Bunun gerekçesi de, "Ceza Yasası'nın sansürcü yanıyla birlikte yürürlüğe girmesi" olarak açıklandı.
"Utanç sürdükçe, cesareti ödüllendireceğiz"
Ne yazık ki, pek uzun yıllardır insan hakları ödüllerine ihtiyaç duyulacak şekilde yaşanan Türkiye'de, Basın Özgürlüğü Ödülleri de içeri tıktığımız, susturduğumuz, işkence ettiğimiz, keyif olsun diye dayak attığımız, oto-sansüre boğduğumuz veya işten çıkardığımız gazetecileri anımsamak için önemli işlevler üstlendi.
Ödüllerimizi hatırladıkça utançlarımızı daha zor unutur hale geldik, ortak hafızamızı da korumak gibi önemli bir işlevimizi de yerine getirdik.
Ödüllerimizin listesi, sansür ve oto-sansür takvimimiz olmuştu. Ve ne yazık ki, yıllık takvimimizin boş yaprakları da, basın ve ifade özgürlüğüne baskının ve başı eğikliğin bir işareti olarak her geçen gün biraz daha kararmaya devam ediyor.
Bir haftada dört basın davası
Takvim derken, sadece bu hafta içerisinde basın ve biz gazetecilerin üzerine çöken karanlığı bir canlandıralım:
"Türkiye'de Cuma" dergisine yazdığı yazıdan Abdurrahman Dilipak, 27 Temmuz'da 3. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılanacak. Aynı gün, "Agos" gazetesi yayın yönetmeni Hrant Dink, Ermeni Kimliği ile ilgili yazı dizisinden Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'ne çıkacak. Bitmedi, "Cumhuriyet" gazetesi, Türkiye'de yaşanan herkesin gündemine giren Kızıltepe olayı ile ilgili bir haberden Basın Kanunu'na muhalefetten yargılanacak.
28 Temmuz Perşembe günü, "Siirt'te Mücadele" gazetesi sahibi 52 yıllık gazeteci Cumhur Kılıççıoğlu, bir Dicle Üniversitesi öğretim üyesinin açtığı tazminat davasından hakim karşısına çıkacak.
Usandırmasın diye listeyi daha fazla uzatmayalım. Ancak, öyle anlaşılıyor ki, bu kadarcık bilgi bile ülkemizde Basın Özgürlüğü Ödülleri'ne hala çok ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Ne yazık ki...Utançlar sürdükçe, biz gazeteciler işyerlerinde, sokakta ve haklarımız karşısında, eşdeğer bir güçle mücadele edemeyeceksek bile, yaşadıklarımızın kayıtlarını tutmak, not düşmek zorundayız.
Kimler Basın Özgürlüğü Ödüllerini aldı?
Bu yönüyle diğer tüm ödüller gibi TGC'nin 1989'dan beri verdiği Basın Özgürlüğü Ödülleri'nin kıymeti daha iyi anlaşılır. Cemiyetin sitesinde daha önce bu ödülleri alanların listesine göz attığımızda, bir tarih geçer gözümüzün önünde.
Ödülleri, 1989 yılında gazeteci olarak Nazlı Ilıcak, kurum olarak Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI); 1990'da kişi kategorisinde Kaya Erdem, kuruluş kategorisinde Türkiye Barolar Birliği,
1991'de Güngör Mengi ve Okay Gönensin kişi olarak, kurum olarak da "Cumhuriyet" gazetesi; 1992 yılında Emin Çölaşan ve TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, kurum olarak ise Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS);
1993'te gazeteci Uğur Mumcu, kurumsal olarak da ANKA Haber Ajansı; 1994'te gazeteci İlhan Selçuk ve İstanbul Barosu; 1995'te Milliyet gazetesi başyazarı Altan Öymen, ATV muhabiri Şerif Turgut, kurum olarak da Saraybosna'da yayımlanan Oslobodenje gazetesi; 1996'da gazeteci Umur Talu ve Yeni Adana Gazetesi; 1997 yılında "Cumhuriyet" gazetesi yazarı Orhan Erinç, yıllarını hapiste geçiren Özgür Gündem gazetesi yazı işleri müdürü Işık Yurtçu ve kurum olarak da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; 1998 yılında ödül Nezih Demirkent'e verilirken kuruma ödül verilmedi.
Devam edelim; 1999 yılında kişi bazında İletişim Hukukçusu Av. Fikret İlkiz, gazeteci Melih Aşık ile Bartın Gazetesi ve AP Ajansı; 2000'de tanınmış Felsefeci İoanna Kuçuradi ile Deprem Bölgelerindeki Gazete, televizyon ve radyo çalışanları;
2001'de önceki TGC Başkanlarından Nail Güreli ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi; 2002'de, gazeteci Bekir Coşkun ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 2003'te gazeteci Hıfzı Topuz ile tüm yerel medya kuruluşları; 2004 yılında ise, gazeteci Ragıp Duran'a verilmişti.
Listeyi okuduk, Türkiye'nin yakın tarihi geçti gözümüzün önünden...
TCK bir mücadele hala
Basına ödüller, basını mükafatlandırmak olduğu kadar sansür, oto-sansür gibi utançlarla mücadeleyi sürdürebilmek, kararlılık göstermek için verilir genelde. Dahası, bu manalı ödüllerin, amacına uygun şekilde dağıtılması bir beraber tutma, bir kucaklaşma fırsatıdır kanımca...
Türkiye Barolar Birliği adına Av. Teoman Ergül, İstanbul Üniversitesi adına İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Suat Gezgin, Türkiye Gazeteciler Sendikası adına Genel Başkan Ercan İpekçi ve TGC adına Orhan Erinç, Gülseren Güver ve Recep Yaşar'ın oluşturduğu Basın Özgürlüğü Ödülü Büyük Seçici Kurulu'nun kararını saygıyla karşılıyoruz.
Değerli üyeler, yeni TCK yasalaşmadan önce yaptıkları onca uyarıların görmezden gelindiğini düşünerek, 1 Haziran itibariyle yürürlüğe giren, girdikten sonra da Anayasa Mahkemesi'ne başvurulan yasayı gündemden düşürmemeyi amaçladılar kuşkusuz.
Açıklamalarında da zaten, "bilgi edinme ve gazetecilerin haber verme haklarını sınırlayan 5237 Sayılı Türk Ceza Yasası gerçeği karşısında 2005 Basın Özgürlüğü Ödülü'nün verilmemesi sonucuna oybirliği ile varıldı" deniyor.
Ancak hukuki mücadele, başta TGC Danışmanı Av. Fikret İlkiz'in katkıları olmak üzere, zaten TGC'nin etkin şekilde dahil olabildiği ve kulak verildiği taktirde de sonuç alabildiği bir süreç. Bunun mücadelesi hukuksal olarak zaten sürecektir.
Sansürün Kaldırılışının Yıldönümünün TGC için, RTÜK'ün Meclisin eline geçtiği, devletin medya patronlarını sermayeleri üzerinden denetimi artırmaya doğru gittiği, baskıyı ise editoryal olarak gazetecilerin yedikleri bir ortamda, örneğin, medyada editoryal baskılar, işten çıkarmalar, sigortasız çalıştırmalar, genelde ise çalışma koşullarına dikkat çekilebilirdi.
Hepimiz de biliyoruz ki, çalışma koşullarını oluşturan tüm unsurlar yasal güvenceye kavuşturulmadan, hele ki hak arama konusunda birlik olmadıkça, var olan yasal güvenceler zaten "kağıt üstünde" kalmaya devam edecek; gazetecilerin bu anlamda birbirlerine ve meselelerine olan uzun süreli soğukluğu, medya alanının bizler tarafından boşaltılmasına neden olacak.
Bu nedenledir ki, işyeri koşullarımız Basın Özgürlüğünü, yer altından tehdit eden bir "yer altı tüneli"dir. Dışarıdan "engeller gelse gelse kamu otoritelerinde gelir" diye gözükür ama gelinen noktada işyerlerinde herkes, zaten kiminle ilgili haber yapıp yapamayacağını "öğrenmiştir" ..
Kanımca, bu akşam kutlayacağımız Sansürün İlk Kez Kaldırılışının Yıldönümünde Basın Özgürlüğü Ödülü, medyayı düzenleme olarak Ceza Yasası'na göre çok daha geniş bir çapta etkileyen ve aşağılayan koşullar olarak dava, dayak, güvencesiz çalıştırma, sansür ve oto-sansür gibi onca baskıya karşı biz gazetecilerin "Buradayız, dikkatimizden kaçmıyor" mesajı olabilirdi.
Söz konusu ödül, örneğin gazeteci Ahmet Şık, örneğin İbrahim Okumamış, son dönemlerde işten atılmadan önce haklarını arayan, patronunu karşısına alan arkadaşlarımıza verilebilirdi.(EÖ)