"Proje tek bir mimara verildiği ve eleştiri yapılmadığı için bahsi geçen mimar hata yapacaktır. Bu, mimara göz göre göre hata yaptırmak demektir. Haydarpaşa Projesi, mimara yapılan büyük bir haksızlıktır. Bu projeleri İstanbul Belediyesi ile veya bu projenin karar vericilerine danışarak oluşturmuşlar.
Bundan kamuoyunun ve mimarların hiç haberi yoktu, biz ise Amerika'da tesadüfen duyuyoruz. Burası kamusal bir alan ise yapılan her şeyin, verilen her kararın kamunun bilgisi dahilinde olması gerekir. Yani proje kapalı kapılar ardında, yangından mal kaçırır gibi yapılmamalı."
İstanbul üzerine yaptığı analitik çalışmalarla tanınan Güvenç bu çelişkiye en iyi teşhisi koyanlardan. Değişimin sağlıklı bir şey olduğunu söylüyor. "Ancak sürecin şeffaf ve berrak olması şartıyla" diyerek sorunun altını çiziyor:
"Haydarpaşa'nın ve çevresinin 1900'lerin başında yapıldığı biçimiyle sonsuza kadar kalmasını beklemek ve istemek anlamlı olmayan bir tutuculuk, hatta bağnazlık..." (www.arkitera.com)
Küresel sermayenin projeleri
Kent merkezindeki kamu alanlarına küresel sermaye girişimleri gözünü dikerken, birbirinin peşi sıra bir dolu aracı, proje şirketi, mimar da bu girişimlere eşlik etmek üzere İstanbul'un sokaklarını arşınlamaya başladılar. Ancak şu konuda bir çelişki var: Bu girişimcilerin cesameti, işin önemi ile hiç bağdaşmayan bazı arkaik şehircilik ve mimarlık projeleri basında boy gösteriyor. Kent yönetimi ise kapalı kapılar ardında yalnızca çıkar grupları ile temasta. Bir grup insan kentin geleceği konusundaki kararları kendi başlarına almaya çalışıyorlar. Merkezi otorite her zaman olduğu gibi bu alanlar hakkında asıl söz sahibi. Küresel sermaye projeler geliştiriyor. İstanbulluların yaşadıkları kentin geleceği hakkında en ufak bir fikirleri yok. Bu nedenle sonuçlar herkes için sorunlu. Kentin işlevini yitirmiş kamu alanlarının nasıl dönüşeceği, bu dönüşümde hangi aktörlerin nasıl yer alacağı belirsiz. Deneyimsizlik kendini yeniden üretiyor. Bu ilk önce kente, sonra da profesyonelliğe karşı yapılabilecek en büyük haksızlık.
Bu defa değişime direnen "muhafazakar sol muhalefet" değil
Şaşırtıcı olan da bu. Güvenç'in de belirttiği gibi kentte değişim olması kaçınılmaz. Asıl sorun bu kapsamdaki bir dönüşümün kent ölçeğinde hiçbir politika geliştirilmeden gerçekleştirilmeye çalışılması. Sorun değişimin kente dair politikalar üretilerek yönetilememesinde. İstanbul'un mekansal kurgusunu topyekün değişikliğe uğratacak bu küresel sermaye girişimlerinin arzı endam etme fırsatını buldukları yerleri sanki (hiç boşluk bırakmadan İstanbul'u apartmanlaştıran) yap-satçı müteahhitlere benzer bir şekilde dönüştürmeleri söz konusu.
Mevcut aktörler, çıkar grupları dar bir perspektifle kenti kendi başlarına yönetmeye soyunarak değişime karşı direniyorlar. İstanbul küresel değişim dalgalarını kente dair bir deneyim üretmeden ve demokratik bir müzakere ortamı yaratamadan yaşıyor. Politikasızlık bir kent için çok doğal olan değişimin ve gelişmenin önündeki en büyük engel. Bu nedenle bu defa değişime direnen "muhafazakar sol muhalefet" değil. Gelişmeden yana gibi gözüken, iktidarlar etrafında öbeklenen, ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen, kapasitesi yeterli olmayan ve karanlıkta iş görmeye alışmış bir azınlık. Gelişmenin karşısında olan, kamunun politika üretmesini engelleyen, kaynakları çarçur eden, değişimi yönetme vasfına sahip olmayan kesimler.
Bu muhafazakar çevreler mevcut aktörlerle, hiçbir tartışma sürecinden, profesyonel bir düşünce süzgecinden geçmemiş tepeden inme plan ve projelerle kentteki değişimi gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Profesyonelliği harcayarak, bilgiyi önemsizleştirerek kentin gelişmesinin karşısında duruyorlar. Eşitsizlik yaratan, kamu politikalarının yok olmasıyla sonuçlanan bu durumu aynı yöntemlerle karşılamaya çalışan ve bu nedenle etkisizleşen 'muhalefet'in de bunda önemli bir payı var. Bugünkü tepeden inmeci yönetimi ve karanlıkta geliştirilen projeleri sorgulamamak, bugünkü derme çatma girişimlerin önünün açılmasına ve kamunun asli işlevlerini yerine getirmemesine yardımcı oluyor.
Kimsenin kentin geleceği hakkında bir fikri yok
Diyelim ki apartmanımızın ortak kullanım alanı olan girişini, bahçesini apartman yöneticimiz satıyor. Bundan haberimiz olsa, ne ala. Ama haberimiz yok. Çünkü apartman yöneticimiz bizim için neyin iyi olduğuna kendisi karar veriyor. Bir gün elimizde bavullarla seyahatten dönüyoruz ve apartmanımızın bahçesinin artık bize değil, başkasına ait olduğunu görüyoruz. Üstelik satıştan alınan para da kötü yönetilen aparmanın eski borçlarına karşılık sayılıp, savrulmuş gitmiş: Apartman yöneticimiz bizden aldığı paralarla akrabaları, eşi dostu ile gününü gün ederken, biz emekli maaşı ile zor geçiniyoruz. Bize hizmet vermesi gereken yöneticimiz bizim malımızı mülkümüzü satarak sürekli zenginleşiyor, akrabalarını geçindiriyor, biz fakirleşiyoruz. Çaresiz boyun eğiyoruz. Komşularımızla birlikte iç geçirip, artık bize ait olmayan bahçeye bakıyoruz.
Tuhaflık nerede? Diyelim ki bahçeyi alan müteahhit kötü niyetli, fırsatçı ve açıkgöz adamın tekiydi. Yönetici diye seçtiğimiz kişi de bizi kullandı. Bizim imkanlarımızla kendi çevresini kalkındırdı. Peki bu işte bizim hiç mi sorumluluğumuz yok? Her şey kötü yönetilirken, borçlar katlanarak büyürken, yöneticimiz bize ait olan kaynakları istediği gibi kullanırken neden yönetimin eskisi gibi devam etmesini istemekten başka bir şey yapmadık? Diyebiliriz ki, olan bitenden hiç haberimiz olmadı. Yönetici paraları harcarken hesap vermedi. Biz bir şey yapamadık...
Enformel kentleşme modelinin sonuna geldik
Ankara'nın İstanbul'un kamu alanlarını sermaye girişimlerine açması, bu durumu andırıyor. Ancak bu defa karşımızda yaptığına ideolojik gerekçeler bulup 'burnundan kıl aldırmayan' yöneticiler değil, kamu politikalarını yönlendiren sermaye girişimleri var.
Artık hepimiz biliyoruz: Küresel sermaye akrabasına, hemşerisine iş bulmak için veya siyasal nedenlerle rant dağıtmak için değil, yalnızca para kazanmak için geliyor. Küresel sermayeye halkı dışlayan, tepeden inmeci bir yönetim anlayışı ile direnilemez.
Yapabileceğimiz tek şey kalıyor: Yöneticilere onlara emanet ettiğimiz mülkün, ayırdığımız kaynağın bizim olduğunu hatırlatmak. Bu nedenle yönetimlerin her zaman olduğu gibi çıkar sermayesi ile sarmaş dolaş olmadan önce bize danışmasını, bize bilgi vermesini istemek zorundayız. Kentle ilgili her türlü kararın bilgi paylaşarak alınması gerektiğini yöneticilere bizim hatırlatmamız gerekiyor. Çıkar sermayesinin kendi fikirlerini kente dayatmasını engellemek için kente dair bir politika geliştirmesini istemekten başka çaremiz yok. Kapsayıcı olmayan, katılım alanını geliştiremeyen, eşitsizlik ve haksızlık yaratan, gelişmeleri kendi dar perspektifinden yorumlayamaya çalışan her türlü yönetim başarısızlığa mahkum. Bu nedenle İstanbul'un yaşamakta olduğu dönüşümü artık profesyonel açıdan masaya yatırmakta fayda var. Halkın bilgi sahibi olması nasıl sağlanabilir? Profesyonellerin tutumu ne olmalı? Bunları çok iyi düşünmemiz gerekiyor. (KG/TK)
* Korhan Gümüş, mimar