uzak yollardan geldik biz/yeşil tarlalardan,/geniş ovalardan/ulu ağaçlardan/ve kuşlardan/güneşten, aydan ve yıldızlardan/vazgeçip/mutlu olduğunuzu duyup/mutluluk da ne ola?görmeye, anlamaya/dokunup koklamaya/Mutlu olmaya geldik biz/Taa uzak yollardan/1989
Bir küçük şiirle başlamak istedim yazıma... Barış nedir, nerededir diye sorulduğunda, çocukların verdikleri yanıtlar çok çarpıcı olabiliyor. Yetişkinlerin dünyası ile çocukların dünyası birbirinden çok farklı. Her konuyu ve kavramı olduğu gibi, çocukların barışı görüş ve tanımlayışları, aslında yetişkinlerden oldukça farklı. Genelde böyle görünmesine karşın, son dönemde katıldığım yurt dışı akademik etkinlikler sırasında incelemeler yapma olanağı bulduğum okullarda, farklı ülkelerden gelen 250 çocuk ve ülkemizden 211 çocuk ile gerçekleştirdiğim görüşmelere odaklanmak istedim bu yazımda. Bu sözlü görüşmeler ve gerçekleştirilen anketler sonucunda çocuklarla yetişkinler arasında bir ortak nokta buldum gibi geliyor.
Bundan pek mutluluk duyduğumu söyleyemem aslında. Yine de, bulduğumu düşündüğüm, yetişkinlerin ve çocukların uzlaştıkları bu nokta, gerçekten çok çarpıcı ve acı veren bir nokta... Ve gerçek şu ki, ne çocuklar, ne gençler ne de yetişkinler "barış"m varlığına inanmıyor artık! "Barış nedir" diye sorulduğunda herkesin kendine göre bir tanımı var. Ama sanki her biri birbirinden soyut ve düşsel... olmayan bir şeylerin tanımı gibi... Siyahın beyaza, kısanın uzuna, açın toka eşit olmasından farklı bir şey barış.
Çocuklar arasında farklı barış kavramları ve düşleri olabileceği gibi, yetişkinler açısından da her düzeyde farklı bir barış anlayışının ön plana çıktığı görülebilmekte. Hangi düzlemde ve düzeyde olursa olsun, öncelikle barışın barışçıl bir biçimde korunması gerekiyor, sorunların soruna dönüşmeden tanımlanması, şiddet içermeden çözümü ve belli uzlaşı yollarının benimsenmesi gerekiyor.
Bunu gerçekleştirebilmek için de çoksesliliğin bir olumsuzluk olarak değil, kültürün, hoşgörünün, değişimin ve hareketliliğin bir parçası olarak benimsenebilmesi, benimsetilebilmesi gerekli. İdeolojilerin, kalabalıkların gölgesinden kurtulmuş, sosyal eşitsizliklerin ve huzursuzlukların en aza indirgendiği, sosyal grup bağlarının güçlü, kimliklerin dışlanmalardan korkmaksızın oluşabildiği ve kendini ifade edebildiği ortamlar sağlanmalı.
"Barış Dili"ni konuşabilmek çok önemli... Ancak, görünen o ki, barışın dili herkesin kendi dili... Yetişkinler çok-dillilik, cokkültürlülük kavramlarına gitgide daha çok önem verip bu konulan eğitimin içine yedirme savaşı veredursun, çocuklar, "çevrelerinde farklı dilleri konuşan, farklı kültürden insanlar olduğunda kendilerini güvende hissetmediklerini" ifade ediyorlar (yüzde 92). Hatta, yabancı bir dilde konuşan insanlardan korktuğunu söyleyen çocuklar var (yüzde 5.6).
Başka dillerin, başka değerlerin olduğu bir ortamda (sürekli) yaşamak ister miydiniz sorusuna verilen yanıtlar da genellikle (yüzde89) olumsuz. Yanıtları verenlerin uluslararası akademik değişim programlan ile kısa süreli yurt dışında bulundukları gerçeğinden hareketle, bu "değişim"in yalnızca belli bir zaman diliminde "hoşgörülebileceği" kabullenilmekle birlikte, anlaşılan o ki, bunun sürekliliğini hiçbiri istemiyor. Benzer biçimde, daha azalan oranda, farklı giyinen, farklı davranan insanların bulunduğu yerlerde bulunmaktan rahatsızlık duyduklarını da dile getiriyorlar. Buna karşılık, "başka kültürleri öğrenmek ister miydiniz" sorusu her zaman revaçta olan bir soru olarak yüzde 97'lere varan oranlarda evet yanıtını içermekte. Yani, görmek öğrenmek, hatta kısa bir süre için deneyimlemek söz konusu olabilir, ancak "birlikte yaşamak" için bunlar yeterli değildir. Günümüz birliktelik-evlilik süreçlerine ne çok benziyor çocuksu kararlar.
Çocukların kendilerini güvende hissedip hissetmedikleri konusu da çok ilginç, çünkü bu etkinliklere katılan 250 kadar çocuğun neredeyse tümü çevrelerinde savaş olmayan ülkelerden gelmelerine karşın, bu çocukların yüzde 56'sı kendini güvende ve barışçıl bir ortamda hissetmediğini dile getirmekte. Pek çoğu evinde, anne-babası ve ailesi ile yaşamakta olmasına karşın, kendini güvende ve huzurlu hissettiğini ifade edenlerin oranı yüzde 46'da kalıyor. 14-16 yaş arasındaki çocukların yüzde 8'i barışın hiç olmadığını ve hiç olamayacağını düşünmekte. Bu şekilde düşünen çocukların saptamaları da çok ilginç. "İnsanların içindeki korku barışa izin vermez" diyor bazıları... "Büyükler, birbirlerinden korktukları için barış olduğuna inanmazlar" diyor diğerleri...
Yurt dışındaki çocuklar, kendilerini en çok nerede barış ve güvende hissettikleri sorusuna oldukça çarpıcı yanıtlar veriyorlar: İnsansız bir bölgede... (dağların tepesinde, okyanusun ortasında, buzulların olduğu yerde). Avrupa Birliği Projesi çerçevesinde gerçekleştirilen bu akademik etkinliklere katılan çocukların yüzde 69.2'si çok kötümser bir bakış açısı ile dünyada barışın olmadığını ve olmayacağım düşünürken, Avrupa Ülkelerinde barış olduğuna inananların oranı ancak yüzde 20'yi bulabilmekte. Katılımcıların büyük bir bölümü barışın dağlarda, buzullarda ya da dünyanın insansız bölgelerinde olduğuna inanırken, yüzde 18'i ise Amerika, İsviçre, Norveç ve Roma'da barış olduğunu düşündüğünü dile getiriyor.
Evinde barış olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 5'te kalmakta. Haksız da değiller doğrusu. Şiddet oranlarına bakıldığında evdeki şiddetin boyutları, büyük şehirlerdeki cinayet oranlarını bile katlayacak oranda artmış durumda. Bu da demektir ki, günümüz çocukları farklılıklarla birlikte yaşayacak biçimde yetiştirilmiyor, aksine onları halen belli kurallar sınırlar ve kalıplar içine yerleşecek biçimde yetiştirmeye devam ediyoruz. Çocukların büyük bir kısmı, barışçıl bir dünyayı "yetişkinlerin istemediklerini" (yüzde 56) düşünmekte. Ne evde ne de okulda kendilerine barışı ve barışla ilgili kavramları öğretmediklerini, tam tersine birbirleri ile mücadele etmeyi, yarışmayı ve birbirlerini geçmeyi öğrettiklerini ileri sürerek yetişkinleri suçlamakta.
6-8 yaş arasındaki çocuklar açısından savaş ve barış, yetişkin dünyasına ait kavramlar olarak görülmekte. Derinlemesine görüşme yapılan yarısı kız yarısı erkek 40 çocuk "barışı sağlama" konusunda yetişkinlere hiç güvenmediklerini dile getirmekteler. Onlara göre yetişkinler "doğaları gereği" tartışmak ve kavga etmek zorundalar. Onlar ise, "masum" dünyalarında her iki uçtaki dengelerden habersiz, "çocukça" bir yaşam sürmekteler.
8-12 yaşındaki çocuklar da benzer biçimde yetişkinleri eleştirmekte ve tüm savaşları yetişkinlerin çıkardıklarını düşünmekteler: "onlar mutlaka savaşacak bir konu bulur" savıyla yetişkinlerin bunu bilinçli ve kasıtlı olarak yaptıklarını ifade etmekteler. Bu gruptaki çocuklar, savaşlarda çocukların öldürüldüğünün de bilincinde ve buna karşı da oldukça tepkililer.
Savaşlarda genelde çocukların "kullanıldığını" düşünen bu yaş grubu çocuklar, televizyon haberlerinde ya da gazetelerde yaşıtlarının ve genelde çocukların başlarına gelen olumsuzlukları öğrendiklerinde derinden yaralanmakta ve yetişkinlere karşı bir öfke duymakta olduklarını dile getiriyorlar. Çocuklardan biri şöyle ifade ediyor: "O gün annem yemek yemem için ısrar ediyordu, ben ise yemek istemiyordum, aklımda hep o çocukların görüntüleri vardı... içimden yemek gelmiyordu..." (Romanya - 9,5 yaşında kız çocuğu)
Barış söz konusu olduğunda cinsiyet de bir etken olarak karşımıza çıkmakta. Çalışılan tüm gruba bakıldığında, yüzde 53.8'i kız olan katılımcılar arasında barışa inanan erkeklerin oranı kızların oranından yüzde 5 daha fazla. Bu konu ile ilgili olarak kızlar, barışı oluşturma ve koruma yolunda erkeklere pek güvenmediklerini ifade etmekteler.
Yurt dışında gerçekleştirilen anketlerde, çocukların yüzde 12'sinin barışa, barışın var olabileceğine inanmadığını bulgulamak gerçekten çok şaşırtıcı. Çünkü 2005 yılında Beyazıt İlköğretim Okulu'nun 211 örneklem öğrencisi ile gerçekleştirilen bir başka pilot araştırmada da çocukların yüzde 13'ünün kendilerini huzursuz ve güvensiz hissettikleri ve mutsuz bir çocukluk yaşamakta oldukları saptanmıştı.(1)
Benzer biçimde, aynı çalışmada çocukların yüzde 13,7'sinin çocukluğun hiç bir olumlu yanını görmedikleri, çocukluk sürecini mutsuz ve olumsuz bir süreç olarak değerlendirdikleri bulgulanmıştı. Çocukların çocukluk çağını neden olumsuzladıkları araştırıldığında ise temel etmenler olarak şunlar çıkmıştı karşımıza.
Çocukluk, bazı eylemlerin gerçekleştirilemediği ve bir şeylerin eksikliğinin hissedildiği bir zaman dilimi (yüzde 36,3): bisiklete binmek, tek başına dolaşmak, araba kullanamamak ya da dilediği kadar çok televizyon izleyip gezmek gibi eylemlerin gerçekleştirilemediği, para, cep telefonu, bilgisayar, iş, ev, sevgili gibi istenilen şeylerin elde edilemediği bir dönem olarak algılanmakta.
Evdeki yetişkinlerin şiddetine, cezalandırmasına ve istismarına maruz kaldığı için çocuk olmaktan nefret ettiğini söyleyen çocukların oranı ise yüzde 19,8. Bunun dışında ev dışında, yakın çevrede -geniş aile ve okul çevresi- fiziksel olarak şiddete maruz kalanların oranı yüzde 16,5'e ulaşmakta. Susturulan, bastırılan, azarlanan ve dışlanan (yüzde 9.9), kendisine diğer çocuklarla eşit davranılmadığını düşünen (yüzde14,3), yetişkinler tarafından çalışmaya zorlandığını ifade eden (yüzde 5,5), sağlıksız şartlarda yaşamaya zorlanan çocukların (yüzde 11) da çocukluk çağını olumlu bir dönem olarak görmedikleri de bir gerçek...
Yerli grupla yapılan çalışmaya bu çerçeveden bakıldığında yurt dışındaki çocuk grubundakilerin yalnızca yüzde 12'sinin barışa inanmaması belki de çok iyimser kalmakta. Ancak, belki de durumun daha da çarpıcı olan yönü, çocuklara ve yetişkinliklere yönelik etkinlikler yolu ile barışın sağlanabileceğine olan inancın bundan da düşük olması! Yaş grubuna bakılmaksızın katılımcıların yüzde 28'i bu tür etkinliklerin barışı sağlama olasılığını pek yüksek bulmadığını ifade etmekte. Katılımcıların yalnızca yüzde 43,5'i kendini güvenli bir ortamda, barış ve huzur içinde hissettiğini dile getirmekte.
Çocukların bugünden şikayetleri olduğu gibi gelecek konusunda da pek umutlan yok. Katılımcıların yüzde 74.3'ü dünyada din savaşlarının çıkacağını düşünüyor. Üstelik bunun gelecek beş yıl içinde olmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyorlar. Herhangi bir savaş çıktığında, uğruna savaşılacak şeyler söz konusu olduğunda ise, 18 yaş altı gençlerin yüzde 25.6'sı hiç bir şekilde savaşa katılmayacağını ifade ederken, yüzde 5'i aileleri ve çocukları için yüzde 25.6'sı ülkeleri ve değerleri için, yüzde 15'i insan haklarının ve barışın sağlanması için yüzde 8'i ise din uğruna savaşabileceklerini düşünmekte, yüzde18'i ise ne uğruna olduğu pek önemli olmasa da çağırıldığında savaşa gidebileceğini ifade etmekte.(2)
Tüm bu sayılara ve son günlerdeki televizyon haber programlarındaki görüntülere bakıldığında çocukların umudunu kaybetmesi çok olağan, bizler yetişkin olarak bile düşünmeden edemiyoruz... Barış Mı? Nerede? (NPÖ/KÖ)
Notlar
(1) Görpe & Pembecioğlu-Öcel, "Effectlve and Consistent Communication Between Clıüdren and Healthcare People" The International Forum for Social Sciences and Health, World Congress: "Health Challenges of the Third Millennium" August 21-26, 2005, Yeditepe University, İstanbul, Proceedings.
(2)"Pembecioğlu-Öcel, Nilüfer,"Communication and Sense of Security: The European Values of Future", Civilizations And World Orders International Symposium May 12-14, 2006, Foundation For Sciences and Arts, istanbul, Proceedings.