Farklı kuşaklar ve coğrafyalardan 88 sanatçının yapıtlarının yer aldığı «Anne, ben barbar mıyım?» isimli 13. İstanbul Bienali 14 Eylül’de açıldı. Bienal, kamusal bir alan yaratma ve daha geniş bir kitleye ulaşabilme amacıyla bu yıl ilk defa ücretsiz.
Türkiye’de son yıllarda yaşanılan hızlı kentsel dönüşümlere atıfta bulunmak ve kentsel kamusallık kavramını gündeme taşımak amacıyla hazırlanan sergi, güncel popüler kültürün toplumu yansıtabileceği ve topluma yeni bir bilinç kazandırabileceği düşüncesinde.
Çoğunluğu otuzlu yaşlarda olan genç sanatçılar video ve enstalasyonlarda kentte yaşayan insanların ülkedeki politik olaylara sokakta verdiği tepkileri mizah, kinaye ve sanat yoluyla anlatmış çalışmalarında. Günümüzün şehir insanlarının ne kadar barbar ya da ne kadar barışçı olduğunu sorgulayan çalışmalarda, sokak şiddeti bazen kaçınılmaz bazen de kışkırtma olarak karşımıza çıkıyor Bienal’de.
Diğer popüler sanat çalışmalarında da olduğu gibi, genelin duyduğu kaygıları sanatsal bir üründe yansıtma ve güncel popüler sanat tarzının demokratik uygulamaları etkilemesi kaygılarını taşıyan Bienal, yeni ve çok sesli iletişim imkanları yaratmayı hedefliyor.
Bienal Programı, kamusallığın sanatsal ve siyasi bir araç olarak küresel finansal emperyalizm ve yerel toplumsal kırılma bağlamında nasıl tekrar kullanıma sokulabileceği sorusunu masaya yatırıyor.
13. İstanbul Bienali bünyesinde ayrıca hem çocuklar hem de yetişkinler için düzenlenen forum, atölye ve interaktif çalışmalarla “iyi bir kentli vatandaş nasıl olur”, “kentleşme beraberinde neler getirir” ve “doğayı neden katlediyoruz” gibi sorulara cevap aranıyor.
Gezi’den Bienal’e
Gezi Direnişi hala akıllarda tazeyken popüler kültürün son örneklerinin sergilendiği ve barbarlık temasının işlendiği bu sergi ister istemez Gezi Direnişi’yle özdeşleştiriliyor. Peki gerçekten Gezi Parkı için mi hazırlandı bu sergi, ya da Gezi’den ne kadar etkilendi?
Bienal’in ismi ve içeriği her ne kadar olayların başlamasından aylar önce kararlaştırıldıysa da serginin yarattığı atmosfer birçoklarına “Gezi Ruhu”’nu çağrıştırıyor. Küratörlerin çalışmalarını yürüttüğü, yabancı ziyaretçilerin şehri gezerken izlerini aradığı ve halkın da hala etkisinde olduğu bu şiddetli ve radikal dönüşüm sürecinden etkilenilmemesi beklenemezdi.
Gezi Parkı olayları öncesi bu sergi daha farklı olur muydu?
Bir iki eser haricinde aynı olurdu, çünkü Gezi’nin temsil ettiği özgürlük, isyan, adaletsizlik gibi kavramlar günümüz gençlerin ortak kaygısı ve güncel popüler sanatın (contemprory pop-art) ana teması.
Sergideki çalışmalarda karşılaştığımız meydanlar, anıtlar, sokak direnişlerinin Gezi'yle doğrudan alakalı olduğunu söyleyemeyiz ama, Gezi'nin Bienal'in atmosferini güçlendirdiği kesin.
Bu arada, Haziran ayının ilk yarısında kütüphanesiyle, çadırlarıyla, sloganlarıyla, ters dönmüş tomasıyla, ama en önemlisi de doğal ve kolektif olarak hazırlanmış devasa bir enstalasyon çalışması olan AKM binasıyla özdeşleşen bu direnişi görüp yaşamış olanlar sanatsal olarak Bienal’den tatmin olamayabilirler.
Ziyaretçilerin gözünden
Gezi Parkı kavramı ve temsil ettiği değerler sadece Türkiye’de değil Dünya’da da biliniyor. İstanbul denince akla ilk Gezi Parkı geliyor artık.
Antrepo 3’te konuştuğumuz, hissettikleri havanın Gezi Ruhu ile tamamen aynı olduğunu söyleyen Belçikalı gençler İstanbul Bienali’ni Avrupa’dakilerden biraz farklı bulduklarını anlattı. Onlara göre bu sergide gösterilenler daha acımasız, vahşi, net ve ham.
Bienale gelenlerin çoğu 15-30 yaş arasındaki gençler oluşturuyor ama 50 yaş üstü ziyaretçiler de göze çarpıyor. Çoğunluğu kadın ve yabancı olan bu yaş grubu bu tür sergilerin yabancısı değil, modern sanatı yakından takip ediyorlar. Bienal’i nasıl bulduklarını sorduğumuzda, akılların ucundan geçmeyen fikirlerle karşılaştıklarını ve bunun kendilerini düşünüp sorgulamaya sevk ettiğini söylediler. Gezi’yle ilgili bir bağlantı göremediklerini söyleyen orta yaşlı kadınlar ayrıca Bienal vesilesiyle tarihi Galata Rum İlköğretim Okulu binasını ve terasının manzarasını görmekten çok memnun olduklarını ekliyor.
Gezi Direnişi’nde aktif olduklarını söyleyen ve görünüş ve tavırlarıyla tipik Gezi gençliği görünümündeki bir grup öğrenci ise Bienal’de Gezi ile doğrudan bir bağlantı göremediklerini, zaten artık her şeyin Gezi olaylarıyla bağdaştırılmasından rahatsızlık duyduklarını dile getiriyor. Onlara göre bu durum Gezi’nin anlamını yozlaştırıyor.
Bienal’ den örnekler
Şato
Antrepo’da sizi kapının girişinde kırmızı tuğlalardan harç kullanılmadan inşa edilmiş geniş bir duvar karşılıyor. Jorge Mendez Blake’e ait ‘Şato’ (2007) adlı 25 metrelik, hiçbir birleştirici maddesi olmayan duvarın yapısı Kafka’nın ‘Şato’ kitabıyla bozuluyor. Kitap burada bir arzu nesnesi olmasının yanı sıra, bilgiye ulaşmanın hem potansiyeli hem de imkânsızlığın temsili olarak görülüyor.
Çatlak
Arjantinli sanatçılar Cordiano ve Espina Arjantin’in hikayesini bir odaya yerleştirdikleri gündelik eşya ve mobilyalarla sembolleştirmiş. Sanatçılardan biri bütün objeleri kırarken diğeri birleştirmiş bu çalışmayı hazırlarken. Sanatçılar objeler üzerinden Arjantin’in çatlaklar üzerine kurulduğunu ve bu yüzden de güçlü olamadığını ama çatlakların aslında içimizde başladığını anlatmaya çalışmış.
Günlük
“Günlük” için Bienal’in en ilginç işlerinden biri diyebiliriz. Yedi kişi Bienal’in açılmasından üç gün önce her gün onlara ayrılan masalar üzerinde günlük yazmaya başlamış. Bu çalışmanın amacı mahremiyetin kamusal alana açılması gerektiği olarak algılanıyor. Tüm samimi duygu ve düşüncelerini okuyabildiğimiz, birinin İtalyan ve bir diğerinin eşcinsel olduğu bu yedi kişinin yedi ayrı masa üzerinde duran günlüklerini sandalyeye oturup, okuma lambası ışığında tek başımıza okuyabiliyoruz.
Sergide mizah yoluyla, dünyayı internetten ibaret görenlere küçük bir de gönderme yapılmış: “Başka bir İnternet mümkündür.”
Kentleşirken barbarlaşıyor muyuz?
“Bakmazsan göremezsin, görmezsen bilemezsin” bu yılki İstanbul Bienali’nin sloganlarından biri. Bugünün politikacıları, polis görevlileri ya da valiler arada sırada bu tür çalışmalara baksalar, diğer renkleri görseler, farklı hayatları bilseler aldıkları kararlar ya da yürüttükleri politikalarda daha farklı düşünürler miydi, peki?
Tüm çalışmaları görüp, Bienal’in havasını içimiz çektikten sonra aklımız da bir de şöyle bir soru kalıyor: “Kentleşirken aynı zamanda barbarlaşıyor muyuz acaba?”
Küratörlüğünü Fulya Erdemci’nin üstlendiği 13. İstanbul Bienali 20 Ekim Pazar gününe kadar devam edecek. (DAH/FBM/ÇT)
Fotoğraflar: Fidan Berfe Miroğlu