Ali Atıf Bir köşesinden şöyle diyor:
"Hiçbir bir rockçı çıkıp da 'Ya bu konserlerin adı niye pop and coke?' değil diye sormuyor. 'Coca-Cola dünyasına bu isim daha çok yakışır' demiyor. Bir diğeri de çıkıp şu yanıtı vermiyor: 'Popçular zaten Coca-Cola manyağı oğlum sen içmeyenlere bak!' Coca-Cola'yı verdiği pazarlama dersinden ötürü bir kez daha kutluyorum."
İşte Ali Atıf Bir'in tabiri ile bu sıkı "Rockçı"lara hitap eden Rock'n Coke Festivali'nin dördüncüsü Hezarfen Havalanı'nda kurulan Müzik Kasabası'nda gerçekleşti.
Kurulan koca kasabada hiçbir şey eksik olmasın diye yedi bin kişi gecelerini gündüzlerine katmıştı ama, ilk gün Barışarockçıların yağmur duası tuttu.
Doğaya gem vurmak mümkün olmadığından, yağmurdan kabaran toprağı düzlemek düştü görevlilere. Çadırlarını, matları, uyku tulumlarını yanlarına katıp Büyükçekmece gölünün kıyısına gelen katılımcılara da ilk gecenin bir kısmını soğukta, bir kısmını arabada geçirdi.
Yaratıcı olmak ya da olamamak
Coca Cola tarafından, Pozitif Organizasyon ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı işbirliği ile düzenlenen Rock'n Coke İstanbul Festivali'nin ilk konserini çok Rock çağrışımlar yapan bir grup, "Pop Corn" verdi.
Ertesi günkü ilk konser ise Hayko Cepkin olacaktı. Ama ilk günün yağmuru, sahneye çıplak çıkıp sahne enerjisi içinde üşümeyen Hayko Cepkin'e dokunmadıysa da, izleyenleri bir hayli üşüttü.
Gençlik enerjisi içinde zıplayan sabi sübyanlar da, çantalarından "sweatshirt"lerini bir çıkardı, bir koydu. Yine de, yılda bir kez düzenlenen, okulda bütün bir dönem boyunca "ben bu yıl Hezarfendeydim" havası atmaya vesile olan böyle bir organizasyonda, yaratıcı olmak önemliydi.
Rock'n Coke'da yaratıcı olmak zor zanaattı. Tüm yaratıcılık nesneleri yardım çantalarından çıkmışçasına herkeste mevcut olduğundan, gençler farklı olmak adına bir hayli çaba göstermek zorundaydı. Kamptaki beş adamdan dördünün piercing'i, üçünün dövmesi var gibiydi.
Yeni moda dizlikler, kollara taşınmış, pantolonlar yere yaklaşmış, saçlar kırmızı ve tonlarına dönmüş, fosforlu kareli kravatlar boyunlara takılmış, mesaj kaygısı güden tişörtler edinilmiş, ama illa markalı spor ayakkabılar ve kotlar giyilmişti.
Konuşulmak isteyenler, soğuk havaya aldırmaksızın bikinilerle gezerek farkı ortaya koydu. Ama yine de en marjinal tarz, düz tişört altına kot giyenlerde kaldı.
Filistin neresi?
Bazı gençlerin bir yıllık dünyası Hezarfen'den ibaret olabilirdi, ama bazıları dış dünyaya da biraz baktığından, İsrail'in Lübnan'a yönelik işgaline denk gelen bu festivalde "acaba kimse sahneden Ortadoğu'da yaşananlara ilişkin bir mesaj verir mi?" sorusu sordu.
Beklenen olmadı. Ne sahneden "Can Kırıkları"nı döken Şebnem Ferah, ne İngiltere'nin muhalif grupları arasına adını yazdırmış Muse, toplumsal olan hiçbir konu üzerine tek kelime etmedi.
Ogün Sanlısoy'un "bu şarkıya barış isteyenler eşlik etsin" çağrısı ile Duman'ın çıkış parçası "Özgürlükler Dünyası"nı saymaz isek intifadanın taşları Hezarfen'in kapısında kaldı diyebiliriz.
Herkes "Rockçı" edebiyle şarkısını söyleyip giderken, seyircilerin bir kısmı da, Lunapark bölümünde yer alan "Kamikaze"ye binmeyi tercih ettiler zaten.
Bütün bu çeşitlilik içinde tek renk çingenelerin iflah olmaz coşkusunu sahneden saçan Gogol Bordello'ydu.
Sahneden herkesi mor giymeye davet eden grubun çağrısı, gerçekleşti, konserin ardından "Start Wearing Purple" dile pelesenk oldu.
Para mı? Elimizin kiri...
Coca Cola gibi milyonlarca dolarları elinde gezdiren bir şirketin festivalinde, para geçmedi. Festivale gelenler, organizasyonun düzenliliğine uygun olarak Akbank'tan edindikleri CardRock'larını bozdurup bozdurup harcadılar.
Para yalnızca iki yerde kullanıldı: Prezervatif ve sigara standlarında.
Gençlerin her türlü ihtiyacı gözetilirken, eğlence de ihmal edilmemişti. Prezervatifler özel anahtarlıklar içinde, çikolatalı, güllü ve ince çeşitleriyle, bir YTLye 510 alıcı buldu.
Kasabanın bir müzik kasabası dışında bir alışveriş kasabası da olması en göze çarpan özellikti. Neler neler yoktu ki?
Mavi Jeans, Clinique, Jack Daniels, Rolling Stones, Turkcell, Sony Ericson, Mc Donalds, Pizza Hut, sonra marka olmamış küçük işletmeler, dövmeciler, piercingciler, poiciler... Rock'n Coke'un birebir şehir fiyatlarını izlemesi beklenemezdi, burada bira beş, cola ve türevleri iki YTLye satıldı.
Gençler kelebek misali, o stand senin bu stand benim gezerken, gecenin ilerleyen saatlerinde taze bünyelerinin kaldıramadığı içki fazlasıyla hastane yolunu tuttular.
Tüm duyurulara, tüm ilanlara, ihtarlara karşın, kasabaya, biranın dışındaki uyarıcılar da sızmıştı üstelik. Zaten bir gün sonra gazetelere "esrar satmak için giren torbacılar"a ilişkin haberler düştü.
Hava soğuktu, Rock'n Coke koşulları çetin...
Dağılmış pazar yerlerine benziyor rock'n coke.
Kasabada gezerken aklıma hep şu dizeler geldi...
"o çocuklar büyüyecek/o çocuklar büyüyecek/o çocuklar"... İşte festivalden 10 gün sonra o çocukların doğmadığı, doğanların hatırlamadığı, hatırlayanların bir şey hissetmediği günler gelecekti: 12 Eylül...
Onların mutluluğunu anne-babalarımızın anlata anlata bitiremediği pamuk şekerler, zilli düdükler değil, bizim anlata anlata bitiremediğimiz Legolar değil, kardeşimizin anlata anlata bitiremediği nintendolar değil, prezervatifler, biralar, sanal sevgiler, gerçek şarkılarda hissedilen gerçek olamayacak kadar derin duygular sağlıyordu. Kuşak farkı denilen şey bu olmalıydı.
Sonra düşündüm... Şiirin devamı geldi aklıma. "onlar ki, hepsi/bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler/ah güzel Ahmet abim benim / gördün mü bak / dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar / ve dağılmış pazar yerlerine memleket..."
Ertesi gün ellerinde matları, sırtlarında çantalarıyla bir çok gencin İstiklal'e sökün sökün inmesi, bir Rock'n Coke daha bitip gittiğinin işaretiydi...(AÖ/AD)