Bianet, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Derneği, Umut Vakfı ve Avrupa Gazeteciler Federasyonu'nun (EFJ) dün düzenlediği "Türkiye'de Medya ve İfade Özgürlüğü Güncel Gelişmeler" konferansında ifade özgürlüğünün Türkiye'de bugün geldiği nokta, hukuki, siyasi ve mesleki sorunlar ve sorunun nasıl aşılacağı konuşuldu.
İki oturum halinde yapılan konferansa konuşmacı olarak EFJ Başkanı Arne König, Bilgi Üniversitesi'nden Doç. Dr. Esra Arsan, Hüriyet gazetesinden Sedat Ergin, AİHM Yargıcı Ayşe Işıl Karakaş, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatovic ve Sabah gazetesi ombusmanı Yavuz Baydar katıldı.
Arsan: Entellektüeller hızla pozisyon değiştiriyor
Bianet ve FES adına yapılan açılış konuşmalarının ardından konferansın ilk oturumunda teorik ve pratik durum tespiti yapıldı. Esra Arsan ve Avrupa Gazeteciler Federasyonu Başkanı (European Federation of Journalists - EFJ) Arne König'in katıldığı oturumda ilk sözü Arsan aldı.
Sözlerine 70 gazetecinin hapiste tutulduğu bir ülkede yaşadığımızı hatırlatarak başlayan Arsan, aralarında kendi öğrencilerinin de bulunduğu 800 yüz üniversite öğrencesinin tutuklu olduğunu, yayıncıların, yazarlarında hapse atıldığını sözlerine ekledi. Bu rakamların ardından Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlandığını söylemenin çok da zor olmadığını belirtti. Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü konusunun sorunlu bir alan oluşunun altında yatan nedenleri arasında kültürel yapının ve entelektüel ve moral önderlerin hızla yer ve pozisyon değiştirmesinin büyük rol oynadığını söyleyen Arsan, "Türkiye toplumunda insan haklarına duyarlı, ifade özgürlüğünü savunan çok küçük bir kesim var ve bu insanlar entelektüel kanaat önderlerinin fikirlerinden çok etkileniyorlar" diyerek, toplumsal algının nasıl hızla değiştiğini açıkladı.
1990'a kadar askeri vesayet altında yaşandığını daha sonra bakış açısının değiştiğini ve bu algının değişiminde kanaat önderlerinin rolünün büyük olduğunun altını çizdi.
König: İfade özgürlüğü her yerde tehdit altında
Arne Konig ise Türkiye'ye gazeteci olarak geldiği dönemde Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünü, Türkiye'de yıllardır gazetecilere yönelik şiddet ve baskı konusunda büyük sorunlar yaşandığını söyledi. König EFJ raporlarına göre Avrupa'da Türkiye'nin en çok gazeteci öldürülen ve hapsedilen ülke olduğunu hatırlattı. Artık bu gidişi nasıl değiştiririz, bu ortamı nasıl dönüştürebilirizin düşünülmesi gerektiğini söylediği konuşmasında, ifade özgürlüğünü sadece kültürel ortam, siyasi iklimin değil aynı zamanda ekonomik durumun da etkileyebildiğini belirtti. Avrupa7daki ekonomik krizin ve son yıllarda özellikle yazılı basında yaşanan daralmanın gazetecilerin işsiz kalmasına, sektörün daralmasına neden olduğunu hatırlattı. Bu durumun haber çeşitliliği, patronların ekonomik ilişkilere daha çok teslim olmasına yol açabildiğini söyledi. König bu ortamda Türkiye'nin özel bir yeri olduğunu da sözlerine ekledi: "Raporlarımızda Avrupa'da sadece mesleğini yaptığı için hapse atılan gazeteciler sadece Türkiye'de bulunuyor". König Türkiye'de yaşanan baskı ortamını Türkiye'de görev yapan bir meslektaşının kendisine yaptığı bir haberin devamını getirmekten çekindiğini, eğer olayı biraz daha kurcalarsa işini kaybetmekten korktuğunu söylediğini belirtti.
Ergin: Paradoks yaşıyoruz
König'in konuşmasının ardından ara verildi ve günün ikinci oturumuna geçildi. Fikret İlkiz'in kolaylaştırıcılığında yapılan oturuma Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatovic, AİHM hakimi Ayşe Işıl Karakaş, Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin ve Sabah gazetesinden Yavuz Baydar konuşmacı olarak katıldı.
İlkiz ilk sözü Sedat Ergin'e verdi. Ergin sözlerine "Bir paradoks yaşıyoruz 10 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında ifade özgürlüğünün sınırları daha genişledi. Bunun aksini iddia edemeyiz. Kürt sorununu tartışabiliyoruz, Ermeni soykırım başlığı atılan kitaplar yayınlanabiliyor, orduyu eleştirilebiliyoruz. Bu süreç AKP ile başlamadı tabii AB'ye tam üyelik perspektifi kabul edildikten sonra yavaş yavaş oluştu bu durum" sözleriyle başladığı konuşmasında paradoksu "dokunulamayanların" değişmesiyle açıkladı. Ergin "Artık din el yakıyor, sivil idarenin eleştirilmesine tahammül edilemiyor" dedi. Son yıllarda olarca gazeteci soldan ya da sağdan, siyasi görüşü ne olursa olsun sırf sivil iktidara muhalif olduğu için işlerinden olduğunu, özellikle köşe yazarlarının doğrudan başbakan tarafından hedef gösterildiğini söyledi. Ergin, başbakan Erdoğan'ın 26 Şubat 2010'da medya patronlarına hitaben yaptığı konuşmayı okudu: "Şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, 'Ne yapayım, köşe yazarı, hâkim olamıyorum' diyemezsin. Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok... Kusura bakma kardeşim bizim dükkânda sana yer yok."
Ergin, Erdoğan'ın bu minvalde açıklamalarının art arda sıraladıktan sonra gazetecilerin bu açıklamalar sonrası işlerinden, köşelerinden olduğunu söyledi ve ekledi "hatta işini kaybetmek bir şey değil dedirtecek kadar çok gazeteci de özgürlüğünden oldu, hapishanedeler". Ergin konuşmasında geçtiğimiz günlerde PEN'in Türkiye ziyaretine 20 kişilik ekiple geldiğini, bu düzeyde bir ziyaretin en son Darbe sürecinden çıkma sancılarının yaşandığı 1984'te yapıldığını söyledi. Ergin bu ziyaretin bu kadar kalabalık ve PEN'in tüm üst düzey yönetimiyle yapılması bile Türkiye'deki ifade ve basın özgürlüğünün ne kadar vahim bir durumda olduğunun ifadesi olarak gösterdi. Ergin bir paradoksun da ziyaret sırasında yaşandığını, PEN ziyaretinden sonra Cumhurbaşkanı'nın PEN'in yaptığı açıklamanın hemen hemen aynısını yaptığını söyledi. Ergin ifade özgürlüğünde siyasal yapı ve tavrın ilk kategori olduğunu ikinci kategori olan mevzuatlar ve yargı üyelerinin yorumlarının ise çok daha acil biçimde çözülmesinin gerektiğini belirtti.
Mijatovic:Yeni Anayasa sürecini izleyeceğiz
Ardından sözü alan Dunja Mijatovic, sözlerine kendisine Türkiye'de yaşananların çok tanıdık geldiğini, çünkü Bosna-Hersek'te de benzer süreçlerin yaşandığın ve bununla mücadele etmek üzere 1998'de kurulan Bosna -Hersek İletişim düzenleme Ajansı kurucularından biri olduğunu söyleyerek başladı. Birçok ülkede basın ve ifade özgürlüğünün tehdit altında olduğunu söyleyen Mijatovic, OSCE olarak Türkiye'de hapiste olan gazetecilerin kaç kişi oldukları, hangi haberlerinden dolayı tutuklu olduklarını öğrenmek istediklerini, bu konuda çalıştıklarının altını çizdi. Konumu itibariyle hem Türkiye'nin kamu kuruluşlarıyla hem de sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yaptıklarını belirtti.
Mijotoviç Türkiye'ye yakında yeniden geleceğini ve bu ziyaretinde 3. Yargı Paketinin nasıl uygulandığını ve yeni Anayasa yapımı sürecinde ifade ve basın özgürlüğü konularının nasıl ele alındığı konularında hem sivil toplum örgütlerinden hem de siyasi iktidardan bilgi alacağını belirtti. Mijatoviç sözlerini "Bir toplumun karanlıktan çıkması için ifade ve basın özgürlüğünün teminat alınması gerekir" diyerek bitirdi.
Karakaş: AİHM mahkumiyetlerinde Türkiye birinci
AİHM Yargıcı Ayşe ışıl Karakaş ise mahkemenin istatistiki bilgilerinden verdiği çarpıcı rakamlar vererek başladığı konuşmasında görev yaptığı dönemde yani son dört yılda herhangi bir iyileşme görmediğini, Türkiye'den yılda ortalama 7 bin 500 başvuru geldiğini söyledi.
Karakaş'ın verdiği rakamlara göre 30 Ekim itibarıyla mahkeme önünde Türkiye'den toplam 17 bin 100 başvuru bulunuyor. Bu alanda 30 bin 100 başvurusu olan Rusya'dan sonra ikinci sırada Türkiye. Toplam başvuruların yüzde 22.2'si Rusya, yüzde 12.6'sı Türkiye ve 14. 150 başvuruyla yüzde 10.5'i İtalya'dan; ardından Romanya, Ukrayna, Sırbistan, Polonya, Bulgaristan, Moldova ve İngiltere geliyor. Bu 10 devlet başvuruların yüzde 80'ini oluşturuyor. Rusya'dan gelen dosyaların yüzde doksanının görüşülmeden reddedilecek dosyalar olduğunun altını çizen Karakaş, bu listenin yanıltıcı olduğunu söyledi "Türkiye aslında birinci, atılacak dosyası yüzde 40'ı incelenmeyecek nitelikte. Sürekli tekrarlanan ihlallerde Türkiye Hükümeti'nden görüş bile alınmayacak. Türkiye'den gelen dosyalar zaten hep tekrarlanan, içtihatla hemen halledilecek dosyalar. Yani Rusya bizden önce diye kamuoyunu rahatlatmak isteyenler yanılıyor, Türkiye şampiyon".
AİHM'in 2010'dan itibaren dosya yığılmasını engellemek için 14. Protokolü uygulamaya başladığını hatırlatan Karakaş, bunun öncelik politikası olduğunu ve İnsan Hakları Beyannamesi'nin 2 (yaşam hakkı), 3 (işkence, kötü muamele) ve 5. (haksız yere özgürlükten men, tutukluluk) maddeleriyle düzenlenen konularda beklemeye tahammülü olmayan dosyalar ivedilikle ele alındığını söyledi. İfade özgürlüğü ile ilgili mahkumiyet sayısında ikinci görünen Türkiye'nin öncelik politikasına girmeyen bu alanda aslında 1990-2011 yılları arasında verilen 207 mahkumiyet kararıyla aslında birinci olduğunu vurguladı. "Zaten bugün burada ifade özgürlüğü konusunu konuşmamızın nedeni bu. Türkiye en çok 2., 3. ve 5. Maddeyi ihlal ettiği 10. Madde yani ifade özgürlüğü konusunda güllük gülistanlık olduğu gibi bir görünüm çıkıyor AİHM istatistiklerinde. Ama bizim önümüze gelen dosyalar 1990'ların ikinci yarısından. Ağırlık yaşam hakkı ve işkence gibi görünüyor. Ama öncelik politikasının da etkisiyle ifade özgürlüğü iyi durumda gibi bir sonuç çıkıyor. Ama 1959-2011 arasında liste birinciliğini bırakmadığı tek alan ifade özgürlüğü. 207 az gibi görünüyor. Ama Türkiye'den bireysel başvuru kabulü tarihi 1987'dir; mahkemenin bu dosyalara bakmaya başlaması 1990'dır. Yani 1990-2011 arasında 207 dosya, bu yıl çıkan mahkumiyetlerle 212 olacak büyük bir ihtimalle. Listede ikinci Avusturya 32, üçüncü Fransa 25, çoğu ülke de 0. Nüfus farkı diye açıklamaya çalışılıyor, nüfus olarak bir örnek vereyim Almanya'da sadece iki. Sözleşmeye taraf olan ülkelerle karşılaştığında durum çok kötü."
Baydar: Acil olan Kürt sorunu çözülmesi
Ardından söz alan Yavuz Baydar ise konuşmasına son haftalarda art arda medya konulu toplantılara katıldığını ve hep ifade ve basın özgürlüğünün konu edildiğini söyleyerek başladı. Bir gün önce yapılan TESEV ve Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği'nin düzenlediği "Türkiye'nin Basın Özgürlüğü Sorunu" toplantıya basının ilgi göstermediğini belirterek "Benim gözlemim şu: Medya kendisinin kamuoyu karşısında tartışılmasını bilinçli olarak engelliyor. Mesele medyanın şeffaflığına, hesap verebilirliğine geldiğinde maalesef akan sular duruyor."
"1990'lardaki gibi gazeteci cinayetlerinden bahsedemiyoruz bugün doğrudur. Ama bir yandan da Pandora'nın Kutusu açıldı. Bu şu demek artık kutudan çıkanları oraya tekrar sokamazsınız. Geçen yıla kadar ifade ve basın özgürlüğü hiçe sayılarak tutuklanan, mahkemeye çıkan meslektaşlarımız uluslararası insan hakları, gazeteci meslek örgütlerinin çok dikkatini çekmediğini görüyoruz. Ta ki terörle mücadele kanunu ve KCK soruşturmaları çerçevesinde bir tutuklama kampanyası başlayana kadar. Neden böyle oldu? Buna şöyle yanıt verilebilir. Birincisi Bu çerçevede tutuklanan, gözaltına alınan meslektaşlarımızın dosyaları seçilmiş hükümeti sor yoluyla devirmek gibi ciddi suçlamalarla doluydu. Başta AİHM, Af Örgütü, Human Rights Watch gibi örgütler bu davaların nasıl yürütüleceğini görmeyi ve ihtiyatlı olmayı tercih ettiler. İki mesele harekete geçirdi onları. Biri absürt derecede uzun tutuklama süreleri ve Terörle Mücadele Kanunu'nun sorunlu maddelerinin keyfi biçimde yorumlanması."
Baydar tutuklu gazetecilerin çoğunluğunun Kürt medyasından olduğunu hatırlatarak "Bir Kürt meslektaşımın söylediği gibi Türkiye'de Kürt meselesi çözülmeden medya özgürlüğüne ulaşmak mümkün değil". Bu konunu acil olduğunu söyleyen Baydar, ancak ifade ve basın özgürlüğünü sadece bu noktaya bağlamanın da tuzakları olduğunu belirtti: "Diyelim ki yarın meslektaşlarımız serbest bırakılsa, davalar düşse Türkiye medyası ifade özgürlüğünü kullanan, işini doğru yapan, korkusuz bir medya haline gelecek mi? Bu çok önemli bir soru. Ben bu soruya net bir yanıt veriyorum: Hayır değişmeyecek."
Baydar editöryel bağımsızlığa ket vuran kök problemlerin olduğu gibi ortada olacağını belirtti: "Nedir bunlar; iktidarla medya sahibi de olan işinsanlarının kutsal almayan ittifak hali, iş güvencesinin olmazsa olamazı sendikanın sendikaların sektörden çıkarılmış olması ve siyasi kutuplaşmanın hem parçası hem de siyasi kutuplaşmaları yeniden üretme özellikleri taşıyan gazetecilerin kendileri... Hukuk değişir, iktidar değişir ama bunlar bu kök problemler kolay değişmez..." (HK)