Kalyon, Türkiye'nin hem ülke içindeki hem de bölgedeki Kürt sorununa dair politikasızlığının ve Türkiye içindeki Kürt siyasi hareketine baskı uygulamasının sonucunun, "Barzaniciliğin yükselmesi" olduğunu da ekliyor.
Ve bütün bu tablonun sonucunda, ABD bölgede bütün kartları elinde topluyor, bütün tarafları kendine tabi kılıyor.
Kalyon'la Barzani'nin son açıklamasını, Türkiye yetkililerinden gelen tepkileri, Ortadoğu ve Kürt sorununun uluslararası niteliği bağlamında konuştuk.
Barzani'nin sözlerini nasıl yorumlamak gerek?
Barzani tümüyle yeni şeyler söylemiş değil. Daha önce de Türkiye'nin tepkisini çeken benzer açıklamalar yapmıştı. Ama bu konuşmasında zamanlama olarak yeni bir yön, yeni unsurlar var.
Barzani ilk kez, daha önce -ne tür sert açıklamalar yapmışsa olsun- telaffuz etmekten sakındığı birtakım konulara değiniyor.
Zamanlama: Tam Türkiye'nin yönetiminde Kürt liderlerle görüşülsün mü görüşülmesin mi ihtilafının olduğu, Başbakan'ın Riyad'da Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'yle görüşerek dolaylı da olsa diyalog kanalı açmaya çalıştığı sırada, bu açıklama diyalog isteyenleri zora soktu.
Barzani'nin daha önceki en sert açıklamalarında bile bu keskinliğiyle yer almayan yeni unsurlar da var:
* Diyarbakır-Kerkük bağı kurdu.
* Türkiye'de 30 milyon Kürt olduğunu söyledi.
* Suriye, İran ve Türkiye'deki Kürtlerin yasal kendi geleceğini belirleme hakkından söz etti. Böylece açıkça bir Kürt birliğinden bahsetmiş oldu.
* 10, 15 yıllık bir vade verdi.
* Türkiye'nin hiç hoşlanmadığı bir unsur olarak, Kerkük'te Türkmen sayısının binlerle ifade edilebileceğini söyledi.
Diyarbakır Kerkük bağı daha önce Demokratik Toplum Partisi Diyarbakır İl Başkanı tarafından da telaffuz edilmişti. Barzani'nin sözlerinde yeni olan unsur, "misilleme dili", "çıtayı yükseltme", "müdahaleye müdahaleyle karşılık verme" üslubu.
Bunun gerçekte bir karşılığı var mı peki?
Çıtayı bu kadar yükselten kişi neye güvenerek konuşuyor, diye bakalım. ABD'nin bölgedeki varlığına güveniyor. ABD, İran ve Suriye'yle bölgeyi ilgilendiren bir uzlaşmaya yönelmezse, bölgede yeni bir denklem kurulmazsa, ABD için Irak macerasından elde kalacak tek kazanç Kürt bölgesi olacak.
Ufukta böyle bir geniş uzlaşma görünmüyor. ABD'nin Irak'ta bir geleceği yok, ama Kürdistan'da var. Kürdistan'ı feda edebileceği çapta başka işbirliği olanakları da ortaya çıkmış değil.
Barzani'yse elini güçlendirecek olan şeye oynuyor. Kürt sorununun bölgeselliğini, tutumuyla iyice göze batırmak, sorunun bu yanına çalışmak istiyor. Güç alacağı nokta burası.Kürt sorunu hiç olmadığı kadar bölgesel hale geldi. Barzani bu süreci ilerletmek ve lideri olmak istiyor.
Bunun için, bağımsızlığı çok uzak bir geleceğin hayali olarak değil de, ufukta belirmeye başlayan bir olasılık olarak, diğer coğrafyalardaki Kürtlerin gündemine sokması gerekiyor.
Bir yandan da kendisi için bir iç politika malzemesi değil mi bunlar?
Yaklaşan Kerkük referandumunun peşrevleri bunlar. Kürt yönetiminin öncelikli sorunu Kerkük referandumu.
Referandumla ilgili karşılıklı milliyetçi bakışların rakam açık artırmacılığı yürüyor. Türkiye'de Türkmenlerin nüfusuyla bir açık artırma var. Kimse bunları sorgulamıyor. Şimdi benzer açık artırmaya Barzani de girmiş görünüyor. Tamam, tam sayı bilinmiyor ama, Türkiye'deki Kürtlerin sayısının 30 milyon olduğunu da kimse söyleyemez.
Türkiye özelinde bakarsak, Kürtler üzerinde etkili olabilecek üç lider var: Barzani, Talabani, Öcalan. Kürtlerin bütününe seslenme kapasitesi açısındansa, Barzani ve Öcalan.
Barzani bu çıkışıyla birçok temel noktada Öcalan'ın liderliğinin altını oyuyor. Türkiye'yse bunu kolaylaştırıcı davranıyor. İzlediği politikanın nesnel sonucu, Barzaniciliğin önünü açmak oluyor.
Son birkaç yıl boyunca, Türkiye Kürtleri içinde Barzanilik akımı güç toplamaya başlamış durumda.
Barzaniciliğin ana karakteri ne?
Toplumsal köken olarak Kürt hakim sınıfının akımı. Kürt feodallerinin, burjuvalaşan Kürt kesimlerinin akımı. Esasında burjuva bir hareket. Bir aşiret temeli var, ama artık böyle olmaktan çıktı. İşgalle beraber neoliberalizme eklemlenme karakteri var. ABD müdahalesini fırsat olarak değerlendiriyor. PKK'yle kıyaslandığında daha milliyetçi ve artık bir "Kürt birliği" peşinde koştuğu açık. Dayandığı zemin Kürdistan Demokrasi Partisi (KDP). KDP'nin diğer ülkelerdeki Kürtlerin içinde de paralel örgütlenmeleri vardır. O da yayılmacı anlamda, Pankürdist bir hareket.
Türkiye'nin böyle bir durumda nasıl bir politika izlemesi gerek?
Sorun Kürt sorununun bütünü açısından da Ankara'da düğümleniyor. Üç unsur yan yana gelmeden Türkiye buradan çıkamaz:
* Türkiye kendi Kürt sorununu çözmedikçe eli zayıf.
* PKK'ye karşı Barzaniciliğin önünü açmak çözüm değil.
* Türkiye'nin kendine ait bağımsız, bölgesel ufku olan bir Kürt politikası olmalı. Bu politika İran'a ve Suriye'ye "Gelin Kürtleri birlikte ezelim" teklifi değil, "Başkalarını karıştırmadan sorunu birlikte çözelim" teklifi olmalı.. Haklar bağlamında, bölgesel, paralel çözümler alanında bir politika olmalı bu. Bir ülkenin diğerini kendi Kürtlerine karşı kışkırtmadığı, demokratik bir Ortadoğu yaklaşımı esas olmalı.
Bunlar için Türkiye'nin, bölgesel inisiyatifin ortaya çıkması için çaba sarf etmesi, her yoldan ABD'nin bölgeden çıkarılmasını teşvik etmesi gerekir.
Bunun dinamikleri nerde?
Türkiye solunda.
Öte yandan Kürt hareketi içinde de dinamikleri var. Türkiye Kürtleri, hâlâ önüne ayrılma ve birleşik Kürdistan hedefini koymadı. "Kürt sorunu Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin bir parçasıdır; bütün coğrafyadaki Kürtler, kendi bulundukları ülkeyi dönüştürmeye bakmalı" diyorlar. Bu bir imkan. Ankara'nın Türkiye'deki Kürt siyasi hareketiyle de diyaloğunu geliştirmesi gerek. Ama bunun tersine baskı uyguluyor. Bu akıldışı ve irrasyonel.
Bir yandan da askeri müdahale konuşuluyor. Türkiye'nin Kerkük'e askeri müdahale olanağı var mı?
Konjonktüre bağlı. Kerkük'e girersiniz, ama kalamazsınız. Ama Kerkük'e askeri müdahale, Kürt coğrafyasını kendi elinizle birleştirmek demek. Bu tam da Barzani'nin istediği şeyi, Kürt birliği sürecinin yeni ifadelere bürünme sürecini ilerletir.
Sonuçta, zaten yapıldığını duyduğumuz, iç kamuoyunu yatıştıracak sınır giriş çıkışlarının göstere göstere yapılması mümkün; bir iç politika malzemesi olarak.
Sonuçta, asıl kazanan ABD mi oluyor?
Tek tek baktığımızda bile, herkesin elinde kartlar var. Türkiye özelinde Kürt sorununda ve bölgesel Kürt sorununda, Türkiye'nin elinde ne kart var? İstenir olan, Barzani bu açıklamayı yaptığında, Türkiye'deki Kürt hareketinin temsilcilerinin çıkıp "Dur bakalım, biz sorunumuzu çözme yolundayız, sana da aynısını tavsiye ederiz" demesiydi. Ama son dönemde gördükleri baskıyla zaten bu mümkün değil. Türkiye'de Kürtlerin önüne "birlikte bir gelecek kuruyoruz" ufku konmuş değil.
Sonuçta Türkiye bu süreçte tabi hale geliyor; süreç sizi sürüklemeye başlıyor. ABD dış politikası da bunu istiyor. Kartları elinde toplayıp, bütün tarafları kendine tabi kılmak. Dışişleri Bakanı Gül'ün Barzani'nin konuşmasından sonra yaptığını düşünün; ABD Dışişleri Bakanı Rice'ı aradı; Barzani'yi "büyük patrona" şikayet etti.. (TK)