Daha önce "301 kapı numarası değil" diyen Çiçek, Başbakan Erdoğan'ın bu maddeyle ilgili olarak "sivil toplum kuruluşlarından öneri beklediğini" söylediği sıralarda, daha önce de birkaç kez dile getirme gereği duyduğu bir bilgiyi gündemimize bir kez daha soktu:
"Bu madde Türkiye'nin ayıbı değil, ayıpsa Avrupa Birliği ülkelerinde de var."
Adalet Bakanı Çiçek, herkesin 301 konusunda görüş belirtmesinden rahatsız ve 301'in ceza hukukçuları tarafından tartışılması gerektiğini savunuyor. Ancak bizzat kendisi, bu maddenin Türkiye'de, Avrupa ülkelerindeki benzer hükümler içeren yasa maddelerine oranla ne denli az uygulandığını kanıtlama hevesiyle Alman Federal İstatistik Kurumu'nun 13 Nisan 2006'da yayınladığı cezai takibatlara ilişkin yıllık raporunu kamuoyunun önüne sürüverdi.
Çiçek'in yansıttığı "esrarengiz" rakamlar...
Çiçek, rapora dayanarak Almanya'da 2005'te "301. Madde benzeri" suçlara ilişkin 72 mahkumiyet kararı verildiğini söylüyor.
Çiçek'e göre, İtalya'da bu suçlardan dolayı 2000'de 21, 2001'de 31, 2002'de 22, 2003'te 5, 2004'te 28 mahkûmiyet kararı verilmiş. Hollanda'da 2004'te 240, 2005'te 274, Ekim 2006'ya kadar ise 280 dava açılmış. 2004'te 134'ü, 2005'te 146'sı, 2006'da ise 139'u cezai yaptırımla sonuçlanmış. Çiçek böyle söylüyor.
Bu sayıların anlamını tartışmadan önce bakan ve hükümet sözcüsüne, bu türden "teknik, yavan ve yanlış anlaşılabilecek bilgiler"in uzmanlarla değil tüm kamuoyuyla paylaşılmasının yol açacağı bilgi kirlenmesinin tehlikelerini hatırlatmak gerek.
Sanıklar ve hüküm giyenler kim ?
Soruyoruz, bu ülkelerde davalar kimlere karşı açılmış? Tezleri nedeniyle akademisyenlere mi? Romanları nedeniyle yazarlara mı? Orduyu, emniyeti, yargıyı eleştirdikleri için gazetecilere mi? Keyfi uygulamaları protesto etmek için afiş asan esnafa mı? Yoksa örneğin tepesi attığı için resmi dairede görevli bir kişiye söven vatandaşlara mı?
Almanya'da 72 mahkûmiyet kararı verilmiş. Hangi gerekçeyle ve kimler karşı? Bunu bilmiyoruz!
Ama Bakan'ın yanıltıcı bir tarzda yayılmasına meydan verdiği bilgileri okuyan herkesin, "Meğer Türkiye'de aydınlar Almanya'ya göre daha az sürünüyormuş" şeklinde bir çıkarsama yapmaması neredeyse imkânsız. Peki, bakan kimi ikna etmeye çalışıyor?
Çiçek, hiç çekinmesin, madem TCK 301 alelade bir madde, Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya'da kaç akademisyen, aydın ve gazetecinin düşüncelerinden ve esrelerinden dolayı "benzer maddeler"den kovuşturmalık olduğunu, bunların kaçının mahkûmiyetle sonuçlandığını da açıklasın!
Yasaları farklı, aydınlara dava yok!
Bakanın bu açıklamaları ancak yanıltılmayı bekleyenler ve Hrant Dink'e saldırmalarına gerekçe arayanlar için yeterli görünebilir ancak bizler Çiçek'ten çok daha fazlasını beklemek zorundayız.
Tekrarlamakta bir sakınca yok: Avrupa ülkelerinin pek çoğunda, uluslar, devletin silahlı kuvvetleri, emniyet kuvvetleri ve parlamentosu eleştiriden yasayla korunmuyor.
Sayın Çiçek de biliyor ki, örneğin Almanya'da siyasetçilere ve devlet organlarına yönelik çok çok ağır eleştiri ve nitelemelere çok az önem atfediliyor ve bunlar çok uzun zamandır kovuşturulmuyor bile.
Örneğin, Alman Ceza Yasası'nın 188. Maddesi'nde, "siyasilere yönelik iftira suçu" başlığı altında siyasetçiye yönelik sözlü veya yazılı ifadeler, ancak "kişinin siyasi yaşamını kayda değer bir şekilde zorlaştırıyorsa" dava konusu ediliyor ve bu önemde bir suçsa altı aydan beş yıla kadar hapisle cezalandırılıyor.
Yalnızca Türkiye'deki ifade özgürlüğüne yönelik uygulamaları değil, Avrupa ülkelerindeki benzer gelişmeleri de izleyen ve aktarmaya çalışan bir kişi olarak, diyebilirim ki, Türkiye'nin dahil olmaya çaba gösterdiği AB ülkeleri hukukunda bu türden ihlallerle hemen hiç karşılaşmıyoruz.
Hollanda'da devlet kurumlarına ve resmi kişilere yönelik "ağır ve kasıtlı" hakaret, "Kral ve Kraliçe, Kraliyet ailesi"ne, Hollanda'da ikamet ettikleri sürece "dost ülke büyükelçilerine" yönelik olduğu sürece soruşturuluyor. Bununla birlikte son yıllarda basına karşı bu yönde hiçbir kovuşturma olmadı.
Avrupa'da "Türklüğü aşağılama"ya denk gelebilecek bir suç tanımına örneğin Makedonya'da rastlıyoruz ama burada bile "Türklük" gibi coğrafya ve sınır tanımayan soyut bir kavramdan değil Makedonya Ceza Yasası'nın 179. maddesinde
"Makedon halkı ve vatandaşlarını aşağılama"dan söz edildiğini görüyoruz.
Askeri kurumlar ise sadece Fransa gibi birkaç ülkede düzenlemelerle korunuyor: 1 Ocak 2002'de değiştirilen Fransa Ceza Yasası'nın 30 . Maddesine göre, "Mahkemelere, Kara-deniz-hava kuvvetlerine, kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik iftira suçu, 45 bin avro ile cezalandırılır" deniyor.
Çiçek'in "durumları bizden kötü" demeye getirdiği Avrupa ülkelerinde durum aslında işte böyle ama onlarla aramızdaki bir diğer temel farkın da "uygulama"da olduğunun altını çizelim.
Şiddete başvuracaklara daha fazla malzeme vermeyin!
Meslektaşımız Hrant Dink'in katil zanlısı O.S.'nin, meslektaşımızı öldürmeye gönüllü olurken onun diasporadaki Ermenilere yönelik sayfalarca eleştirilerini "Türk kanı pis" dediği şeklinde anladığını söylediği haber veriliyor. Oysa bunun yanıltıcı bir bilgi olduğu bugün bütün dilbilimcilerce kabul ediliyor.
Bilgi kirliliğinin ve iftiranın böylesine sınırsızca toplumda dolaşmasının yol açtığı bu sonuçları akılda tutması gereken ilk kişidir belki de Adalet Bakanı Cemil Çiçek. Bu türden bilgileri, hükümetine ve bakanlığına seslerini duyuramayan ilgili çevrelerle kuracağı aktif temaslar yoluyla pekala paylaşabilir, ama şiddet düşkünü çevrelere daha fazla malzeme vermemelidir.
Düşüncelerini ifade ettikleri için milliyetçi "şikâyetler"in konusu olan gazeteci, yayıncı ve aktivistler, bu şikâyetlerden türeyen uzun yargılamalar yoluyla gün geçtikçe kendilerine saldıracakların gözünde daha da "meşhur" edildiler. Daracık duruşma salonlarında yüzlerine tükürüldü. Hakaret ve tacizler uğradılar. Bu süreci hazırlayan koşulları Bakan'a yeniden hatırlatmakta fayda olduğu görülüyor.
Aynı açıklamanın sonunda Çiçek, "Yani şimdi ceza kanuna adam öldürmeyi koyduk diye bu ülkede adam öldürülsün istemiyoruz veya hırsızlık kondu diye hırsızlık yapılsın istemiyoruz. İnsanların her türlü faaliyetinin hukuk çerçevesinde yapılması gerekir" diye konuşuyor.
Bir adalet bakanı, bu sözleri bir buçuk yılda çoğu aydın ve gazeteci 80'den fazla kişinin mahkemeye düşmesine neden olan bir sorunu ötelemek için sarf edilmemeli. Bakan Çiçek'in bu demeci, 301'den dolayı canı sokakta adeta açık artırmaya çıkarılan Dink'in katledilmesinden 10 gün sonra vermiş olması ayrıca bir talihsizlik!
Reform yapmak Çiçek'in gücüne mi gidiyor?
Adalet bakanı ve hükümet sözcüsü görevlerini yürüten Çiçek, bu türden "teknik, yavan ve yanlış anlaşılabilecek bilgileri" tüm kamuoyuyla paylaşmadan önce, bunları özgürlükler konusunda kendisi ve kabinesiyle temas kuran sivil toplum ve insan hakları kuruluş temsilcilerine aktarmalıdır.
Çiçek'i işitenler sanki reform yapmanın bakanımızın gücüne gittiğini düşünebilirler. Oysa siyasetçinin başta gelen görevlerinden biri demokrasi ve insan haklarını en yaygın şekilde gözetmek ve uygulamaktır. (EÖ/EK)