Welat Ay Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin (SAMER) 13-17 Aralık 2012 Diyarbakır il merkezinde ve merkez ilçelerde gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarını değerlendirirken bölgedeki insanların barış beklentisinin kalmadığını, AKP ve cumhurbaşkanlığı dahil devlet kurumlarının çözümü sağlayabilecek aktörler olarak görülmediğini, Başbakan Erdoğan'ın Kürt sorununun çözümünde engel görülen en önemli aktör olarak çıktığını söyledi.
Ay medyanın da Kürt sorunun çözümünde en güvenilmeyen kurumlar arasında yer aldığını belirtti.
SAMER Kürt sorununun çözümünde rol sahibi kişi ve kurumların güvenirliğini ölçmek; kişi ve kurumların Kürt sorununun barışçıl çözümüne dönük yaklaşım, söylem ve politikalarının nasıl algılandığını belirlemek için bir saha araştırması yaptı.
Araştırmanın sonuçlarını SAMER'den Welay Ay'la konuştuk.
Bu konuda Diyarbakır'da iki aylık periyotlar halinde yaptığınız beşinci araştırmanız...
Hem her seferinde sorduğumuz sabit sorular hem de son iki ayın gündemine ilişkin Kürtlerin algısına ve yaklaşımına dair sorular var.
En çok hangi konuda değişim görülüyor?
En önemli değişiklik demokratik özerklik, bağımsızlık, mevcut statünün korunması gibi cevaplarda çıkıyor.
Son araştırmada özerklik isteyenler yüzde 31 çıktı. Oysa ikinci ya da üçüncü araştırmada yaklaşık yüzde 50 idi.
Bunu şöyle yorumlamak mümkün: Özellikle siyasal gündemin farklı mecralara akması, Kürt siyasal hareketinin demokratik özerklik söyleminden çok gündelik siyaset üzerinden mücadeleye başlaması ve demokratik özerkliğin model olarak sürekli gündemde tutulamamasına bağlı olarak insanların gündeminden düştüğü söylenebilir.
Peki bağımsızlık cevabı?
O yüzde 15'lerden yüzde 24'e yükseliyor. Bu biraz daha Irak Kürdistan'ında yaşanan gelişmelerle bağlantılı. Irak'la merkezi hükümet arasında yaşananlarla... Bunlar bölgede çok konuşulan konular. Bu anlamıyla Suriye ve Irak bir cazibe merkezi haline geldi.
Giderek devletin sorunu çözmemeye dönük yaklaşımıyla beraber duygusal kopuşların getirdiği hissiyat bağımsızlık oranının yüksek çıkmasının nedenleri arasında.
Özellikle Roboski ve KCK tutuklamaları devlete güvenmeme ve devletten çözüm beklememeyi getirdi.
Kürt siyasal hareketinin dört coğrafyada siyaset yapması ve ister istemez o siyasetin Türkiye'yi etkilemesi, bölge nazarında Kürtlerin Ortadoğu'daki konumuna ve statüsüne ilişkin gelişmeler Türkiye'den farklı okunuyor.
Diğer cevaplar bunu destekliyor mu?
Kürt'ün Kürt'ten başka dostu yok sorusuna yüzde 46 "hayır katılmıyoruz" dedi. Kısmen katılıyoruz diyenlerin oranı yüzde 17-18.
Katılıyoruz diyenlerin oranı ise yüzde 27; ki bağımsızlık isteyenlerin oranıyla (yüzde 24) örtüşüyor bu rakam.
Daha demokratikleşmeye dönük talepleri olanların tercihleriyle "Kürt'ün Kürt'ten başka dostu yok"u kabul etmeyenlerin oranı arasında da bir bağlantı var.
Aslında Kürt siyasal hareketinin Türkiye'den kopmak istemediğini, Türkiye içinde birlikte yaşam üzerine bir model arayışında olduğunu ve bunun tabanda bir karşılık bulduğunu görüyorsunuz.
Kürtler ne istiyorlar sorusuna özellikle büyük kentlerde insanlar kafa karışıklığıyla cevap veriyor. Bu yönde bir araştırma yapılıp karşılaştırılsa...
Açlık grevleri sırasında böyle bir araştırma yaptık. Ama yayımlamadık. Açlık grevleri sonlandıktan sonra İstanbul ile Diyarbakır'ı karşılaştırdık ve çok farklı sonuçlar elde ettik.
Mesela açlık grevlerini destekleyenlerin oranı Diyarbakır'da yüzde 79 iken İstanbul'da yüzde 25-30 arası. İstanbul'da destekleyenler de Kürt'tü.
Nereli olduklarını da sormuştuk o araştırmada. Kürt olmayanların açlık grevlerine tamamen karşı çıktıklarını gördük.
İstanbul'daki Kürtlerin siyasal acendasıyla bölgedeki Kürtlerin siyasal acendası çok fazla paralel. İstanbul'daki Kürtler de bölgeyi yakından takip ediyor ve tepkileri çok benzer.
Kürtler Türkiye coğrafyasına dağılmış ama akrabalık ilişkileri ve bağlantılarıyla bölgeyle süren bir bağ var. Diğer yerlerdeki Kürtler de bölgeden ayrı yaşamıyor aslında.
Bu akrabalık ilişkilerini ve şiddet meselesini görmediğiniz zaman onun siyasal angajmanını ve okumasını doğru yapamıyorsunuz.
İstanbul'daki tavır ne?
İstanbul ve Mersin'i iyi biliyorum. Buralardaki Kürt kitlesi daha radikal bir kitle. Kürt coğrafyasında dolaştığınız zaman daha fazla birlikte yaşama arzusu, devletin parçası olma ve eşit yurttaşlık talebiyle karşılaşıyorsunuz.
İstanbul'daki Kürtler artık devletten bir şey istemiyoruz, birlikte niye yaşayalım diye soruyorlar.
Araştırmaya bakarsak, Diyarbakır halkının yüzde 79'una göre son iki ay içinde Kürt sorununun barışçıl çözümü yönünde herhangi olumlu bir gelişme yaşanmadı. Bu sonuç barışçıl çözüme dair bir umutsuzluğa mı işaret ediyor?
Sonuçlara bakıldığında, AKP ve cumhurbaşkanlığı dahil devlet kurumları çözümü sağlayabilecek aktörler olarak görülmüyor.
Bağlantılı bir soruda devlet deyince ne düşündüklerini sorduk. Yüzde 49,5 oranında şiddet yanıtı verildi. Seçenekler arasındaki "huzur" yüzde 7,7; "sevgi" yüzde 0,07 oranında çıktı. Kimse devletin bu sorunu çözüme götürebileceğine inanmıyor artık.
Daha önceki araştırmalarda da müzakere sürecini tıkayan aktör olarak AKP ve devlet ortaya çıkıyordu.
Güven anketinde emniyet, polis, MİT güvenilmez çıkıyor. Malum, MİT'in müzakere sürecinde önemli rolü vardı. Devlete güvenmeyen yüzde 79'luk kesimle MİT'e güvenmiyorum diyenlerin oranı çok yakın. İnsanların barış beklentisi yok.
Ayrıca araştırmada Türkiye'de aktör olarak kabul ettiğimiz kişi ve kurumlara yönelik sorular da vardı. Burada bir eleştiri aldık. Seçenekler içinde PKK ve Öcalan yok, onları çözüm için aktör olarak görmüyorsunuz, diyorlardı.
Açlık grevini Öcalan'ın bitirmesini nasıl görüyorsunuz sorusuna yüzde 79 katılıdığını söyledi.
Şöyle bir sonuç çıkıyor: İnsanlar PKK'nin ve Öcalan'ın belirlediği acendaya güveniyor.
Peki BDP?
En çok güvenilen kurum BDP ve BDP'li belediyeler çıkıyor, güven oranı yüzde 48. PKK ve Öcalan olmadığı için en yüksek onlar çıkıyor.
BDP'nin Türkiye'ye dönük siyaset yapmasını insanlar daha olumlu buluyor. Daha Kürdistani bir kurum olan Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) güven oranı ise yüzde 30 küsurlarda.
Aslında BDP'nin Türkiye'ye dönük siyaset yapmasını, Türkiye'yi bu sürece dahil etme çalışmasını insanlar daha olumlu buluyor.
DTK da önemli bir aktör ama biraz daha BDP üzerinden gidilmesi talebi var.
Kurumlara dönük güven anlamında PKK ile BDP arasında keskin bir hat çiziliyor mu? Seçeneklerde PKK olmadığı için mi BDP'yi tercih edenler bu kadar yüksek? PKK seçeneği olsa farklı mı olurdu?
PKK ve Öcalan'a yönelik daha örtük sorular var. Muhtemelen çok büyük bir kesim PKK ve Öcalan derdi. Öcalan'ın açlık grevlerini bitirmesinde yüklenen anlama baktığınızda ve yüzde 5 engel olarak görülüyor olması bize bir şey söylüyor.
AKP'nin güven oranı nedir?
Çözümde AKP'ye güvenenlerin oranı yüzde 20 civarında. Ama cumhurbaşkanlığının oranı yüzde 27.
Buna paralel olarak Kürt sorununun çözümünde engel görülen en önemli aktör olarak Recep Tayyip Erdoğan çıkıyor.
Öcalan diyenlerin oranı yüzde 5; en az Demirtaş ve Kışanak seçeneği çıktı.
Aslında bölgenin devlet cephesinde Erdoğan'la Abdullah Gül arasında bir ayrıma doğru gittiğini görüyorsunuz.
Bundan eğer başkanlık seçiminde ikisi rakip olursa Gül'ün bölgede daha fazla oy alabileceği gibi bir sonuç da çıkıyor.
Araştırmaya göre çözüme engel olarak görülenlerin ikincisi kim?
Fettullah Gülen ve Gülen cemaati. Bu cemaat bölgede olabildiğince aktif iş yapmaya çalışıyor.
TBMM'ye güven ne durumda?
Meclis'e güven yüzde 30'larda.
Dokunulmazlık meselesine geldiğimizde; böyle bir süreçte BDP ne yapmalı sorusuna yüzde 40 küsur o günün koşullarına ve politik durumuna göre hareket etmeli diyor.
Yüzde 20 küsur BDP'nin Meclis'ten çekilmesi gerektiğini söylüyor, yüzde 14-15 BDP geçici süre Meclis çalışmalarını askıya almalı diyor.
Meclis'ten bir çözümün çıkacağına dair beklenti hiç yok. Buradan hareketle BDP'nin bir arabulucu ya da çözücü aktör olarak görülebilmesinin imkanı da ortadan kalkıyor.
Araştırmaya göre, Diyarbakır halkının yüzde 34,2'si açlık grevlerinin amacına ulaşmadığı kanaatinde. Eylemin amacına ulaştığını düşünenlerin oranı yüzde 25,8; kısmen ulaştığını düşünenlerin oranı ise yüzde 30. Amaca ulaşmadığını düşünenlerin fazlalılığını nasıl değerlendirmek gerekir?
Aslında taleplerin karşılık bulmaması tepkiye neden oluyor. Açlık grevleri amacına ulaştı ve kısmen ulaştı diyenlerin oranı amacına ulaşmadı diyenlerden daha fazla.
Görüyoruz ki sembolik, duygusal ve siyasal olarak bu insanlarla bir özdeşlik kurulmuş. Siyasal talepler yerine getirilmemesine rağmen bunun çözüm için belli bir tartışma zemini oluşturduğunu düşünenler var.
Açlık grevleriyle ilgili bir diğer soru Batı'daki desteğin nasıl görüldüğüydü. Sonuçları nasıl değerlendirmek lazım?
Sonuçlar şöyle: Diyarbakır halkının yüzde 36,5'i açlık grevlerine Türkiye'nin batısından verilen desteği yetersiz görüp bu destekten hiç memnun kalmadı; yüzde 36,1'i ise kısmen memnun kaldı; yüzde 7,4'ü bu destekten çok memnun kaldı.
Sonuçlar o dönem bölgede yaşanan gerilim, polisin Kürt kentlerini ablukaya alması ve kendini işgal gücü gibi göstermesi ve bunun batıda karşılık bulmadığının düşünülmesiyle de ilgili.
Burada en büyük etken anaakım medya. Medyanın bu meseleyi bölgede yaşandığı ve hissedildiği gibi görmemesi ve bunun sonucunda da batı illerinde oluşan tepkinin görülmüyor oluşu.
Medyaya güven nasıl?
Kürt sorunun çözümünde en güvenilmeyen kurumlar arasında; güvensizlik yüzde 80'lerde...
Cevapları birlikte okuduğunuzda batıda oluşan atmosferin anaakım medyada görülmemesi aynı zamanda batıdan destek alınmadığını gösteriyor. İnsanlar anaakımda tartışılanları yakından takip ediyor, değerlendiriyor, o yüzden de çözüm için bir aktör olabileceğine inanmıyor, çözüme alan açmadığını düşünüyor.
Diyarbakır halkının Kürtlere en yakın gördüğü politik grup ve kesimlerin başında yüzde 20 ile sosyalistler geliyor. Diğerleri?
Sosyalistleri yüzde 16,8 ile "demokrat" olarak görülen kesimler, yüzde 14,8 ile dindarlar ve yüzde 8,7 ile Aleviler izliyor.
Diyarbakır halkının Kürt halkına daha az yakın gördüğü kesimler arasında yüzde 3,5 ile liberaller ve yüzde 4,5 ile diğer etnik gruplar geliyor.
En önemlisi "hiç kimse" yanıtını seçenlerin oranı: yüzde 25,5.
Sosyalistlerden daha fazla bir oran bu... Oysa sol kimi zaman Kürt sorununu tek sorun gibi fazla öne çıkarmakla eleştiriliyor.
Bence gündelik hayata ne kadar değdiğinizle ilgili bu. Kimlerle konuştuğumuza bakın: yüzde 29 ev kadını, yüzde 27 esnaf... Daha gündelik hayatın nabzını tutmaya çalışıyoruz.
Solun kendi içindeki Kürt meselesine verdiği yerin yoğunluğu siyasal ittifaklarda, stratejilerde, taktiksel olarak bir yere oturuyor ama en nihayetinde bu tartışmaların insanların gündelik hayatına değmediğini görüyoruz. (YY)
SAMER'in araştırmalarına ulaşmak için tıklayınız.