İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Hüsnü Öndül, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un azınlıkları ve azınlık haklarını yok sayan konuşmasını değerlendirirken Başbuğ'un "azınlık hakları"yla "azınlık statüsü" arasındaki farkı ıskaladığını söylüyor.
bianet'in görüştüğü Öndül, Başbuğ'un "etnik kimliklerinin anayasal güvenceye kavuşturulmasını dile getirmeyi" bölücülükle eş tutan konuşmasının anayasa tartışmalarına müdahale niteliğinde olduğunu saptıyor:
"Konuya doğrudan müdahale ediyor. Olası demokratikleşme süreçlerine şimdiden müdahale ediyor ve önünü kesmeye çalışıyor. Bunun en somut ve güncel alanı da anayasa tartışmaları.
"Askerin siyaset üzerindeki etkisi, ülke yönetimindeki rolü gibi konular demokratik standartlara uygun hale getirilemedi. Demokrasi arayışı ve demokrasinin kurallarına saygıda eksiklik var. Askerler pozisyonlarını kaybetmek istemiyorlar."
Başbuğ azınlık haklarını ve dile getirilmesini tehdit olarak gösterdi
Başbuğ, dün Kara Harp Okulu'nun yeni öğretim yılının açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
"Etnik açıdan kendisini farklı hissetmek, ayrı bir aidiyet duygusuna sahip olmak ile etnik farklılıkları siyasal bir boyuta taşımak farklı hususlardır. Aidiyet duygularına, kültürel boyutta kaldığı sürece saygı gösterilmelidir. Ancak, farklılıkların ve aidiyet duygularının siyasal boyuta taşınmasına müsaade edilemez. Bu etnik milliyetçiliktir. Kabul edilemez.
"Kültürel alandaki düzenlemelerin 'daha fazla özgürlük' başlığı altında siyasal alana doğru götürülmesi ve farklılıkların gereğinden fazla derinleştirilmesi ile bu konuların ülke gündemine yoğun şekilde sokulması, korkarım ki bir gün ülkeyi kutuplaşmaya sürükleyebilir."
Öndül: Hakları reddetmenin kendisi siyasi
Başbuğ'un konuşması için "Demokrasiyi anlamamış görünüyor. Cumhuriyetçi çizgiden bir adım ileriye gidemediler. Çünkü haklar ve özgürlükleri tehdit olarak görüyorlar" diyen Öndül, uluslararası insan hakları belgelerinin azınlık haklarını düzenlediğini anımsatıyor, "Bu hakların tanınması devletleri zayıflatmaz, tersine güçlendirir" diye konuşuyor.
"Haklar ve özgürlüklerin tanınıp tanınmasının kendisi siyasal bir tutum ifade eder. Otoriter, totaliter sistemler haklar ve özgürlükleri reddeder, tanımaz, sınırlandırma eğilimindedir. Özgürlükleri tanımazken ileri sürdüğü gerekçeler hep bölünme, parçalanmadır; ötekileştirme uygular ve ötekinin tehlikeli olduğu bahanesinin arkasına saklanırlar. Türkiye'de olan da bu."
Türkiye'nin şimdiye kadar hep sakındığı, bir türlü yakınından geçmediği iki uluslararası belge, azınlık haklarını doğrudan düzenliyor. Birleşmiş Milletler'in "Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi", "Devletler azınlıkların varlıklarını, ulusal ya da etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerini bulundukları bölgeler içinde koruyup bu kimliklerin gelişmesini destekleyici koşulları teşvik ederler" diyor; azınlıkların kendileriyle ilgili karar alma süreçlerine katılımından söz ediyor.
Avrupa Konseyi'nin Türkiye'nin hâlâ imzalamadığı "Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme"siyse eğitimden örgütlenmeye, azınlık dillerinin kullanımından gelişme haklarına kadar birçok hakkı tanıyor.
Asıl tehdit zorunlu yurttaşlıkta
Prof. Dr. Baskın Oran, Ekim 2004'teki "Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu"nda şöyle yazıyordu:
"Türkiye’de devletin kendi insanına daha insanca muamele yapmasının, ülkede 'birlik ve beraberlik' açısından çok yararlı olacağına kuşku yoktur. Çünkü 'zorunlu yurttaş'lardan oluşan bir ülke zayıf bir ülkedir. İnsanları mutlu ederek onları 'gönüllü yurttaş'lar haline getirmek bizzat devleti kuvvetlendirecektir. Devletin en az çekineceği vatandaş, hakkını verdiği vatandaştır."
Azınlık kim peki? Yine Oran yanıtlıyor: "Çoğunluktan farklı olan ve bu farklılığını kişiliğinin vazgeçilmez bir unsuru olarak sayan, çoğunluk olmayan."
"Askerin 27 Nisan tavrı sürüyor"
Öndül, Başbuğ'un konuşmasının "yeni bir şey olmadığını" söylüyor.
"Askeri kesimde dillendirilen görüşlerle, Türkiye'nin militer yapısının bozulmamasını isteyen 'sivil' kesimden gelen görüşler paralel. Genel olarak 27 Nisan bildirisinin 'Ne mutlu Türk'üm demeyen düşmandır' anlayışını, şimdi başka ifadelerle görüyoruz."
Yeni bir anayasa hazırlama sürecinde AKP'yle askerin arasına sıkışmamanın yolunun, toplumun bu sürece müdahale etmesi olduğunu vurgulayan Öndül, felsefeci Immanuel Kant'ın "Hukukun muhatabı olan yurttaşlar hukukun yazıcısı olmalıdır" sözünü anımsatıyor:
"Yoksa, yurttaşlar katılmadıkları bir hukukla karşı karşıya kalır. Üçüncü bir gücün sınırlarını çizdiği bir rejime sahip olur. Bu da hakların ve özgürlükleri istediğimiz ölçüde kullanmamızı engeller." (TK)