Akademisyen Ali Baykal, "Kitaplar unvan ve rütbe dolu" diyordu. Elbette bir ülkenin ideolojik, siyasal, kültürel harcını "asker, sivil bürokratlar" kurarsa sonunda belirleyici olanlar da onlar oluyordu.
"Kitapların hedefi, sormayan, itaatkâr ve coşkusuz nesiller yetiştirmek".
Bunun en çarpıcı kanıtını ilkokulda okuyan oğlumun öğretmeni tarafından uygulanan programında gördüm. Alabildiğine "milliyetçi" bir program.
Bu çağda olmaması gerektiğini ve nedenini sorgulamaya kalktığımda, "Aman kurcalamayın, biz Milli Eğitim'in istediğini yapıyoruz" sözleri temel eğitimin hal-i pür melalini gözler önüne sermeye yetiyordu.
Elbette böyle bir eğitim ve öğretim programı uygulanan bir ülkede Eğitim-Sen gibi mesleki demokratik kurumlara ve dillendirdikleri "Ana Dilde Eğitim" söylemlerine tahammül edilmez. Ve de kapatılma tehdidi ve kararı ile karşı karşıya kalırlar.
İtaatkâr, sormayan, sorduğunda ise "sen ne bilirsin, bunları sana kim öğretti, aman sorma başına iş açarsın" söylemlerinin egemen olduğu bir nesil yetişiyor.
Farklılıklara ve farklı düşünmeye tahammülün zerresi yok. Daha ilkokulda başlıyor ezberlettirilen ilkelliklerin hayat boyu alışılageldik tekrarı.
Her aşamada ve her düzeyde güç-kudret tapınıcılığını, güç-kuvvet seviciliğini kendine felsefe olarak ilke edinen bir kuşak yetişti, yetişmeye de devam ediyor.
Sorgulamaktan kaçış, milliyetçiliklere sığınış! İşte bugünün egemen felsefesi.
İşte tam da bu aşamada, bu ülkenin haysiyetli aydınları ortaya çıkıp "Barış" diyor. "İnsanlar ölmesin, barış içinde ve adil bir yaşam sürelim" diyorlar. Yetinmiyorlar "Silahlar sussun, çatışmalar dursun" diye de ekliyorlar.
150 aydın, düşünen, yazan, araştıran, sorgulayan, tartışan insanın bugün "Barış bildirisini" kaleme alıp ülkenin gündemine taşıması çok önemli.
Çünkü bu ülkenin son yüzyılının bir çeyreğini insanlar kanla, barutla, ateşle, ölümle, sürgünle, acıyla yaşadı.
Halen de kısmi olarak yaşamaya devam ediyor. Tam 5-6 yıldır çatışmasızlık ortamını ve kısmi rahatlamayı yaşıyoruz derken son bir yıl içinde yeniden silahlar konuşmaya başladı. Ve son bir ay içinde 50 dolayında insanımız yaşamını yitirdi.
Ortadoğu'da ve dünyanın diğer coğrafyalarında yaşananlar, geçici barış dönemleri ve silahların bir süre için susmuş olmasının kalıcı barış anlamına gelmediğinin canlı örnekleridir. Barışın bu ülkede kalıcılaşmasının tek yolunun silahı ve şiddeti tümüyle gündemden çıkarmakla mümkün olduğunun bir yaşam biçimi haline dönüşmesi gerek.
Türkiye henüz bu tür bir ortamdan epeyce uzak. O nedenle bu ülkenin aydınları her fırsatta ısrarla barış diyor. Çünkü ancak barışla barışı kendine ilke edinenler barışın yarattığı ortamda demokratik siyasal yaşamda arzuladıkları yeri alabilirler.
Bugün "Barış'la İmtihan" zamanıdır. Yeniden Anadolu'nun yoksul kentlerine ve kasabalarına şehit tabutları taşınmasın diyorsak, bu ülke aydınlarının sesine, ses katmak zorundayız.
200 bin üyesi olan "Eğitim-Sen'ler kapatılmasın" diyorsak Barış'a evet demek kararlılığında olmalıyız.
Ülkeye eşit ve adil demokrasi istiyorsak silahlar sussun, barışın sesi egemen olsun demeliyiz. Barışı tesis etmek zordur. Ancak zevklidir.
Bu zevki savaş rantiyecilerine rağmen tatmak ve yaşamak en çok barış yanlılarının saflarını sıklaştırmasıyla mümkün olur. (ŞD/BA)