Sabancı Üniversitesi’nin bu güz döneminde ayda bir düzenleyeceği Sinema Siyaset Buluşmaları kapsamında ilk söyleşi “Kötücüllük, Yenilmişlik, Mağduriyet” başlığıyla gerçekleşti.
Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filmi ekseninde kurgulanan söyleşiye İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Asuman Suner moderatörlük yaptı.
Yönetmen Zeki Demirkubuz ve Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sibel Irzık katılımıyla film ve filmin ilham kaynağı olan Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar adlı eseri hakkında bir tartışma gerçekleştirdi.
Yeraltı’nı modernizm üzerinden inceleyen Irzık, neoliberal sermaye aklından bahsetti. Bu aklın rasyonel bir irrasyonaliteyi teşvik ettiğini, çılgın planların ve projelerin zorunlu hale geldiğini söyledi.
“Somutlanan çıkışsızlık ve tanınma ihtiyacı hisleri sebebiyle ‘Yeraltı’ küreselleşmiş durumda. Kamusal alan daraldı.”
Demirkubuz “Fatura modernizme çıktı. Ben de Sibel Hanım’a katılıyorum” dedi ve devam etti: “İnsan doğası, değişmeyen bir doğa. İnsan akılcı olmasına rağmen akıldışı bir varlık. Vaat edilen insan diye bir şey var. Vaat edilmiş ve beklediği verilmemiş; hayatta bu hayal kırıklığı kadar korkunç bir şey olamaz. Demokrasi paketi açılacak şimdi, sanki Alaadin’in cini çıkacak gibi bir beklenti var.”
Demirkubuz 1001 Gece Masallarından çok etkilendiğini, bu masalların insan doğasındaki kötücül özellikleri çok basit ve gerçekçi bir şekilde, hala güncel kalabilen bir anlatıyla aktardığını söyledi. Demirkubuz’a göre Yeraltından Notlar da benzer bir özellik taşıyor
“Düşünüyorum da bu hikaye 1830’lar Rusya’sında ya da 2010’lar Türkiye’sinde değil de 13. yüzyılda geçebilir miydi? Bence geçebilirdi. Güçsüz insanın güçlü yanındaki hissiyatı değişmedi; insanın kendini aşağılatacak bir ilişki içinde olma isteği, yalnızlık korkusu değişmedi.”
Daha sonra söz alan Irzık, güç mücadelesi, kendini gerçekleştirememe, arzunun karşılık bulamaması ‘evrensel’ kavramlar olmalarına rağmen belli biçimlerde ve bağlamlarda bu duyguların tezahürünün nasıl değiştiği üzerine düşünmemiz gerektiğini belirtti.
“Bu kavramlar bambaşka kılıklara girebiliyorlar. Örneğin taşrada yaşamak için hayatın merkezi olan bir yer algısı olması lazım. Taşra-hayat merkezi algısı toplumsal, siyasal bir mesele. Mahrem duygularımıza da böyle bakılabilir. Bu insan doğası yok demek de değil.”
Yeraltı'ndaki ''Değişim imkanı''
Suner, iki konuşmacıya da “Değişim fikrinin nüvesi filmde de var. Yeni bir gerçeklik üretmek mümkün mü, Yeraltı değişim imkanı sunuyor mu?” sorusunu yöneltti. Demirkubuz’a ise kişisel olarak “’Filmim bu ülkedeki başarı ahlakına bir isyandır’ ne demek?” diye sordu.
Demirkubuz, başarı ahlakı fikrini şu şekilde açıkladı:
“Üzerimizde pek çok yük bindiren, yaşatan bir ülkenin insanlarıyız. Türküz, Kürdüz, Müslümanız, Avrupa düşmanıyız. Toplamda insanı çok ezen bir durum var. Adına yeni kapitalizm demek istemediğim bir düzeni yaşıyoruz; kapitalizmin en aşağılık, üçüncü dünya versiyonu bu. Son yıllarda çıkan “Rekabetçi biriyim, vizyon sahibi olmak gerek” lafları dönüp duruyor. Bütün basın ulusal, yani ulusal derken aslında tek merkezli demek istiyorum. İstanbul dışında bir hayat kurulamıyor.”
“Birinin başarısı içerikten, emekten sıyrılarak başkalarının kafasına ‘Başarısızsın’ diye vurmak durumuna dönüştü ve bu çok ahlaksızca bir şey. Erdoğan, yüzde 50 oy alma başarısını kafamıza vurup duruyor. Ayıp değil mi bu?”
“Sahip olduğum değerli şeylerden utandığım bir noktaya geldim. Ben küçükken – ki nostalji falan hiç sevmem öyle şeyler - zenginle fakir aynı yerde yaşardı; bu ekonomik uçurum bu kadar dışa, yüze vurulmazdı.”
Filmdeki ''Gerçeklik''
Yeraltı’nın değişim potansiyeli taşıyıp taşımadığı konusundaki soruya Sibel Irzık da yanıt verdi
“Başarı ahlakından istifa etmek seçeneği filmde de, kitapta da yok. Böyle bir seçenek yok çünkü hayatta da böyle bir seçenek yok. Kendini kanıtlama ihtiyacı ile var olan ve tanımlanan bir insan için bu istifa günümüz toplumsal bağlamında imkansız. Kendinden menkul bağımsızlık mümkün değil.”
“Yeraltında gerçekleşmeyen başka bir imkan var. Dostoyevski’nin pek Ortodoks olmayan Hıristiyanlığı çerçevesinde ‘düşmüş kadın’a açılarak, onunla ilişki yaşayarak kibir mahkumiyetinden kurtulma, sevgi-aşk imkanı doğuyor.”
“Bakhtin, Yeraltı’nın sunacağı imkanlar hakkında diyor ki, yeraltı adamının asla vazgeçmediği şey kendisi hakkında son sözün sahibi olmak. Hakkında son sözü söyleyebilmek, söylenebilecek şeyler hakkında düşünmek, söz sahibi olma hakkını bir açıklık olarak tutmak, iradenin gücünü canlı tutuyor. Sonlanmamışlık, kapanmamışlık, irade imkanı var. İktidarsızlığın bilincinde olmanın iktidar yaratma olasılığı var. Yani başka bir türlü Yeraltı kurulabilir; iktidarsızlık değil değişim potansiyeli olan.”
“Filmde de, kitapta da katı ve ödün vermez bir gerçekçilik var. Zeki Demirkubuz’un Masumiyet, Kader gibi filmlerine baktığımızda da görüyoruz ki avuntuya izin yok. Yüzleşmeye zorlanan karakterler, bireycilik ve başarı eleştirisi var. İnsanların hesaplı, uslu yaşayamayacağının çarpıcı yüzleşmelerini görüyoruz.”
“Doğadan gelen bir yaşama sevinci var”
Son olarak sözü alan Demirkubuz, son sözlerinde bu başarı ahlakına ve bireyciliğe rağmen doğadan gelen bir yaşama sevinciyle var olmaya devam ettiğimizi belirtti ve sözlerini Gezi direnişinden bahsederek sonlandırdı.
“Yaşamaya bunlara rağmen devam ediyorsak, yaşamayı iyi bulduğumuzdan. Nietzsche’nin dediği gibi insana acı veren şey belirsizlik. Bir tutsağı bir şey demeden hapse at, üç güne aklını kaçırır. İnsan Hakları Derneği’nde çalıştığım dönem Cumartesi Anneleri ile çok muhatap olmuştum. Onları ve duydukları dehşeti hiç anlayamazdım, ‘Oğlun şurada gömülü,’ deseler rahatlayacaklar. Haklar o kadar yoğun bir şekilde vaat ediliyor ki, ve gerçeği bu değil.”
“Jean-Jacques Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme’yi yazması aslında bir trajedi. Ortada böyle bir hukuk, kontrat olmazsa birbirinizi yiyeceksiniz iması var. Aramızdaki bütün başkalıktan kurtulmak gerek bence. Devrim de çok sorunlu bir şey, Kafka’nın dediği gibi devrimler dağın böğründen koparken coşkulu, ovaya varınca bataklığa dönüşüyor. İnsanın elinde piç olmayacak hiçbir şey yok, ama bu tablo yine de umutsuz değil.”
“Doğadan gelen bir yaşama sevinci var. Ayağı kırılmış, umutsuz bir sokak kedisi ya da köpeği öleceğini hesaplamadan geziyor, miyavlıyor. Aslında insanda da bu güç var. Çok derin bir yaşama sevinci, kendini tamir edip ertesi güne uyanma ihtiyacı var. Yoksa bu kadar acıya rağmen yaşayamazdık.”
“Gezi de bu yaşama sevincinin bir yansımasıydı. Biz normalde bir saat otobüs bekleyemeyiz, deliririz ama orada günlerce bekledik. Gezi benim için ‘Senin vereceğin işten, paradan, ekmekten önemli şeyler var,’ demekti. Gezi’de yüzlerce Muharrem vardı örneğin, Gezi’den sonra boşluğa düştüler. İnternette gezinen bir ‘en pasif direnişçi videosu’ vardı, hani çöp kutusunu deviren adam. Bence o video Muarrem’i anlatıyor.”
Kendisinin Gezi direnişi sırasında sokakta olmasını ise şu şekilde açıkladı: “Ben Gezi’den devrim beklemiyordum, Tayyip’in fırçalarından sıkıldım o yüzden sokağa çıktım.”
Söyleşinin sonunda ise Demirkubuz yeraltı insanı olmanın rahatlığını vurguladı: “Yeraltından bir şey çıkmaz ama yeraltı adamı olmak çok rahatlatıcı bir şeydir. Hiçbir siyasi partinin, psikiyatristin, birliğin veremeyeceği bir rahatlık.”
Bir sonraki söyleşi 31 Ekim Perşembe günü “Türkiye’de Toplumsal Bellek” başlığı ile Babamın Sesi filmi odağında filmin yönetmenleri Orhan Eskiköy, Zeynel Doğan ve Sabancı Üniversitesi öğretim görevlisi Leyla Neyzi katılımıyla gerçekleşecek. (EK/EKN)