Dominique Appia/ Entre les Trous de la Memoire (Hafızanın Boşluğunda)
Dünyanın neresinde olursa olsun savaşa karşı olmak gayet insani vicdani bir tutumdur. Dünyanın hangi ülkesinde hangi şehrinin üzerine bomba düşse orada yaşayan insanlarla atar yüreğimiz. Bilincimizle, vicdanımızla, insanlığımızla sesleniriz: Savaşa hayır!
2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı işgaline hem ABD'de, hem Türkiye'de ve dahi tüm dünyada sivil toplum kuruluşlarında, sendikalarda, insan hakları kuruluşlarında örgütlü veya değil milyonlarca insanın kolektif ve kitlesel bir biçimde karşı çıkması savaşa karşı duruşun en önemli örneklerinden biri.
"Süper güç" ABD'nin bu sınır aşırı operasyonuna, emperyalizme ve sömürüye karşı dünya ve elbette Türkiye kamuoyunun tavrı; Bağdat'ın yok edilmesini, mezhep savaşlarını, on binlerce insanın ölümünü belki engelleyememişti ama Türkiye'deki savaş karşıtı eylemler, Meclis'ten geçirilmek istenen ABD'nin Türkiye'de asker bulundurmasını, hava sahasını ve limanlarını kullanmasını ve de TSK'nin Irak'a gönderilmesini amaçlayan 1 Mart tezkeresinin yırtılıp atılmasını sağlamıştı.
Savaşın olduğu yerden ölüm, acı ve gözyaşının eksik olmadığı dünyada o gün en doğru karardı bu. Bugün ise Türkiye hükûmeti Suriye'de Afrin'e operasyon gerçekleştiriyor.
Suriye'de uzun yıllar Esad ailesinin kontrolünde seçimlerin serbest yapılamaması, temel hak ve özgürlüklerin yok sayılması, basının özgür olmaması, muhaliflerin tutuklanması, olağanüstü hâl ile yönetmenin olağanlaşması nedenleriyle eleştirilen bir rejim olageldi. Halk bir gün (Arap Baharı olarak adlandırılan eylemlerden etkiyle) yolsuzluk, baskı ve insan hakları ihlallerine karşı ayaklandı.
Yönetime karşı başlayan isyan totaliter bir rejimin varlığını iç barışın yokluğunu fırsat bilen "üstün devletlerin" Irak'ta olduğu gibi petrol coğrafyası Ortadoğu'da bulunma, oradaki devletleri ekonomik ve siyasî yönden egemenlik altına alma politikasıyla (emperyalizm) gittikçe büyüdü ve bir gün iç savaşa dönüştü.
Afrin kent girişi.
Suriye ordusundan ayrılanların Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla kurduğu silahlı örgütün yürüttüğü savaşa Kürt ve Türkmen gruplar, El Nusra gibi selefi örgütler de dâhil oldu. Zamanla da El Kaide kökenli cihatçı örgütlerin birleşimiyle Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgütler palazlandı.
Uluslararası düzeyde ise ABD'sinden Rusya'sına değin tüm siyasi aktörler orada. Türkiye daha başından beri ABD'nin yanında bu savaşa taraftı. Görünürde kim kimi destekliyor, kim kiminle işbirliği içinde, hangi örgüt hangi örgütle savaşıyor, hangi il ve ilçeye kim egemen bilinebilir belki ama bu sorulara net bir yanıt vermek çok da mümkün değil çünkü dengeler günlük değişebiliyor.
Ancak örneğin ABD'nin -özellikle de Rakka operasyonu öncesi- IŞİD'in temizlenmesi için oluşturulan Suriye Demokratik Güçleri ve onun bileşenlerinden YPG'ye silah yardımı yaptığı bir sır değil. Rusya'nın ittifak hâlinde olduğu Şam'ın desteğiyle iç savaşta askerî müdahalede bulunduğu da. Ayrıca Rusya, PYD ile de siyasî olarak işbirliği içinde.
Türkiye'de ise siyasî iktidar yeri geldi devlet sırrı diyerek silah, yeri geldi savaşçı eğitti gönderdi oraya. Suriye salt rejim ile rejim karşıtlarının savaşı olmaktan çıkarak küreselleşti.
Bir gün Türkiye'nin Suriye sınırının ötesinde, Suriye'nin kuzeyinde yaşayan Kürtleri temsilen PYD (Demokratik Birlik Partisi) ve onun silahlı kolu YPG (Halk Koruma Birlikleri), Kobanê, Afrin ve Derik'i ele geçirerek Rojava'da "demokratik özerk yapıda" kantonlar kurdu.
Batı Kürdistan denilen bölgenin adı Rojava'nın anayasası "Toplumsal Sözleşme"ye göre Şehba, Cezire, Kobanê, Afrin Kantonları Suriye'nin toprak bütünlüğünün bir parçası. Kürt Arap, Süryani, Ezidi gruplar Mart 2016'da Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu'nu ilan etti.
Suriye'de Kürtlerin ilerleyişi Ankara'yı rahatsız etti. Hükûmetin Ağustos 2016'da IŞİD'e karşı başlatıldığı belirtilen Fırat Kalkanı Harekâtı aynı zamanda PYD'nin kontrolündeki kantonlarının birleşmesini engellemek amacını da taşıyordu.
Geçen yılın ağustos ayında Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu tarafından Kobanê ile Afrin arasında kalan Şehba mıntıkası dördüncü kanton olarak ilan edildi.
Uzun zamandır operasyon yapacağı sinyalini veren Türkiye hükümeti "ulusal tehdit" olarak kodladığı "Kürt koridoru"nu engellenmek için ÖSO ile birlikte Afrin'e operasyon başlattı.
Halep iline bağlı Afrin Hatay ve Kilis kentleriyle komşu. Suriye merkezî yönetiminin çekilmesiyle yaklaşık beş yıldır PYD'nin kontrolünde. Kürtlerin bin yıllık geçmişinin bulunduğu ve Çiyayê Kurmênc (Kürt Dağı) olarak telaffuz edilen Afrin, IŞİD saldırısı nedeniyle göç alan bir bölge. İlçe zeytin ağaçlarıyla ünlü.
Ama en önemlisi Afrin'in demografik ve sosyolojik yapısı: Arada bir sınır olsa dahi Afrin'de yaşayan insanlarla Türkiye'de yaşayan insanlar akraba ve ortak kültüre sahip. Ne bu realiteyi görmeden bir değerlendirme yapmak mümkün, konuyu ne kapitalizmin dayattığı tek tip bir dünya düzeninden ne de Türkiye'nin demokratikleşmesi bağlamında Kürt sorununun demokratik çözümünden bağımsız düşünmek.
Her savaş bir ölümdür
2003'te Irak savaşında ABD'nin Türkiye'deki üslerini kullanmasını ve TSK'nin Irak'a gönderilmesini öngören 1 Mart tezkeresi parlamentoda, sınırın öte yanında her şey güllük gülistanlık olduğu için değil yeni bir savaşa, sömürüye destek vermemek, daha başka insan ölümleri olmasın diye reddedilmemiş miydi?
Bu temel ilke terk edildi ve aradan çok sular aktı. Mesela o gün Erdoğan, savaş tezkeresinin geçmesini istemesine rağmen AKP içinde karşı duruş sergileyenler, hatta bunu oylamada eyleme geçirenler olabiliyordu. Erdoğan günü geldi o arkadaşlarını eleştirdi: "1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye, Irak'ta olsaydı, Irak'ın durumu böyle olmazdı."
Sonra Türkiye, Suriye'de oldu. Diplomasinin tamamen terk edildiği süreçte iktidar tek bir uyarıyı dahi dikkate almadan Suriye iç savaşında aktif olarak rol üstlendi. Erdoğan ve hükûmeti dış politikadaki günahlarını unutturmaya çalışarak sınırda bir "terör koridoru tehlikesi" bulunduğu gerekçesiyle operasyon başlatmak konusunda "kamuoyunu hazırladı." Hatta operasyonun ilk günlerinde "Burada şehadet de olur, gazi de olur, kan da olur" diyerek salt bunun bir savaş olduğunu teyit etmedi, gelebilecek ilk tepkileri de şimdilik ortadan kaldırdı.
Nefret dili yayılıyor...
Şimdi yalnız savaş karşıtı olmak, barışı dillendirmek değil, operasyona destek vermemek suç!
Evrensel insan haklarını ve barışı savunanlar ise başta siyasî iktidar ve (savaş bölgelerindeki iliştirilmiş gazeteciliğe benzer şekilde yöneticileri Başbakan tarafından Afrin operasyonunu nasıl haberleştireceği konusunda "uyarılan") bazı medyalar, özellikle de AKP bülteni olanlar tarafından terörle ilişkilendirilerek linç ediliyor, savcılar derhal harekete geçiyor, sosyal medya avcılığı, ev baskınları, gözaltılar, tutuklamalar yapılıyor. Kıbrıs'ta gazeteler taşlı saldırıya uğrarken, dilinin zembereği boşanan kimileri de "Operasyona itiraz edenleri vurun" diyerek nefret söylemini de aşarak doğrudan hedef gösterebiliyor.
Her gün gazete ve televizyon haberlerinde savaş güzellemeleri yapılıyor, savaşın tek çözüm olduğu öne çıkarılıyor, ölüm kutsanıyor, nefret dili yayılıyor... Militarizmin en çok yükseldiği böyle zamanlarda ihtiyaç var kuşkusuz sağduyuya, ilkeli durmaya:
Biraz da silahların susturulması, diplomasinin, diyaloğun önü açılarak barışın nasıl sağlanabileceği üzerine düşünülse herkesin iyiliğine olmaz mı? Yaşar Kemal ustanın sözlerini unutmayalım: "Her savaş, adı ne olursa olsun, bir yıkım, bir ölümdür; insanlığımızı çürütür, vicdanımızı çürütür." (SE/PT)