Roni Yıldırım'ın Lahey'de Ertuğrul Kürkçü ile yaptığı söyleşi, Almanya'da yayımlanan Yeni Özgür Politika Gazetesi'nde 31 Aralık'ta yayınlandı. Söyleşiyi iki bölüm halinde yayınlıyoruz. Kürkçü, Birinci Bölüm'de "sınır ötesi operasyon", İkinci Bölüm'de "toplum ve medya" konulu soruları yanıtlıyor.
Bu sıcak süreçte Türk medyasının tavrı da dikkat çekiyor. Basın organları askerden daha asker bir yayın politikası izliyor...
Türk medyası, eskiden beri biliniyor, özellikle askeri mesele söz konusu olduğunda Genelkurmay’ın çizdiği sınırların dışına hiçbir zaman çıkmaz. Fakat bu operasyonda Genelkurmay’ın istediğinden de fanatik davranıyorlar. Dikkatle izliyorum: Gerek Genelkurmay gerekse hükümet özellikle, Kürt halkını rencide edecek bir dil kullanmamaya, silahlı güçle halkı teknik olarak birbirinden ayırmaya, dolayısıyla -eskiden Kürtler tabirini de kullanmazken şimdi kasıtlıca kullanarak- onlara karşı kötü bir niyet beslemediklerini anlatmaya çalışıyorlar. İletişim stratejisini böyle kuruyorlar. Oysa Türk medyasına baktığımızda hiçbirşeyi düşünmeden –mesela orada insanlar ölmüşse, onların ailelerinin, anne-babalarının, eşlerinin çoluk-çocuklarının bu tarafta yaşadıklarını hesaba bile katmadan– "şu kadar öldürdük, bu kadar öldürdük" diye haber yapıyorlar. Bunun yol açabileceği kalp kırıklığı ve infiali bile düşünmüyorlar.
Türk medyasının bu kadar fanatik olmasının nedeni ne?
Tıpkı futbol maçlarında spor basını nasıl davranıyorsa burada da öyle davrandıklarını söyleyebileceğim. Daha çok ajitasyon; daha çok ilgi ve daha çok satış getirir. Herhangi bir şekilde düşünmediklerini söyleyebilirim. Bir toplumsal kabarışın parçası olmak onlara zevk veriyor ve bu böyle bir sarmal olarak gidiyor: Onlar gazı verdikçe toplumdaki milliyetçi kabarma yükseliyor, milliyetçi kabarma yükseldikçe onlar milliyetçi kabarmanın arkasında kaldıklarını düşünüyorlar. Ona yetişmeye çalışıyorlar.
İkinci bir mesele de şu: Aslında medyanın manşetleri böyle konuşuyor ama köşe yazılarına baktığınız zaman birkaç deli veya düşüncesiz insanın dışında bütün yorumcular sınır ötesi operasyon konusunda çok temkinli davrandılar. Ve savaşı teşvik etmemeye çalıştılar. Düşünce üretmeye çalıştılar. Bu çok ilgi çekici bir yandı. Tabii birkaç akıl hastasının dışında herkes karşı çıkıyordu. "Gidelim Kuzey Irak’ı işgal edelim" demediler. Fakat manşetler böyle demiyordu. Dolayısıyla medyanın burada çifte rol oynadığını düşünebiliriz. Karar vericilere itidal tavsiye ederken halkı ajite ediyor ve böylelikle eliyle yapamadığı istilayı diliyle yapmaya çalışıyor. Tabii bu geri tepen bir süreç ama insanlar bu fikre o kadar inanmaya başlıyorlar ki, aslında Kuzey Irak’ın Türkiye’nin bir parçası olduğuna, Musul ve Kerkük’ün Türk kenti olduğuna inanmaya başlıyorlar. Kendi toprağını kurtarmaya gidiyormuş gibi bir hava yaratılıyor. Medya bu konuda uğursuz bir rol oynamaya devam ediyor. Öte yandan cahil insanlar tarafından yönetiliyor. Yaptıkları işi ince ince düşünüp bir strateji de takip etmiyorlar. Tıpkı holiganlar gibi düşünüyorlar. Özetle medyaya barış gazeteciliği değil savaş gazeteciliği yaklaşımı hakim.
Körüklenen iç savaşın kime ne faydası var?
Tabii havanın eskiye oranla daha kötü olduğunu söylememiz lazım. Sadece Türkler açısından değil Kürtler açısından da birlikte yaşama iradesinin zayıfladığını görüyoruz. Şu an insanların birbirlerine tahammül ettiğini, ama birbirlerini kucaklamadığını görebiliriz. Mesela 10-15 yıl önce bu böyle değildi. Her gün çok büyük kayıplarla savaş varken bile hissiyat böyle değildi. Kürtler kabahati güvenlik güçlerine buluyorlardı. Türkler kabahati PKK’ye buluyordu, ama Türkler kabahati Kürtlere bulmuyordu. Şimdi Kürt lafı ulu orta, olumsuz bir özne olarak Türkiye’de okumuş yazmışların arasında da rahatsız edici bir biçimde gezinmeye başladı. Hatta cahil veya daha az eğitimli insanlar arasında ayrımcılığın bu şiddette olmadığı kanaatindeyim.
Okumuşlar arasında bir tür "beyaz faşizm"in kol gezdiğini görebiliyorum. Bunu doğuran sebeplere baktığımız zaman ise başka bir yere de dokunmamız lazım: 2005’ten bu yana gerillaların askerlere yönelik saldırılarının yolaçtığı kayıpların eskiye oranla çok şiddetli bir toplumsal reaksiyon doğurduğunu görüyoruz. Tabii bunlar bir milliyetçi kampanyanın da ardından geliyor, ama ben PKK’nin sürecin Türkiye’de bu şekilde işlediğini dikkate alıp almadığından emin değilim. Bunu gözleyemiyorum. Evet şu ortada: Bir çatışma durumu olmayınca hiçbir zaman kamuoyu, medya ve karar vericiler meseleyi ele alıp bunun hakkında görüş beyan etmiyorlar veya çözüm arayışı içerisine girmiyorlar. Fakat böyle "dürtüldüğü" zaman da ortaya çıkan "siyasi çözüm"ler "nihai çözüm"ler oluyorlar. "Ortadan kaldıralım öyle bu işi çözelim" deniliyor. Ben doğrusu barışçıl faaliyete daha çok şans vermek gerektiği kanısındayım.
DTP’nin mecliste rolünü daha iyi oynayabilmesi ve kendisini savunma durumundan çıkmasına yardımcı olmak gerekir. Buysa Kürt mücadelesinin birtakım temel kararlar vermesiyle ilgilidir. Yani sorun tek yanlı değil, devleti yönetenlerin bir tür fanatizmi körüklemeleriyle ilgili bir mesele değil, çünkü bu fanatizmi körüklemek için birçok sebep bulabiliyorlar. Bu sebeplerin olmaması, onlara verilmemesi gerekir. Barışcı bir çözüm noktasına süreci taşımak için gayretin Kürtlere düştüğünü düşünüyorum.
Öldürülen, horlanan,ezilen ve ikinci sınıf muamele gören Kürtler zaten sürekli barıştanyana tavır koyuyor... Evet haklı olan ve haklarını elde etmek isteyen Kürtlerdir, ama güçlü değillerdir. Güçlü olanın ise sorunu çözüme götürmek fazla umurunda değildir. Bu günkü kompozisyon sürdüğü sürece durumu umutsuz görüyorum.
Türkiye nüfusunu 65 milyon kabul edelim bunun 40-45 milyonunu Türkler ve diğer halklar kabul edelim. 20-25 milyonun Kürtler olduğunu kabul edelim. Demek ki, bir sonuca ulaşmak için Kürtlerin diğerlerinin en az üçte birini yanında bulması gerekiyor. Bu, sadece solun, devrimci hareketin, demokratların ve ilericilerin gayretiyle olamaz. Çünkü onlar ne kadar gayret etseler de ölmüş bir insanı ölmemiş yapamazsınız. Bu sürecin baştan çok iyi düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Mecliste 20 kişi, bir grup kurmaya yetecek kadar milletvekilli var. Önümüzde yerel seçimler var. Yerel seçimlerde de gerekli adımlar atılırsa bir başka temsil gücü kazanılır. Onlara yol açmak önemli. Kabaran milliyetçilik sadece ve sadece devletin kışkırtmasıyla ilgili değil. Tabii ki kışkırtma var. Ama bunun öte yandan, silahlı mücadelenin yan sonucu olarak ortaya çıktığını düşünüyorum.
Fakat 1992-93 sürecinde her iki tarafta da kayıplar daha çoktu, ama bu kadar milliyetçi bir dalga yükselmemişti. Neden şimdi?
Bu Kuzey Irak’taki gelişmelerle ilgili. Irak’ın bölünmesi ihtimali ve bu bölünmeden dolayı Türkiye’nin bugünkü sınırlarının şöyle veya böyle değişme olasılığı Türkiye’yi yönetenleri çok tedirgin ediyor. Irak’ın bölünebilmesi ihtimalini sonuçları kontrol edilemez bir neden olarak görüyorlar. Kuzey Irak’taki Kürt varlığının ne şekilde hareket edeceğinden bir türlü emin olamadıkları için bu, her şeyi bir bölünme noktasından görmelerine yol açıyor. Amerika’yla olan ilişkilerin özellikle Irak konusunda dalgalı bir seyir izlemesi, en önemli müttefikiyle de soruna yol açınca, giderek dünyada yalnız kaldıkları düşüncesi egemen oluyor. Elbette bu her şeyi tehdit olarak görmeyi kolaylaştırıyor. Bence en önemli fark bu.
Eskiden bir yılda bin insan ölürken doğmayan bir gerginlik, görece çok az sayıda kayıp da olsa doğabiliyor. Ben bunun önemli bir fark olduğunu düşünüyorum. Tabii bu mücadelenin seyrinin ne kadarı Türkiye ile doğrudan ilgili ve ne kadarı bölge ile ilgili onu da bir seferde kestirmek mümkün değil. Eskiden şöyle bakıyorduk: Türkiye’de silahlı bir güç var onlar bir hak talep ediyorlar. Fakat şimdi şöyle bir durum var gibi görünüyor: "Bütün Kürtler bir şey istiyor". Yani yalnız Türkiye’deki TC vatandaşları değil, bütün Kürtler Türkiye’den bir şeyler talep ediyor gibi görünüyor. Ve bu bizi parçalamaya götürüyor algısı sinirleri geriyor. Tabii, Irak’taki Kürt yönetiminin de inişli, çıkışlı bir politika izlemesi, bir zaman uzlaşmacı bir zaman son derece yukardan konuşması, ABD’yle ilişkilerinde değişen tavırları da istikrarlı bir siyaset yapmayı zorlaştırıyor.
Alternatif medya nasıl yaratılır?
Bir kere bağımsızlık çok önemli, büyük güçlerden bağımsız olmak ve hepsine eşit mesafeden konuşabilmek çok önemli. Şimdi şöyle: TürklerTürkleri, Kürtler Kürtleri eleştirebilirse o zaman roller tam olarak yerine gelmiş olur. Yani ben benim tarafımda barışa hizmet etmeyene karşı ne tavır takınıyorsam, aynı şekilde bağımsız Kürt medyası da öyle davranmalı. Yani bir faaliyeti yanlış görüyorsa, bir gelişmeyi hatalı görüyorsa bunu açıkça ortaya koyabilmeli. Türkiye’de Kürt devrimci hareketine alternatif olmaya çalışanlar, hepsi [onu] milliyetçilik noktasından hatta dincilik noktasından da sıkıştırmaya çalışıyorlar. Böylece karşılıklı olarak bütün her şey dincilik ve milliyetçiliğin yükseltilmesine yol açıyor. Bunu eleştirmek gerekiyor. İnsanlığın çıkarı savaşta değil barışta olduğu için barış sesini yükseltmeliyiz. Bu sadece medya ile olabilecek bir şey değil.
Bağımsız medyanın ve alternatif basının da gücü çok sınırlı, daha çok politik partilere ve kitle örgütlerine iş düştüğünü düşünüyorum. Kitle örgütlerinin, sendikaların bire bir insanlarla ilişkilenmesi ve işi orada örgütlemesi çok önemli, bağımsız medya ancak bu işi yürütenlerin ağzına bir söz verebildiği nispette işe yaramış olabilir. Örneğin İstanbul’da yaşayan yoksul Kürtlerle, ezilen Türk emekçileri birleştirmek, bir kimlik politikası yerine bir sınıf politikası üzerine hareket kurmak bunların hepsi politikanın işidir. Bağımsız medya bu doğrultunun güçlenmesine yardımcı olabilir ama bunu o yapamaz. (RY/EK)