11 ayrı dilin konuşulduğu Güney Afrika'da yaklaşık 50 yıl süren aparteid rejimi boyunca siyahlar ikinci sınıf vatandaş ilan edildi, işkence gördüler ve yoksulluğa mahkum edildiler.
Filistin ve İsrail arasında onyıllardır devam eden çatışma son bulacak gibi gözükmüyor. Şiddet döngüsü, bir avuç barış yanlısının çabasıyla kırılamıyor ve "kutsal topraklarda" inşa edilen tahammülsüzlük duvarı yükselmeye devam ediyor.
Kıbrıs ise son 30-35 yıldır "çözüme" hiç bu kadar yakın olmamıştı. Ada'yı ortadan ikiye bölen Yeşil Hat, her iki taraftan ve dünyanın dört bir yanından barış yanlılarının yıllardır sürdürdükleri çabalar yavaş yavaş siliniyor fakat "toplumsal barış"ın sağlanması ve geçmişin izlerinin geri dönmemek üzere silinebilmesi için daha çok zaman ihtiyaç var gibi gözüküyor.
Güney Afrika, Kıbrıs ve İsrail'den üç araştırmacı İstanbul'da düzenlenen 13. Ulusal Psikoloji Kongresi'nde buluştu ve bölünmüş toplumlarda "toplumsal barışın inşası" için deneyimlerini paylaştı.
"Toplumlararası Barışın İnşası: Engeller ve Beklentiler" başlıklı panele Güney Afrika Travmatik Stres Enstitüsü'nden Dr. Merle Friedman, Sosyolog Dahlia Moore ve Yakın Doğu Üniversitesi'nden, kadın ve çocuk hakları aktivisti Biran Mertan katıldı.
İtiraf Etmek, Özür Dilemek ve Barışı Kurmak
Friedman, Güney Afrika'da aparteid sonrası toplumsal barışın sağlanması için yapılanları ve yapılamayanları anlatan "Barışın İnşası" başlıklı bir çalışma sundu.
1948'de uygulamaya geçen ve siyahlarla beyazları ayıran aparteid rejiminin kalkmasının ve yeni bir anayasa oluşturulmasının üzerinden 10 yıl geçtiğini söyleyen Friedman, geçmişte yaşananlar geride bırakılamadığı için toplumsal barışın hala tam olarak sağlanamadığını anlattı.
1996'da, aparteid döneminden yaşanan insan hakları ihlallerini araştırmak için kurulan Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu'nun (The Truth and Reconciliation Comission) büyük bir hata yaptığını söyleyen Friedman "Komisyon siyah çocuklara işkence eden beyaz polislerin 'affedilmesini' istedi. Oysa yapılması gereken samimi bir pişmanlık ve içten bir özür dilemelerini sağlamaktı" dedi.
Friedman, "Bu anne oğlunun katillerini nasıl affedebilir?" derken ekranda, elinde küçük çocuğunun kopan elini tutan siyah bir kadının görüntüleri vardı.
bianet'e konuşan Friedman, Güney Afrika'da resmi olarak konuşulan 11 ayrı dil olduğunu, aparteid rejimine karşı yürütülen mücadelenin başında yer alan Nelson Mandela'nın o toprakları "halkların oluşturduğu bir gökkuşağı" olarak tanımladığını söyledi.
Bölünmüş toplumlarda barışın yeniden sağlanabilmesi için geçmişin tarihsel, ekonomik vb. değişik bağlamlar içinde değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Friedman "Önce herkes açık yüreklikle yaptıklarını söyleyebilmeli. Sonra sorumlular, ki olan bitene seyirci kalanlar da sorumludur, yaptıklarından dolayı özür dileyebilmeli ve en nihayetinde de yaraları sarmak için harekete geçilmeli" dedi.
Zulu dilinde "ubuntu" diye çok güzel bir kelime olduğunu söyledi Friedman. "Ubuntu, 'Ben, sen sen olduğun için, benim' demek. Bu anlayışa ulaşılabilirse toplumsal barış sağlanabilir" diye konuştu.
Mike Ignatief adlı bir gazeteciden alıntı yapan Friedman, "Barışın önündeki en büyük engel intikam alma tutkusu" dedi.
Türkiye'ye ilişkin sorularımızı yanıtlarken Friedman, bölünen tüm toplumların ortak noktaları bulunduğunu, sorunların üstesinden de birbirlerinden dersler alarak gelebileceklerini söyledi.
Nefretin kaynağı kimlikler
Friedman'dan sonra kürsüye İsrail'den gelen sosyolog ve insan hakları aktivisti Dahlia Moore çıktı ve Filistinli bir bilim kadını ile birlikte hazırladıkları "Filistinli, Arap ve Yahudi Lise Öğrencileri Arasında 'Ötekilerden' Nefret Etme" başlıklı çalışmasını sundu.
Güney Afrika'da toplumsal barışın sağlanabilmesi için az da olsa yol alındığını söyleyen Moore sözlerine, "Eğer birisi bana bir gün bir Güney Afrikalıyı kıskanacağımı söylese inanmazdım. Ama Merle Friedman'ın anlattıklarını kendi yaşadıklarımla karşılaştırınca toplumsal barış adına kat ettikleri yolu kıskandığımı söylemeliyim" diye başladı.
Filistinli, Arap ve Yahudi lise öğrencilerine gidip "En çok kimden nefret ediyorsunuz?" diye sorduklarını söyleyen Moore'un sunduğu araştırma sonuçları beklendiği gibi çıkmış olsa da, gençlerin nefretini doğuran sebepler birbirinden oldukça farklıydı.
İsrailli Yahudi öğrencilerden "sol eğilimli" olanlar en fazla Yahudi "yerleşimcilerden" nefret ettiklerini söylerken, "sağ eğilimli" Yahudi öğrenciler en fazla İsrailli Araplardan nefret ediyordu.
Filistin topraklarına yerleşen Yahudilerin "nazik isminin yerleşimci olduğunu" söyleyen Moore, esasında "işgalci" olan bu insanlara gerçek isimleriyle seslendiği takdirde araştırmasını yapamayacağını söyledi.
İsrailli Araplar, iktidarda olan aşırı sağcı Likud partisinden de "yerleşimcilerden" de eşit derecede nefret ettiklerini söylüyordu. Filistinli öğrenciler ise Yahudileri, sol eğilimli barış yanlısı Peace Now hareketine dahil İsraillileri ve Arapları ayrı ayrı değerlendiriyordu.
Moore, İsrailli Yahudilerin nefretinin temelinin "dindarlık derecesi" olduğunu, Filistinliler içinse dinin bir önemi olmadığını, tamamen ulusal kimlikler üzerinden "düşmanlarını" oluşturduklarını söyledi.
bianet'e konuşan Moore, insanların kendi kimliklerini oluşturmak için kendileri dışındaki grupları sınıflandırıp "biz ve onlar" diye ayrımlar oluşturduğunu belirtti.
"Bir defasında öğrencilerime 'ben kimim?' diye sordum. Kadın olduğumu söylediler, sırf pantolon giydiğim için laik olduğumu -çünkü İsrail'de dindar kadınlar asla pantolon giymez- ve öğretmenleri olduğum için de eğitimli olduğumu çıkardılar. Ve sadece bu verilere bakarak benim 'solcu' olduğuma karar verdiler."
"Böylece insanlar sadece karşısındakinin dış görünüşüne bakarak onun hakkında karar veriyor ve kendi fikrine uyup uymamasına göre ilişki kuruyor ya da kurmuyor" diyen Moore, "Bu durum muhtemelen Türkiye'de de böyle. Etrafta başını örtmüş birçok kadın görüyorum. Bu kadınlar bir grup, başını örtmeyenler bir grup ve bu iki grup asla bir araya gelmiyor" diye ekledi.
Bölünmüş toplumlarda karşıt gruplar arasında keskin ayrımlar yaşandığını vurgulayan Moore, "Bunu aşabilmek için elimizde varolan tek araç eğitim. Çünkü insanların davranışları bilişsel ve duygusal etkilerle oluşur ve bilişsel kısmı değiştirmek duyguları değiştirmekten çok daha zordur" dedi.
Bölünmüş Ada'yı birleştiren kadınlar
Son olarak kürsüye çıkan sosyolog ve aktivist Doç. Dr. Prof Biran Mertan da "Barış İçin Ortaklaşa Mücadele: Kıbrıslı Kadınlar" başlıklı bir sunum yaptı.
"Biz sanırım Güney Afrika ve İsrail arasında bir yerdeyiz şu an. Tam olarak barışı sağlayamadık ama çözüm yolunda ilerliyoruz" diyen Mertan, özellikle Kıbrıslıtürk kadınların modernite ve gelenek arasında sıkışmış olduğunu söyledi.
Kadınların çalışma hayatına katılımı, kadın hakları alanında yapılan yasal düzenlemeler, kadınlar eğitim durumu vb. açısından Güney ve Kuzey Kıbrıs'ı karşılaştıran Mertan, Ada'nın her iki yakasındaki kadınların da benzer koşullarda yaşadığını belirtti.
Kıbrıslı kadınların özellikle son 10 yılda büyük kazanımlar elde ettiğini vurgulayan Mertan, buna rağmen çoğu düzenlemenin henüz kağıt üstünde kaldığını, Kıbrıs'ın kadınlarının yönetime katılımı açısından, mesela Avrupa Birliği'nden oldukça geri olduğunu vurguladı.
Kadınların Ada'da toplumlar arası barışın sağlanmasına büyük katkı sağladığını söyleyen Mertan, mücadeleye devam ettiklerini ve yapacak çok işleri olduğunu söyledi. (EÜ)