Irak'ın işgali gazeteciler açısından sadece giderek daha ölümcül hale gelmekle kalmıyor, medya literatürüne yeni "katkılar" da bulunuyor.
Medya açısından yeni olmamakla birlikte Irak savaşında en tepe noktasına varan iliştirilmiş gazeteciliğe, işgalin ilerleyen yıllarında balkon, teras ya da uzaktan kumandalı gazetecilik gibi yeni yöntem ve terimler eklendi.
2004 yılında bir önceki yıla göre tedirgin ve gergin havayı sezmek için kısa bir süre Bağdat sokaklarına dolaşmak yeterli, zaman zaman kapalı mekanlardan dışarı çıkıp haber yapma olanağı söz konusuydu.
Ama çok güveni bağlantılarla gittiğimiz Felluce'de birkaç saatliğine olsa da, yerel direnişçiler tarafından kaçırılacağımız aklımızın ucundan bile geçmemişti; rehin alma, kafa kesme gibi vahşi eylemler henüz başlıyordu.
Oysa şimdi, değil Bağdat sokaklarında haber toplamak için dolaşmak, Bağdat'ta bulunmak bile insanüstü cesaret istiyor. Zaten gazeteciler de sadece varlık anlamında orada bulunuyor, hepsi o kadar. Çünkü Irak'ta gazeteci olmak sanal bir ev hapsinden öte bir şey değil artık.
Sakal, peçe kar etmiyor
İki yıldır televizyon ekranlarından seyrettiğimiz gazeteciler seyirciye büro ya da otellerinin balkonlarından, teraslarından, Bağdat'ın pitoresk manzarasını arkalarına alarak sesleniyorlar.
Onları sokaklarda halkın arasında ya da bir siyasiyle görmek mümkün değil; farklı şehirlere gidip gelmeleri hayal.
Gazetecilik doğası gereği haber kaynakları ile doğrudan teması, dolayısıyla dışarı çıkmayı, nabzı tutmayı, seyahat etmeyi gerektiriyor. Ama bu yöntem Irak'ta çoktan bırakılmış durumda.
Sınırlı sayıdaki yabancı gazetecinin değil sokağa çıkması köşe başındaki markete gitmesi bile mümkün değil; ya kaçırılıyor ya da öldürülüyorlar.
Şehre çıkmak için minik fiziksel değişiklikler gerekiyor: Sakal bırakmak, esmer tenli olmak göze batmayan kırık dökük araçlarla dolaşmak, gazeteci kadınsa peçe içine girmek yöntemlerden birkaçı.
Ama bunlar da kar etmiyor. Tıpkı, Christian Science Monitor Muhabiri Jill Caroll gibi. Caroll peçe taktiğini denemiş ama Sünni siyasetçi Adnan Duleymi röportajından dönerken kaçırılmıştı.
Üstelik, yabancılar konusunda inanılmaz bir bilgi ağı söz konusu nereye giderseniz gidin sizden haberdar oluyorlar.
Tek tehlike kimliği belirsiz gruplar değil -direnişçiler, suç örgütleri, Amerikan destekli ölüm timleri- Amerikan askerleri de aynı kategoriye girebiliyor.
Arkalarında İngilizce ve Arapça olarak "Tehlike! Uzak Durun!" yazan her hangi bir askeri araca ancak 100 metre yaklaşabiliyorsunuz.
Eğer herhangi bir caddede Kırmızı Alarma denk geldiyseniz yandınız. Çünkü Kırmızı Alarm bu yolun kapanması, zaten ülkeye kaçak giren binlerce aracın yarattığı trafiğin daha da karmaşıklaşması anlamına geliyor.
Trafikte sıkışmak bir gazeteci için en tehlikeli durum. Los Angeles Times adına çalışan Sorozu Daragahini durumu "Amerika'da kornalar çalınırken burada onun yerine silahla kullanılıyor" diyerek tarif ediyor.
Silahlı taksi hizmeti
İsrail ile Filistin'i birbirinden ayıran Utanç Duvarı misali gazeteciler de Bağdat'ta 10 metre yüksekliğinden toteme benzetilen T-Wall ya da Irak sömürge eski valisi Paul Bremer'ın adıyla anılan B-Wall'ların arkasında korunmaya çalışıyorlar.
Birkaç otel dışında gazeteciler bu yüksek duvarların ardında, gözetleme kuleleri, kameralı, dikenlik tellerle çevrili evlerinde ve bir koruma ordusuyla yaşıyorlar.
Medya şirketleri muhabir, fotoğrafçı, kameraman sayısının kat ve kat üstünde koruma görevlisi istihdam ediyor; gazetecilere ödenen ücretlerden daha fazlasını özel güvenlik elemanlarına ayrılıyor.
Irak'ta çalışan 100'e yakın koruma şirketi ve 25 bin güvenlik elemanı var. Bu elemanların günlük ücreti bazen 1000 dolara kadar yükselebiliyor.
PBS Frontline Co'dan Martin Smith yaptıkları işi "silahlı tam donanımlı bir taksi servisine" benzetiyor. Bunlar, tabii ki kalın zırhlarla kaplı taksiler.
İşte televizyoncular da tüm planlama kontrolünü olması gerektiği gibi prodüktörlerine değil bu iri vücutlu, kara gözlüklü, silahlı servislere bırakmış durumda. Bir habere gitmeden önce güvenlik şefine danışılıyor.
Şef oturuyor ekibiyle birlikte kent haritası üzerinde çalışıyor; geçecekleri yolları, saati, konvoyda kaç aracın olacağını hesaplayarak hareket/harekat planı çıkarıyor. Ve ondan sonra randevu alınıp alınmamasına karar veriliyor. Genelde gidilecek bölge güvenli olmadığı için güvenlikçilerin yanıtı olumsuz oluyor.
"Mış gibi yapmak"
Bu yüzden gazetecilere "kale"lerine kalıp haberleri hayattan soyut bir şekilde geçmek kalıyor; yani balkon ya da terasa çıkarak. Terastan verilen haberleri ise muhabirlere merkezleri sağlanıyor.
Yani, merkezlerin, Washington'dan Londra'dan alınan bilgiler sanki Bağdat'tan toplanmış "özgün" haberlermiş gibi sunuluyor seyirciye.
Bir başka yöntem ise bürolarda farklı etnik köken ve mezhepten yerli gazeteciler çalıştırmak. Bunun nedeni ise farklı gruplardan haber alabilmek. Iraklı gazeteciler etrafa dağılıyor, haber topluyor ve bürolara taşıyor.
Bu haberler bir araya getirilerek sunuluyor. Yani, gazeteciler haber kaynakları ile karşı karşıya gelmeden, sokaklarda röportaj yapmadan, siyasilerle görüşmeden, Iraklıların topladığı bilgiler haberleştiriyor.
Yeni geliştirilen bir yöntem de haber kaynağını büroya çağırmak, röportajı büroda yapmak. Kaynak için tehlikeli olsa da zaman zaman işleyen bir sistem bu.
Guardian'ın savaş muhabiri Maggie O"Kane bu durumu şöyle açıklıyor: "Doğruyu söylemek gerekirse artık habere ulaşamıyoruz, neler olup bittiğini bilmiyoruz. Sadece öyleymiş gibi yapıyoruz."
Cox Newspaper'dan Larry Kaplow ise " Direnişçilerle görüşememek Bağdat'ın başka bölgelerinde ne olduğunu bilememek çok rahatsız edici bir şey. Bu durumda gazeteciliği tartışmak lazım" diyor.
Newyork Times muhabiri Sabrina Tavernise'ye de kocaman bir yap-boz'un ancak birkaç parçasını birleştirebildiğini söylüyor.
Ya gerisi? Tavrenise'ye göre gerisi yok. Çünkü gazetecilik yok, gazetecilik yapmanın koşulu yok: "Geçen Kurban Bayramı boyunca sadece bir parka gidip birkaç kadın ve çocukla konuşabildim. Ama yanımda bir fotoğrafçı, tercüman, iki şoför ve üç korumayla birlikte. Bu aşağılayıcı ve çok korkutucuydu".
İliştirilmeye razı olmak
Gazeteciler sokaklardan, sokaktakiler silahlı koruma ordusu ile çalışan gazetecilerden korkuyor. Irak'ta gazeteciler Irak halkından ve toplumun nabzını tutmaktan çok uzak yaşarken sözünü ettiğimiz yöntemlerle gazetecilik yapılmaya çalışılıyor.
Hatta Irak savaşında çokça eleştirilen iliştirilmiş gazetecilik bile bu şartlarda birçoğu için ehven-i şer olmaya başladı. İliştirilmiş gazetecilik, gazetecilik açısından her ne kadar birçok sakıncası olsa da güvenlik açısından tercih edilir hale gelmiş durumda.
İronik olsa da Batılı gazeteciler için iliştirilmiş olmak büro ve otellerdeki hapis hayatına tercih ediliyor Bağdat'ta Kuşatma Altında Gazetecilik başlıklı makalesinde Orville Schell bu çelişkiyi için şunları söylüyor:
"Embedded olmak iki yıl önce gazetecinin özgürlüğünü engellerken şu anki durumda görece özgürlük tanıyabiliyor. Bu yüzden gazeteciler tüm kısıtlamalara razı bir şekilde Amerikan askerlerine eklemlenmek için sıra bekliyorlar.
"Çünkü bu şartlarda 'bağımsız' gazetecilik yapmak imkansız. Birçok fotoğrafçı en azından bir patlama sonrası ilk görüntüyü askerlerle birlikte çekebileceğini düşünüyor."
Irak'ta yapılan gazetecilik yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor. Gazeteciler, önce ABD askerleri daha sonra ülkedeki diğer silahlı güçler tarafından çalışamaz hale getirilirken aslında amaca da ulaşılmış gibi görünüyor. Irak'tan artık "haber olan haber" geçilemiyor.
Bu da bu kirli ve karanlık bir işgalde her iki tarafın işine geliyor. Kimin ne yaptığı belli olmuyor; izler birbirine karışıyor.
İşgal giderek gazeteciliği de karartıyor. Irak'ta gazeteciler bir savaşı haberleştiremiyor. Sadece ve sadece ayakta kalmaya çalışıyor; balkonlarda teraslarda ve uzaktan kumandayla. (MÇ/BA)
* Mete Çubukçu'nun yazısı (NTV) Radikal İki'de 28 Mayıs 2006' da yayımlandı.