Yanıtlarsa aynı şekilde "son noktada kim varsa" sorumluluk ona yıkılarak veriliyor.
Bu haberlerden birisi; "10 YKR'lik borç için hastaneden döndü" başlığını taşıyordu. Bir Bağ-Kur'lu hasta 10 YKR'luk borcu nedeniyle Bartın'daki bir hastanede muayene yaptıramamış. Çünkü şimdi hastanelere başvuran sağlık güvenceli kişiler için, bir bilgisayar sistemine giriliyor ve bankalardaki gibi "provizyon" soruluyor. Primini ödemeyen, borcu olan, kaydı olmayanların artık sağlık hizmetinden yararlanma şansı yok.
Bu sistem miktar üzerinden çalışmıyor. Bir kuruşla milyonlarca liralık borcun bir farkı yok. Eğer sağlık hizmetini değil de parayı, hekimin saptadığını değil de, merkezde masasının başına oturup sistemi düzenleyenlerin kararını temel alırsanız olacağı budur. Üstelik bu sorun şu anda "en alt" düzlemde yaşanıyor. Daha önce duyurulduğu gibi 2007'nin başından başlayarak Genel Sağlık Sigortası'na (GSS) geçilmiş olsaydı, bu tür olaylar "her gün yaşanan sıradan olaylar" haline gelecek, belki de gazete sayfalarında, televizyonlarda kendine yer bile bulamayacaktı.
* * *
Sağlık Bakanlığı'na özellikle "hasta hakları" alanında rehberlik eden, destek olan ve "Sağlıkta Dönüşüm Programı"nın bir anlamda "ideolojik savunuculuğunu" yapan bir öğretim üyesi Medimagazin adlı dergide yazdığı 9.4.2007 tarihli yazıda "sorumluluğun alternatif çözüm üretip, bakanlıkla işbirliği yapmayan, hekimler ve hekim örgütlerinde olduğunu" yazıyor.
Üretilmesini istediği çözüm de aslında uygulanmakta olan "Sağlıkta Dönüşüm Programı"nın pratikteki sıkıntılarının çözümlenmesi noktasında. Yoksa esastan bir değişim ve farklı politikaya, tıpkı Sağlık Bakanı gibi tahammülü yok.
Program doğrultusunda yapılanları "Sosyal güvenlik kurumlarının sigortalılarının ilaç kullanımlarını bilgisayar ortamında denetlemeye başlaması, ücretlilerin ilaç katılım paylarının maaşlarından kesilmesi, kamuya ait sağlık kurumlarının tek elde toplanması, SSK hastanelerin Sağlık Bakanlığına devri, memurların özel hastane ve polikliniklerde muayene ve tedavi olmalarının önünün açılması, SSK hastalarının ilaçlarını serbest eczanelerden almalarının sağlanması, sağlık çalışanlarına döner sermaye ve performansa dayalı prim uygulamaları, sözleşmeli hekim çalıştırılması, hastanelerde hasta hakları birimlerinin ve kurullarının oluşturulması, hastanelerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırma uygulamaları, kamu sağlık kurumlarının dışarıdan hizmet alımlarının kolaylaştırılması, I. ve II. basamak sağlık kurumlarında hekim seçme hakkının kullanılması gibi bir dizi değişimi, artılarıyla ve eksileriyle kısa sürede yaşadık. Aile hekimliği, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Genel Sağlık Sigortası gibi köklü değişiklikler ise yolda" diyerek savunuyor.
Bu sözler aynı zamanda aslında yukarıdaki haberde eleştirilen sistemin de savunulması anlamını taşıyor.
Ama o yazısında bunların sorumluluğunu "İşin garip tarafı, sağlık politikalarındaki bu hızlı değişimde, hekimlerin ve hekim örgütlerinin inisiyatif kullanamamasıdır. Sağlık alanındaki çok sayıdaki örgütün, bu süreçte herhangi bir rol üstlenemediğini, adeta devre dışı kaldığını görüyoruz. Bu çok üzücü. Bunun sorumluluğunu, sadece iktidarları suçlayarak üzerimizden atamayız. Burada, sağlık çalışanlarını temsil edenlerin de yadsınamaz bir sorumluluğu, yetersizliği, beceriksizliği söz konusudur" diyor.
Yazının devamında daha da ileriye giderek "ülkenin sağlık sorunlarına çözümler üretmek politikacıların işidir. Ama, sağlıkçıların bu konuda politikaların oluşturulması ve uygulanmasında siyasilere yol göstermesi; ülke ve sağlık çalışanları yararına eleştiri ve önerilerde bulunması şarttır. Sağlık çalışanlarının haklarını savunmak üzere kurulan örgütler, hemen her dönemde hükümetlere iflah etmez müzmin bir muhalif duruş sergilemekte ve adeta rakip bir siyasi parti gibi davranmakta; ancak bu duruşlarını kamuoyu nezdinde makul kılacak açıklamalar yapılamadığı ve alternatif çözümler teklif edilemediği için, sonuç sağlık çalışanlarının aleyhine olmaktadır. Ülkenin sağlık sorunlarını ve bunlara karşı çözüm arayışlarını görmezden gelerek; gündeme getirilen politikaları ikna edici gerekçeler öne sürmeksizin ve alternatif çözümler sunmaksızın refüze ederek, adeta statüyü savunuyor konumuna düşmekteyiz. Bu ise, sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlarla her gün yüzleşen vatandaş karşısında, biz sağlıkçıları zor duruma düşürmektedir."
* * *
Bunun böyle olmadığını çok iyi biliyor. Uzaklara gitmeye gerek yok. İnternet sayesinde gerçekler "bir tık" uzaklığında: Türk Tabipler Birliği'nin (TTB), sağlık emekçilerinin sendikal örgütlerinin, akademik kurumların, uzmanlık derneklerinin internet sayfalarında, her an ulaşılabilir durumda yüzlerce değerlendirme, öneri ve bilimsel gerekçe duruyor.
Bunları hekimler ve sağlık emekçileri, onca işlerinin arasında üretiyor, oluşturuyor ve paylaşıyor.
Neredeyse her gün bir etkinlik gerçekleştiriliyor bunlar tartışılıyor. Sonuçları paylaşılıyor. İşte hemen birkaç gün öncesinde herkesin bilgisine açılmış iki örnek:
İlki geçtiğimiz Mart ayında, TTB'nin düzenlediği "Dr.Füsun Sayek Tıp Eğitimi Buluşması"nın ardından yayımlanan bildirgede yer alıyor. Orada "Sağlıkta Dönüşüm" programının kazanca-rekabete dayandığı, hastalıktan-hastadan kazanç sağlamayı öncelediği vurgulanıyor. Katılanların "Kararlılık Bildirgesi" adını verdikleri bu metinde şunlar söyleniyor:
* "Üniversitelerin asli görevleri arasında sayılan hizmet, araştırma, eğitim üçlemesi içerisinde geri plana itilen eğitimin neredeyse bu üçlemenin dışına itildiği kaygısı dile getirilmektedir. Bu uyarı dikkate alınmalıdır. Hizmete odaklı planlanan, eğitimi öğle saatlerine, çalışma saatleri dışına öteleyen yaklaşım doğrudan toplum sağlığını tehdit etmektedir".
Söylenenler doğru mu? Doğru!.
* "Her yıl yaklaşık 4.500 hekimin mezun olduğu ülkemizde, mecburi hizmet nedeniyle hekimlerin diplomasına ipotek konulması kabul edilemez. Kamuda görev alacak hekimlerin gereksinim duyulan yerlerde çalışmaları için özendirilmesi gereklidir".
Söylenenler doğru mu? Doğru!
* "Yeni tıp fakültelerinin açılmasına ve öğrenci sayısının artırılmasına karşı daha güçlü karşı çıkılmalı, tıp eğitimi sürecinde afiliyasyon olanakları sağlanmalıdır."
Söylenenler doğru mu? Doğru!
* "Nitelikli tıp eğitimi, eğitime kendisini adayan öğretim üyeleri ile gerçekleştirilebilir. Tam zamanlı çalışma, zaman geçirilmeksizin öğretim üyelerinin özlük haklarında yeterli düzenleme yapılarak gündeme getirilmelidir."
Söylenenler doğru mu? Doğru!.
* "Tüm tıp fakülteleri sağlıkta dönüşüm sürecinin tıp eğitimine olumsuz etkilerine dair duyarlılıklarını ifade etmeli, genel vergilerle finanse edilen kamu güvencesinde bir sağlık yapılanması korunup geliştirilmelidir. Hekim odaklı yaklaşım çağdaş değildir. Nitelikli sağlık hizmeti ekip çalışması ile olanaklıdır."
Söylenenler doğru mu? Doğru!.
* * *
Size bir başka örnek daha: O da bu ayın sonunda, 28-29 Nisan'da Ankara'da Türkiye Biyoetik Derneği (TBD) tarafından düzenlenecek olan "Sağlıkta Dönüşüm Programını Etik Yönleriyle Tartışmaya Açan bir Sempozyum".
Sempozyumun konu başlıklarına baktığımızda görülenler, "Dönüşüm"ü savunanların "haklı olmadıklarını" ortaya koyuyor. İşte onlar: "Sağlıkta Dönüşüm Projesi", "Küreselleşme bağlamında Dünya Bankası projeleri", "Bir İlkesel Karşılaştırma: Sağlıkta Dönüşüm ve Sosyalleştirme", "Ülkemizin gereksinimleri açısından Sağlıkta Dönüşüm", "Sağlık ortamına etkileri açısından Sağlıkta Dönüşüm",
Sonra yedi tane çalışma grubu oluşturulmuş ve birlikte değerlendirme ve bilgi üretimi gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Başlıklarıysa şunlar:"Tıp etiği - sağlık politikaları ilişkisi bağlamında Sağlıkta Dönüşüm", "Sağlıkta Dönüşümün sağlık hizmetlerine erişime etkisi", "Ayrım yapmama açısından Sağlıkta Dönüşüm", "Mesleki bağımsızlık ve Sağlıkta Dönüşüm", "Mesleki gizlilik ve Sağlıkta Dönüşüm", "Sağlıkta Dönüşüm?de hastanın ve hekimin seçme hakkı", "Aile Hekimliği modelinin etik açıdan değerlendirilmesi"
"Dönüşüm'ün savunmanları" sağlıkçıların meslek örgütlerine "kamuoyunun vicdanı peki çözüm ne diye soruyor" diyor.
Çözümler yukarıda. Her gün söyleniyor. Ama dinleyen, dinlese de Uluslararası Para Fonu'nun (IMF), Dünya Bankası'nın (DB), Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) direktiflerinden kendi politik çıkarları hariç herhangi bir sapma gösteren bir hükümet var mı? Yok!. O zaman kim haklı?
* * *
Ah bir de bunlar yalnız hekim ve sağlıkçıların ortamlarında, bianet gibi alternatif haber kanallarında değil de yaygın ve yoğun olarak, kamunun bilgilenme hakkı için tüm medya tarafından dile getirilse!...
Getirilmez mi! O zaman siz en azından "bizi de" izleyin. Yalnız savunanların sözleri sorunu çözmeye yetmiyor. Yetmez de!...(MS/EÜ)