İster istemez düşünmeden edemedik. Sanki aylardır içindeki rahatsızlığı biriktirmiş de! 17 Aralık sonrası "alın size" salvosu ile ya Allah der gibiydi. Önce yurt dışındaki bir gazetede yer alan ilana (Türkiye Kürtleri Ne İstiyor?) ve imzacılarına dozu hayli yüksek tepkiler gösterdi. Ardından da yetinmeyerek Diyarbakır'a yüklendi.
"AB'li yetkililer, Türkiye'ye geldiklerinde mutlaka Diyarbakır'a gitmek istiyorlar. Bu beni rahatsız ediyor. İstanbul ve Ankara'dan sonra 3. il oldu Diyarbakır. Bu ziyaretler Diyarbakır'ın ekonomik, turizm ve başka nedenlerle yaptığı atılımdan kaynaklanmıyor. Bu, tamamen siyasi bir yaklaşımdır. Ülkemizdeki birlik, beraberliğe olumsuz yaklaşım gayreti içinde olanların tezgahı.
AB'li dostlarıma da söylüyorum. Diyarbakır'a bu kadar gidiyorsunuz! Niçin Erzurum'a, Konya'ya, Kayseri'ye, Rize'ye gitmiyorsunuz? Elinize uzatılmış sipariş listesine bakarak bu ülkeyle ilgili rapor hazırlayacaksanız, bu raporları kabul etmeyiz," demiş Başbakan Recep Tayip Erdoğan. (Basından)
Doğrusu bu Diyarbakır'a ziyaret mevzuu, yıllardır Diyarbakırlılar olarak bizleri de epeyce zora sokmuyor değil. Anımsanır işte Diyarbakır'ın bir önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Avrupa dönüşü apar, topar güpegündüz derdest edilip cezaevine konulmuştu. Sonra yeni Belediye Başkanı ise basında Hevsel krizi olarak bilinen taziye ziyareti gerekçe gösterilerek günlerce taciz edildi. Elbette bütün bunların altında yatan etken Diyarbakır'a Avrupa ve Avrupalı ilgisiydi. Şu açık olarak bilinmeli ki bu ziyaretler Diyarbakır merkezli politikaların "Ey Avrupalılar, gelin bizimle görüşün. Bizleri ziyaret edin!" şeklinde ifade edilebilecek bir talepleri olduğundan değil. Aksine tümüyle Diyarbakır ve Diyarbakır odaklı siyasal erklerin duruş ve siyasal talepleri ile ilgilidir.
Diyarbakır, binlerce yıldır önemli bir merkez. İstanbul, Ankara ile Avrupa ve Dünyanın bir kısım merkezleri gibi bir önemli merkez. Bir metropol. Ama ciddi farkla bir metropol. Muhalif metropol, Alternatif Metropol bir şehir Diyarbakır. İşte asıl budur Diyarbakır'ı ilgi odağı kılan.
Çok fazla uzağa gitmeden son bir, iki yıllık AB sürecine baktığımızda onca çekilen ve çektirilen acılara rağmen, en çok Diyarbakırlılar AB için kulis yaptılar. Neredeyse çoğunlukla Türkiye'nin bir çok yerinde el altından AB karşıtlığı pompalanırken Diyarbakırlılar cepheden Türkiye'nin AB'ye mutlaka alınmasını ifade ettiler. 17 Aralık'a birkaç ay kala AB komiseri Günter Verheugen Diyarbakır'a geldiğinde 15 STK temsilcisi ile yemek yemişti. İstisnasız bu temsilcilerin tümü ağız birliği etmişçesine "17 Aralıkta müzakere tarihi verilmeli" dediler. 17 Aralık'a 15 gün kala Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir temsil gücü çok güçlü bir yerel STK ve işadamları gurubu ile Avrupa'ya gitti. Neredeyse 15 gün süren yoğun bir AB kulis çıkarması yaptı. Bu iki örnek bile tek başına Diyarbakır'ın ülke demokrasisine kattıklarıdır.
Diyarbakır siyasal olarak muhalif bir şehirdir. Bu öteden beri böyledir. Budur belki de Diyarbakır'ı asırlardır diri tutan. Diyarbakır'ın sistemle problemi vardır. Diyarbakır merkezli politikaların öteden beri sistemle dertleri vardır. Çözümlenememiş, kangren haline gelmiş sorunları vardır. Ve bu sorunlar çözüme kavuşsun diye Diyarbakır merkezli siyasal erkler hep içerden birileri muhatap olsun diye önermelerde bulunmuşlardır. Ama üzülerek ifade edilmektedir ki, bir Allah'ın kulu dahi Diyarbakır'da bir tek STK temsilcisini muhatap alıp dinlemek lütfünde bulunmamıştır. Oysa zamanında dinlenilseydi, belki bugün Recep Tayip Erdoğan hükümeti Brüksel'de, sınav kapısında ter döken öğrenci konumuna düşmeyebilirdi.
Elbette Avrupa bir yeni üye adayını kabul etme arifesindeyken o üye adayı ülkenin "sorunlu mevzularına" ve de "sorunlu bölgelerine" ilgi duyar. Dinler, araştırır. Bu gayet doğaldır. Bunun gariplik neresinde? Oğlunuza kız isterken, ya da kızınız için bir damat adayı söz konusu iken, karşı taraf "neyin nesi, kimin fesi?" diye araştırma yapılmaz mı? Elbette yapılır diyenler, Avrupalıların Diyarbakır'a gelmelerine de müsamahakâr davranmalılar.
Ha! Unutmadan bir de neden başka illere gitmiyorlar sorusu vardı! Neden Konya'ya, Kayseri'ye, Erzurum'a gitmezler? Belki de ekonomik olarak büyük ölçüde bu iller sorunlarını çözmüşler. Bir de siyaseten, ya da başka nedenlerle ciddi talepleri yok bu illerin. Öyleyse buralara gidip görüşme yapmanın anlamı da olmasa gerek! Ama bir de Başbakanın memleketi Rize vardı, değil mi? Onu unuttuk sanılmasın. Bilinçli olarak onu en sona sakladık.
Yakın zamanda İstanbul'daydım. Cadde-i Kebirde, Beyoğlu'nda dostlar beni bir kahveye götürdü. Demli çayları yudumladık. Kahvenin ismine takıldım: "Kaçak Çay". Vallahi de billahi de Kaçak Çay. Üstüne üstlük, yalnız bizim buralardan değil, Karadenizli müşterileri de vardı adı Kaçak Çay olan kahvehanenin.
Valla ne diyeyim, malum çay memleketi, Rize ve havalisi. Ama ne hikmetse oraların çayı biz Diyarbakırlıları kesmiyor. Hatta yalnız Diyarbakırlılar değil bil cümle Güneydoğulular kan kırmızı "Seylan Çayı" olmazsa içmiyorlar. Gerçi son zamanlarda o meşhur ve doğulu Seylan Çayına bir başka meşhur ve bu kez batılı "Lipton Çayı"nı karıştırarak birazcık ligt'laştırdık da! Yine de "Kaçak Çay"ın hali bir başka canım. Demek ki bizimkiler ve de adı kaçak çay olan kahvenin müdavimleri yalnız değil, AB'li "dostlar" da bu kaçak çayın tadına teşne mi ne!
Ne dersiniz?
(ŞD/YS)