Kadınlarla Dayanışma Vakfı'ndan (KADAV) Serap Güre, kadınların barış müzakerelerinde yer almalarının önemini ve Barış İçin Kadın Girişimi'ni anlatıyor:
Barış İçin Kadın Girişimi nasıl ortaya çıktı?
Uzun zamandır yaşanılan çatışma ve savaştan dolayı Türkiye’de birçok barış hareketi doğdu ve bunun içinde kadınlar da var. Buna rağmen, kadınların savaştan dolayı yaşadıklarını daha görünür kılabilmek için kadınlar kendileri için bir grup oluşturdu ve Mayıs 2009’da Barış İçin Kadın Girişimi kuruldu.
Farklı sosyal çevrelerden, kimliklerden, inançlardan, cinsel yönelimlerden kadınlar, bu platformda biraraya gelerek uzun süre önce ‘nasıl barışı kurabiliriz’i tartıştılar, ortak söz ve eylemlerinin ne olabileceğini, daha güçlü bir barış talebini evde, sokakta, mahallede nasıl yükseltebileceklerini konuştular.
Kürtlerin kimlik ve varolma mücadelesinde kadınlar da erkekler kadar varlar ve bu varlıkları sadece sokakta değil, karar alma mekanizmalarında da aynı. Sendikalarda, belediyelerde, yerel yönetimlerde, siyasi partilerde ve sokaklardalar. Değişim, dönüşüm ve barış için mücadele ediyorlar.
Muhalif olan herkesin “suçlu” olarak kabul görüldüğü bir ortamda tabandan tavana kadar her düzeyde mücadele eden Kürt kadınlar tutuklanmaya ve hatta cezalar almaya başladılar. Bu tutuklamalar, muhalefetin sözünü sindirmek için bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Bu kadınların mücadelesini demokratik bir ortamda sürdürmelerini engelleyen tutuklamalara bir tepki olarak da çıktı bu girişim. Bu çok somuttu o sırada ve barışın oluşturulması gerekiyordu.
Erkeklerden farklı olarak kadınlar nasıl etkileniyor bu savaştan? Girişimin bu konuda ne gibi çalışmaları var?
Ölümler, savaşın görünür kısmı. Bir de görünmeyen ciddi bir yoksulluk hali var. Çünkü bütçenin çoğu savaş için kullanılınca, insanların sosyal ve kültürel gelişimine az para ayrılıyor. Bu durum insanlarda yoksulluğa ve geleceğe karşı umutsuzluğa neden oluyor. Bu da en çok kadınları etkiliyor. Özellikle Türkiye’de toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı kadının ikincil olma hali katmerleniyor. Çözüm sürecinde bunun da görünürleşmesi lazım.
Diğer bir sorun, savaşın zorunlu göçü getirmesi. İnsanlar yaşam ortamlarından koparılıyor ve o zamana kadar tüm bildikleri sıfırlanıyor. Bundan da en çok kadınlar etkileniyor çünkü yaşamı yeniden kurma görevi onlara atfediliyor. Özellikle Kürt kadınların dillerini bilmedikleri bir toplumda yaşamaya zorlanması, aile iletişimlerini koparacak boyutta bir yalnızlaşmaya neden oluyor.
Girişim, batıdaki kadınların da savaşın kadınlara yaşattığını öğrenmemizi sağladı. Buradan yola çıkarak savaşın getirdiği şiddetin görünür olmasını sağlayacak toplantılar, sokak eylemleri yapmaya başladık. Eylemleri İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’ın çeşitli ilçelerine taşıdık, buralarda barış noktaları oluşturduk, barış hatırası fotoğrafları çektirdik.
Girişimden habersiz kadınlarla da görüşebilmek için çadır eylemleri yaptık. Fotoğraf sergileri, belgeseller, tiyatrolar aracılığıyla savaşın görünmeyen etkilerine bizim dışımızdakilerin de dikkatini çekmeye çalıştık.
Savaş harcamalarını nasıl ortaya çıkarırız, buradan politik sözümüzü nasıl kurarız, diyerek bütçe okuma atölyeleri düzenledik. Bilgiye erişmek savunduğun şeyi güçlendiriyor. Niye barış istediğini anlatmak istediğin kişilere düşünceni daha doğru şekilde savunmanı sağlıyor.
Peki çözüm sürecine kadınların katılması neden önemli? Yani bu sürece kadınlar katılırsa ne olacak?
Yeniden çatışma ortamının oluşmaması, doğru çözümlerin üretilmesi, güvenlik politikalarından çok yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamak için kadınların katılımı şart. Ne kadar kadın olursa süreç o kadar şeffaf olacak. Barış herkese erişmiş, yerelde de konuşulmuş olacak.
Kadınların savaş sürecinde yaşadıklarını, edindikleri deneyimleri çözüm sürecinde de en iyi kadınlar anlatabilir. Savaşın neleri yok ettiği, yaşanan kayıpların tüm detaylarıyla ortaya serilmesi ancak kadınların da katıldığı müzakerelerle mümkün.
“Biz bu işi çözeriz” diyen bir grup erkeğin masaya oturduğu değil, tabana yayılan bir süreç olmalı. Biz bunları yeniden keşfetmiyoruz, kadınların barış sürecine katılımının önemi ve desteklenmesi dünyadaki diğer süreçlere dair yaşanmışlıklardan ortaya çıkan bir şey. 2000’de çıkan ve Türkiye’nin de imzaladığı 1325 sayılı BM kararı da kadınların barışın tesisinin her safhasına katılması gerektiğini söylüyor. Kadınlar yeni sürecin de kurulmasında yer almalı. Bunlar birbiriyle içiçe geçmiş durumda zaten.
Kadınların barış sürecindeki talepleri neler?
Bizler, barış mücadelesinde kamusal alana çıkmış ve toplumsal roller ediniş kadınların tekrar eve kapatılmadığı, özgür, eşit bireyler olarak yer aldığı bir toplumsal yaşam istiyoruz.
Toplumda eşit ve demokratik bir yaşamın sağlanması en temel talep. Herkese eşit vatandaşlık hakkı, herkesin anadilini kullanabildiği bir yaşamın kurgulanması…
Kadınlar sürece dahil edilmezse ne olur?
Süreç yine kesintiye uğrayabilir. Erkekler en ufak bir sorunda “hayır olamaz” deyip, kendi köşelerine dönüp küsebilirler ya da o öfkeyi güçlendirip önce mecliste, sonra sokakta savaş mantığıyla yaşamaya devam edebilirler ve toplumu da bunu yaşamaya zorlarlar.
Güvenlik politikaları dışında, barış politikalarının konuşulabilmesi, yani normal bir yaşamın kurgulanması için kadınların süreçte yer alması lazım.
Şimdiye kadar süreci erkekler yürüttü, meseleyi çözemediklerine göre artık farklı bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Hayatın her alanında kadınlar var, bu kadar toplumsallaşmış bir varlık gösterebiliyorlarsa, barış görüşmelerinde de yer alabilirler. Kadınların sadece “anne” pozisyonu üzerinden kurgulanıp, başka hiçbir şey yapamaz gibi kabul görmelerini anlamış değilim! Bu algı, konu siyasete, müzakereye gelince erkekler tarafından dışlanmalarına neden oluyor.
Son olarak, 30 yıldır süregelen savaş ortamında son zamanlardaki gelişmeleri ve çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barışın kurulabilmesi için, “Biz uzlaşmak istiyoruz, sorunları herkesin kabul ettiği ortak paydada çözülebilmesini sağlayacak bir ortamın yaratılmasını istiyoruz” diyebilecek ve bunu içselleştirmiş insanlar olması lazım. Artık bunu biraz duymaya başladık diye düşünüyorum.
Hepimiz farklıyız. Barışı getirecek olan da farklı insanların ortak niyetidir. Algılarımız, yaşam biçimlerimiz, kimliklerimiz, inançlarımız, inançsızlığımız farklı olabilir. Ama önemli olan nasıl bir ortak yaşam kurmak istiyoruz, bu konuda hem fikir olmamızdır. Tek başımıza yaşayamayacağımıza göre, “birlikte yaşamanın yollarını bulmak istiyoruz” diyecek niyette olmamız lazım. Bundan sonrası kendiliğinden gelir.
Şimdiki süreçte bunu görüyorum.
Mevcut karar mekanizmalarında bu iradenin olduğunu düşünüyor musunuz?
Şu anki siyasi iktidarın ve diğer taraftaki Kürt politikacıların bu durumda olduğunu düşünüyorum. Ancak Türkiye’deki diğer siyasi taraflar henüz o olgunluğa erişemedi.
Hassas bir süreç tabi ki, herkesin çok sabırlı olması ve yüreğinin sesini dinleyerek devam etmesi gerek. (ÇT)