Barbie, varoluşsal temaları ve ataerki, kimlik ve feminizme yaklaşımıyla küresel ölçekte büyük övgü topladı. Ancak Stephanie Garcia bu alkışları sorguluyor. Garcia, Simone De Beauvoir'ın bakış açısıyla filme baktığında, filmi varoluşçu bir yapıt olmaktan uzak bulunduğunu iddia ediyor.
8 Ağustos 2023'te kaleme alınan bu yazının orijinali iai News'te yayımlandı. bianet tarafından kısaltılarak Türkçeye çevirilen makalenin yazarı Garcia, varoluşçu feminizmin tarihini ve Simone de Beauvoir'ı inceleyen feminist bir düşünür ve öğretim üyesi.
"Siz hiç ölümü düşünür müsünüz?"
Bu tek satır, sanki "Barbie"yi çağımızın varoluşçu bir filmi olarak öven bir dalga başlatmış gibi göründü. Ancak fragmanın arkasında, varoluşsal ve feminist temalarıyla birlikte, yüzeysel bir felsefi araştırmanın eşiğinde duran bir film yatıyor. "Barbie", sadece ticaret odaklı oyuncak satma öyküsünün üzerine örtülen incecik bir kabuk gibi görünüyor. Ve düşünüldüğünde, Simone de Beauvoir'ın varoluşçu feminist düşüncesine, yüzeysel bir feminizm araştırmasına sağlam bir yanıt sunan "İkinci Cinsiyet" adlı temel eserinde dile getirdiği gibi, ulaşabilir mi?
Simone de Beauvoir'ın kadınların mücadelesine dair analizi, feminist felsefesinin köşe taşlarından biridir, özellikle de "İkinci Cinsiyet" adlı temel eserinde açıkça ifade edilmiştir. Kadınların tarihsel olarak marjinalleştirildiği, nesneleştirildiği ve toplumda ikincil rollerle sınırlı tutulduğu halleriyle nasıl kenara itildiklerini inceler. De Beauvoir, kadınların "öteki" olarak sosyal statüsünün, onları öncelikli olarak erkeklerle olan ilişkileri bağlamında tanımlayan erkek egemen bir kültür tarafından sürdürüldüğünü iddia eder.
GQ'dan, The Guardian'a dek yayımlanan incelemelerin, "The Matrix" ve "The Truman Show" gibi varoluşçu klasiklere yapılan sözde göndermelere övgü düzdüğü ortamda, "Barbie" merak uyandıran sorular sormayı başarıyor. Ancak varoluşçu düşüncelerin arka planında ve feminizme göndermelerin arasında, filmin tematik analizine ve varoluşçuluğun temel ilkeleri ile Simone de Beauvoir'ın feminist teorisine yaklaşma çabalarına eleştirel bir şekilde bakmak gereklidir. Gerçekten derinlemesine bir kesişime mi tanık oluyoruz, yoksa yalnızca yüzeysel ilişkilerle mi oynuyoruz? Barbie gerçekten "yeterince Simone" mu?
Gerçek kahraman Gloria
Film, varoluşsal korku ve kimlik arayışının alanlarını aşmaya çabalar; ki bu alan, varoluşçu düşünürler tarafından iyi bilinir. Ancak, De Beauvoir'un varoluşçuluğu, özgünlüğün ve kişisel sorumluluğun peşinde koşma üzerine kurulmuştur ve film bu boyutu etkili bir şekilde yansıtmakta zorlanmaktadır. Simone de Beauvoir, varoluşçu feminist bir dev, belirsizliğin ve öz-yapının yolculuğunu savunmuştur. Ne yazık ki, filmin içindeki karakterler, gerçekten bireyselliğin derinlikleriyle yüzleşmeden varoluşsal huzursuzlukla uğraşıyor gibi görünüyor. Barbie'nin sözde varoluşsal krizi, filmin gerçek kahramanı Gloria'nın yaşadığı baskın varoluşsal acının yanında anlamını yitiriyor, bu da varoluşsal içgörünün çarpıtılmış bir resmini çiziyor.
Barbie'nin varoluşsal sorgulaması ile Gloria'nın sarsıntılı yolculuğu arasındaki bağlantı, filmin anlatmak istediği felsefi öyküyle gerçekten başa çıkıp çıkmadığı konusunda ciddi sorular ortaya koyuyor. Klişe bir Barbie'nin varlığıyla mücadelesinden duygularına duyduğu özlemi fark etme sürecine evrilen bu dönüşüm, derinlemesine bir keşif yerine yüzeysel bir varoluşsal çaresizliği yankılamaktadır.
İkinci Cinsiyet
"Barbie", özellikle Simone de Beauvoir'ın kadınların mücadelesine dair nüanslı analiziyle kıyaslandığında, indirgemeci somutluğun tuzağına düşer. De Beauvoir'un başyapıtı olan "İkinci Cinsiyet", tarihsel olarak kadınların sistemli marjinalleştirilmesini, nesneleştirilmesini ve boyun eğdirilmesini ele aldı. Onun erkek egemen bir kültür içinde kadınların "öteki"leştirilmesi üzerine yaptığı inceleme, doğuştan gelen aşağılık kavramları yıktı ve kadınlığın toplumsal ve kültürel mercekler aracılığıyla inşa edildiğini vurguladı.
Film, Barbie'nin uyanışının kadınların özgürleşmesiyle örtüşme çabaları, de Beauvoir'ın karmaşık tasvirine kıyasla, boş ve yüzeysel kalıyor. Bu tasvir, de Beauvoir'ın eserini kuşatan duygusal incelikleri, toplumsal bağlamı ve güçlenmeyi yansıtmaktan yoksun ve derin bir paralel yerine sulandırılmış bir yansıma sunuyor.
Filmin öyküsü, aynı zamanda de Beauvoir'un feminist felsefesinin temel ilkesi olan özerkliğin etrafında dolaşır. Ken karakteri, yeni bulunan seçenekleri ve cinsiyete dayalı beklentileri keşfetmek için bir araç olarak kullanılır; ancak maalesef de Beauvoir'ın kadınların özerkliğini ve önceden belirlenmiş rollerden kurtuluşunu güçlü bir şekilde savunmasına kıyasla, sığ bir tasvir olarak kalır. Barbie evrenindeki ataerki yükselişi, hâlâ toplumumuza yerleşmiş olan duruma benzer bir sona ulaşır.
Sasha ve diğerleri
Sasha ve Gloria karakterleri, sadece feminist retoriği kanalize etmek kullanılmışlardır. Varoluşçuluk, bireyin yaşamında anlam yaratma ve seçim yapma özgürlüğünü vurgular. De Beauvoir, kadınların kendi özerkliklerini ileri sürmeleri ve geleneksel rollerden kurtulmaları gerektiğini savundu. Ken'in yeni bulunan seçeneklerle mücadelesi, Barbie ve Ken'in her ikisinin de karşılaştığı özerklik ve cinsiyete dayalı beklentiler bağlamında daha ayrıntılı bir şekilde tartışılabilir. Belki de serinin gelecekteki gelişmeleri endişelerimi yanıtlayacak. Veya en azından yukarıda dile getirilen endişeleri ele almaya başlayacak.
Özetle, film varoluşçu ve feminist temaları ele alsa da, derin karmaşıklıklara dalmakta yeterince kararlı değil. Diyalog için bir giriş noktası sağlasa da, varoluşsal özgünlük ve feminist özgürleşmenin yüzeyini sadece kazıyor. Barbie'nin evrimini varoluşçu ve feminist tartışmalarla örtüştürme hedefi, derinlik yönünden bir yüzey cilası olarak kalıyor.
(TY)