor gibi görünüyor, ancak yolsuzlukla mücadele birçok sorunu gündeme getiriyor," dedi.
Can medya anlaşmasının onaylandıktan kısa süre sonra savcılar tarafından soruşturulması göz önüne alınırsa bu sorunlardan biri de Türkiye'deki düzenleyici kurumların kalitesi. Bir başka sorun da, bu yılın başında fon tarafından 328 milyar TL (10 milyar dolar) olarak değerlendirilen varlık toplamını kontrol eden TMSF mütevelli heyetinin bağımsızlığı.
Sürmekte olan baskıların arkasındaki nedenler ne olursa olsun, gerçekleşmiş olması bile başlı başına bir işaret.
Piccoli, "Spekülasyon yapmam gerekseydi, bu, Erdoğan'ın bir mesaj göndermekte olduğuna dair olurdu" dedi. "Dokunulmaz kimse yok."
(AEK)


