"Saldırıya maruz kalanların çoğunluğunu kadın ve çocuklar oluşturuyor. Hatta elinde bebek bulunan bir annenin dahi etrafının çevrilmiş olduğu görüntülerden anlaşılılıyor. Bu aşamada tüm bireylerin yaşam haklarının ve bedensel bütünlüklerinin korunması gerekliliğinin altını çizerken, yaşanan olayın aynı zamanda kadına ve çocuğa yönelik şiddetin bir örneği olduğu da vurgulanmalı…"
Mardin ve Diyarbakır baroları, Mardin’den Sakarya’ya giden ve 4 Eylül’de köylüler ve tarla sahiplerinin saldırdığı 16 Kürt işçiye dair rapor hazırladı. Mardin ve Diyarbakır Barosu binasında eş zamanlı yapılan basın açıklaması ile okunan raporda işçilerin ifadeleri ve yaşadıkları yer aldı.
JinNews’te yer alan habere göre, açıklamayı avukatlar adına Mardin Barosu avukatlarından Kemal Erdem ve Diyarbakır Barosu adına İnsan Hakları Merkezi Dava Takip Komisyonu Eşbaşkanı Sidar Avşar okudu.
"Saldırıların kaynağı eşitlik ilkesinin sağlanamaması"
Raporda öne çıkanlar şöyle:
*04.09.2020 tarihinde Sakarya ilinde meydana gelen saldırı, aslında ülkede yaşanan sorunları birçok boyutuyla ortaya koymaktadır. Saldırının en önemli dinamiği; bir tarım havzası olmasına rağmen Kürt yurttaşların yaşadıkları coğrafyadan bin 500 km uzaklıkta ülkenin batısına gitmeye zorlayan bölgeler arası gelir ve yatırım dengesizliğidir. Bu husus da devletin anayasal yükümlülüğü olan sosyal devlet ilkesini ve yurttaşların anayasal hakkı olan "eşitlik" ilkesini sağlayamamış olmasından kaynaklı.
*Kürtler resmi olarak “yurttaş” statüsünde olmasına rağmen kullanılan nefret dili ve uygulanan militarist politikalar nedeniyle sık sık bu ve benzer saldırılara maruz kalmaktadır. Nitekim olay faillerinin kullandığı; “Burasını Mardin mi sandınız!”, “Benim anlamadığım dilde konuşmayın” cümleleri bile üzerinde yaşanan toprağın sadece kendisine ait olduğu ve bir başkası olarak nitelenen Kürt yurttaşlara bu toprağın hak olarak görülmediği zihni alt yapıyla hareket edildiğini gösteriyor.
*Bu husus da Anayasa ve Uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış ve devlete yükümlülük getiren nefret suçu ve ırkçılık ile mücadele, "Ayrımcılık Yasağı", "Eşitlik İlkesi" gibi yaşamsal konularda ortaya çıkan siyasal ve yargısal politikaların sonucu.
*Son zamanlarda yaşanan bu ve benzeri nefret suçu kapsamında olan olayların çok sık yaşandığına tanıklık ediyoruz. Öncelikle bu saldırıların temel sebeplerinden birinin Türk Ceza Kanunu’nda nefret suçunun ve ırkçı saiklerle yapılan saldırılarının suç olarak düzenlenmemiş olması faillerin rahat hareket etmesine yol açıyor.
*Ayrıca idari makamlarının olayın üstünü örtme ve gerçeği çarpıtma yönündeki yaklaşımları ile yargı makamlarının cezasızlık politikasındaki ısrarları bu ve benzeri saldırıları körüklüyor hatta teşvik ediyor
*Şu ana kadar belirttiğimiz hususlar toplumsal, siyasal ve hukuksal olarak koruyucu ve proaktif yaklaşımlar bağlamında yapılması gerekenlerdir. Ancak bir hukuk devletinde bu tür hukuksuzluklar ortaya çıktığında telafi edici ve reaktif yaklaşım kapsamında etkin soruşturma ve sağlanacak ceza adaleti anlamında hem mağdurların yaşadığı travma hem de toplumsal psikoloji açısından onarıcı adalete hizmet edecektir. Ancak olayda faillerin; ‘devlet biziz, jandarma da bizden yana’ gibi söylemleri ceza almayacağını bilme pervasızlığı ve cezasızlık politikaların çok net bir sonucu.
Rapordaki öneriler *Bölgesel gelir adaletsizliği ortadan kaldıran politikaların geliştirilmesi, *Mevsimlik tarım işçilerinin haklarını ve can güvenliğini koruyacak yasal düzenlemelerin yapılması ve uygulamalar geliştirilmesi, *Çocukların işçi olarak çalıştırmanın, çocukluluklarını yaşamaktan alıkoyan potansiyellerini ve saygınlıklarını fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar verici nitelikte olmasının önüne geçilmesi için gerekli önlemlerin alınması, Irkçılık ve nefret suçu saikiyle işlenen suçların faillerinin korunmasına sebep olan cezasızlık politikalarından vazgeçilmesi, aynı nedenlerle farklı kimliklere yönelen tehditlere ilişkin acil olarak yasal bir düzenlemenin yapılmasının hayati öneme sahip olması, *Çok dilli bir toplumun farklılıklarına tahammül edilmesi için gerekli adımların atılması ile birlikte yetkili makamların bu hassasiyete uygun bir dil kullanmasının elzem olması, *Kürt Dili önündeki engellerin kaldırılması için siyasi aktörlerin ve kurumların barışçıl ve çoğunlukçu bir dil kullanması, sorunun varlığının temelinden çözecek yasal düzenlemelerin yapılması, *Adli ve idari görevlilerin suçu gizlemek ve faili korumak yerine, etkin soruşturma ve mağduru koruma temelli yaklaşım geliştirmesi ülkede barış ortamını sağlayacak politikaların ortaya konması ve savunma makamını temsil eden avukatların görevini özgür bir ortamda yapmalarının sağlanarak cezasızlığa yol açmayacak şekilde onarıcı ceza adaleti yaklaşımı ile yargısal süreçlerin yürütülmesi gerekiyor. |
Ne olmuştu? Mardin Mazıdağı'ndan Sakarya'ya giden 16 Kürt tarım işçisine 4 Eylül'de ırkçı saldırı gerçekleşti. Mezopotamya Ajansı'nın görüntüleri ile birlikte servis ettiği haber sonrası saldırıya kamuoyundan tepki geldi. Sakarya Valiliği konuya dair yaptığı açıklamada saldırıyı yalanladı ve görüntülerin Kocaeli'ndeki başka bir saldırıdan olduğunu iddia etti. HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar saldırıya uğrayan işçileri aradı ve konuyu takip ettiklerini belirtti. Yine HDP konuyu Meclis gündemine taşıyacağını açıkladı. İHD İstanbul Şubesi, Sakarya'da Kürt işçilere dönük ırkçı saldırının "inkar politikasının" devamı olduğunu vurgulayarak, bu olayın sadece kınamak ve lanetlemek ile geçiştirilemeyeceğine dikkati çekti. Kocaali Cumhuriyet Başsavcılığı, Sakarya'daki ırkçı saldırıya ilişkin 2 kişi hakkında gözaltı kararı verdi. Hakkında gözaltı kararı verilen kişilerin yakalanması için çalışma başlatıldı. Gözaltına alındılar ve ifade işlemleri sonrası serbest bırakıldılar. |
(EMK)
Fotoğraf: Jinnews