Geçtiğimiz gün yapılan seçimler yalnızca 16 yıldır süren otoriter ve askeri modelin pekiştirilmesine sebep oldu. Peki, o zaman barış ne anlama geliyor?
11 Mart 2018’deki seçimleri Alvaro Uribe Velez’in sağ kanatlı partisinin kazanmasıyla birlikte, Kolombiya’daki ulusötesi şirketlerin ve yerel elitlerin lehine olan otoriterleşme kendini tekrar teyit etti.
Son yıllarda barış inşası, tarımsal konular ile birlikte Kolombiya’nın en önemli odak noktalarından biriydi. Yıllarca süren savaşın ardından, 2016’da Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile yapılan mütareke, Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) ile yapılan Ekim 2017’den Ocak 2018’e kadar süren kısmi ateşkes ve barış anlaşması için atılan adımlar, önemli köşetaşlarıydı.
Ama bu durumda barış ne anlama geliyor ve özellikle iç savaşın uzun bir süredir hiddetlendiği kırsal alanlardaki özgürleştirici projelerle nasıl bir bağlantısı var?
Barış nedir?
Kolombiya’da birbiriyle çatışan iki barış anlayışı var. Bir yanda Juan Manuel Santos’un sağ cenaha mensup hükümetinin barış görüşmeleri kisvesi altında yürüttüğü otoriter, kurumsallaşmış, pazara yönelik politikalarıyla “neoliberal barış” ile özdeşleştirilen yaklaşımı var. Diğer bir yanda ise toplumsal hareketlerin sosyal, çevreci, ekonomik ve cinsiyete dair adalet anlayışının onurlu bir hayat için şart olduğunu gören ve bu isteklerinin tanınmasını isteyen yaklaşımı var.
Ancak şiddet, bölge savunucularının suça itilmesi ve onu takip eden suikastlarla devam ediyor. Ateşkesten sonra dahi 282 kişi öldürüldü. Seçim sonuçları, bu tartışmanın ekonominin insan hayatının pahasına ulusöteleştirilmesi lehine sonuçlandığını gösteriyor.
Altta yatan tarımsal mücadeleler
Merkezde tarıma dayalı bir sorun var. Bu da köylülerin ve yerel grupların 60 yıldır sürdürdüğü silahlı başkaldırma hareketlerinin temel nedenini oluşturuyor. Her ne kadar tarım reformu ihtimali silahlı hareketin tetikleyicisi olsa da, hareketi asıl teşvik eden toplumsal örgütlerin ve hareketlerin katılımı arttırması ve toplumsal bir süreci başlatmaya ön ayak olmasıydı.
1970’lerden itibaren bu süreçler devlet ile diyalog halinde gerçekleşti. Çok sayıda kanun ve poliçe teklif edildi. Ancak 1990’lardan itibaren bütün bu çabalar hem sağcı hükümetler hem de paramiliter kuvvetler tarafından sistematik bir şekilde reddedildi. Bu durum da özgürleştirici alternatifleri engelledi.
Bu barış anlayışı, birbiri ardına gelen hükümetlerin tarım sorununa karşı “tarımsal gelişme” kavramını ortaya atmalarına sebep oldu. Eski devlet başkanı, senatör Alvaro Uribe Velez, “demokratik güvenlik” sözü verirken Santos ise “milli birlik” girişimini destekledi. Her ne kadar Uribe, paramiliter kuvvetler ile olası bağlantılarından ve yolsuzluk iddiasından dolayı soruşturma altında olsa da, partisi son seçimde zafer kazandı. Bir kez daha halk tabakalarının otoriterleşmeye verdiği destek açığa çıkmış oldu.
“Demokratik güvenlik” projesinin uygulandığı süre zarfında paramiliter kuvvetlerin arazilere el koyması ve bunun sonucunda yerel halkın yerinden edilmesiyle bölgenin ve toprakların ulusötesi istilasına dayalı bir toprak sahibi olma rejimi başladı. Bu süreçte “tarım sorunu” kavramı retorik olarak “tarımsal gelişim” kavramıyla yer değiştirdi. Aynı zamanda köylülerin olmadığı bir geleceğin planlandığı politikalar sonucunda kırsal bölgeler küçültüldü ve “tarımsal gelişim” tersi yönde ilerlemeye başladı.
Tartışma, insan hayatının pahasına ekonominin ulusötesileşmesinin savunulduğu bir noktaya itildi.
Doğal kaynakların sömürüsü olarak “tarımsal gelişme”
Kolombiya’daki son 10 yıla ait Ulusal Kalkınma Planları’nda tarımsal gelişimin Dünya Bankası gibi uluslararası finansal kuruluşlar tarafında desteklenmesi önerildi. Kullanılan çerçeveye bölgesellik kavramı da eklenince “Entegrasyona Dayalı Tarımsal Kalkınma” etiketi altında “Bölgesel Tarımsal Kalkınma” fikri ortaya çıktı. Aslında bu FARC ile yapılan barış anlaşmasındaki ilk maddeydi.
20 yıldır uygulanan “Bölgesel Tarımsal Kalkınma” modelinin temelini ise doğal kaynakların sömürüsü oluşturuyor. Büyük su barajları, madencilik, endüstriyel tarım ve petrol çıkarma ise bu sömürünün temel taşlarından. Bu yolla bölgelerin sömürülmesi, insanların yerinden edilmesi ve doğal kaynakların tükenmesi bir araya gelerek bölge yatırıma elverişli hale getirildi.
Özgürlükçü görüşler gölge altında kaldı
Bugün, tarım sorunu ana akım tartışmalarından silindi. Hatta toplumsal hareketler arasında bile görünmez hale geldi. Ancak iç bölgelerde hala geçerliliğini koruyor. Silahlı grupların oluşmasına neden olan bu tarım sorunu hala onların gündeminde yer alıyor. Tarımsal kalkınmadaki “entegrasyon” ve “bölgesellik” kavramları reddediliyor. İki parti tarafından da “barışın” temelini oluşturacağı düşünülen bu kavramlar, ideolojik birlik düşüncesi altında taşralı insanların düşüncelerini gizliyor.
Bu durum ise vaktinde uluslararası toplumsal hareketlerin köylülerin hak sahibi olarak tanınmasını savunan yaklaşımlarına gölge düşürüyor. Bunun yerine, doğal kaynakların sömürüsüne dayanan model yapılan anlaşmalara rağmen tarihi gelenekleri ve kültürel mirası kamulaştırılıyor.
2002’den 2018’e kadar olan dört Ulusal Kalkınma Planı, ulusötesi şirketler ile yerel ve bölgesel elitleri kayırıyor. Doğal mirasın ve işgücünün sömürülmesini kolaylaştıran bu politikalar kırsal hayatın güvencesizleştirilmesi için yeni imkanlar sunuyor. Taşralı nüfusun yurtiçi politikalara katılımı ve tartışmasının engellenmesiyle birlikte kırsal bölgelerde askerileşmeye gidiliyor.
Son seçimin sonuçları son 16 yıldır süren otoriterleşme ve artan silahlanmayı arttıracak bir etki gösterecek. Ve yine kırsal özgürleşme doğrultusunda yapılan ilerici önerileri ve pratik deneyleri gölgede bırakacak. (EÜ/AS)
* İlk olarak Open Democracy’de yayınlanan makaleyi Türkçe’ye, bianet stajyeri Elif Ünal çevirdi.