Kiminize göre bunca zıtlaşmanın, boğazlaşmanın yaşandığı bir dönemin yazısı mı bu, diye düşünülebilir. Elbette diyesim geliyor. Bir çok kavga gürültünün kaynağı birbirini toplumsal manada da, bireysel manada da yeterince anlamamak, tanımamak değil mi?
Ben Gizem'i Diyarbakır'da tanıdığımda 3 ya da 4 yaşlarında sakin ve sempatik bir çocuktu. Annesi Zuhal ile babası Cemalettin Diyarbakır'da öğretmendiler.
Yaklaşık 15 yıl öncesinin yani 1990'lı yılların Diyarbakır'ında paylaşılabilecek bir dolu saygın değer başka bazı dostlarımızla birlikte ortak değerlerimizdi.
Gündelik hayatlarımızı alabildiğine meşgul eden günübirlik siyasetin ara boşluklarında kendimize yarattığımız edebiyatın dostluğu mümkün mertebe paylaştırıcı olurdu hayatlarımızı.
O günlerde dostlarımın evlerinde fark ettiğim ince bir ayrıntıydı. Çoğumuzun evlerinin baş köşesini işgal eden televizyon bozuk ve artık ihtiyaç duyulmayıp kullanılmayan bir ev eşyası olarak Zuhal-Cemalettin çiftinin evinde kanımca hak ettiği yeri almıştı.
Sorduğumda, haklı olarak "Zaman kaybı. Çocuk giderek büyüyor. Televizyon hayata yön vermemeli" gibisinden sözler etmişlerdi.
Doğrusu o zamanlar kısmen yadırgamıştım. İnsan nasıl televizyona ihtiyaç duymadan yaşayabilir.
Bazen bir haberi, ya da bir haber programı izleme ihtiyacı duymaz mı? Bunca yılın birikimine bakıp geri döndüğümde "Doğrusu, arkadaşlarımın yaptığı" demek durumundayım.
Aradan 15 yıl geçtikten sonra bir günlük konukluk hatırına yeniden dostlarımla buluştuk. Gizem büyümüş, Üniversiteler Arası Seçme ve Yerleştirme Sınavına girmişti. Türkiye'de sınava giren 1 milyon 650 bin genç arasından ilk 3 bin arasındaydı.
Türkiye'nin bir çok özel üniversitesinden tebrik ve davet almıştı. Ama Gizem Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlığı tercih etmişti. Elbette bu Başarının Gizemi, ya da Gizem'in Başarısı'ydı. Kutlanmalıydı.
Bir Temmuz sonu, gündüzleri Akdeniz'in Ege'nin insanı kavuran sıcağında doğanın olanca cömertliğini sunduğu bir akşam esintisinde Milas'ın İasos beldesinde daldık derin sohbetlere. İasos ya da yeni adıyla Kıyı Kışlacık beldesini konuştuk.
Argoslu kolonistlerin kurduğu İasos'a daha sonra Milet'ten gelip yerleşen göçmenlerin; Tanrılar Apollon ve Artemis ve de Dionysos adına düzenledikleri festivallerden konuştuk.
Festivalleri ile tiyatro ve müzik merkezi olarak yüzyıllarca tanınan bilinen kentin, geçmişine hak getire kabilinden bugün nasıl koylarında balık çiftlikleri boy vermiş!
Onları konuştuk. Antik adı "İasos" olan kentin bugün askeri bir mahfeli andıran "Kıyı Kışlacık" adına göndermeler yaptık.
Zaman zaman Gizem söze girdi. Diyarbakır doğumlu olması nedeniyle daha Lise çağındayken kendisini kovalayan bir dolu önyargılardan söz etti.
Aşmaya çalışırken baba ve annesinin meslektaşlarını bir öğrenci olarak ikna çabalarını anlatadurdu.
Ve sonra Gizem 1500 kilometre uzaklardan gelen ana-baba dostlarına Gitar resitali verdi. Barış şarkıları söyledi. Baba Cemalettin hem sesi hem de sazıyla zaman zaman eşlik etti.
Ailece Kürt olmayan, ama hayatlarının bir evresinde Kürtlerle dost, arkadaş, yaren olmuş insanlarla önyargıları ve önyargıları kırma çabalarını konuştuk.
Bugünlerin boğazlaşmalarına inat.
Nefes almaya ihtiyacımız var, nefes.
O kadar daraldık ki... (ŞD/BA)