9 Ekim 1978 gecesi, Ankara'nın Bahçelievler Semti, 15. Sokak 56 numaralı apartmanın 2 numaralı dairesinde kalmakta olan Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 üniversite öğrencisi, Abdullah Çatlı'nın yönettiği ülkücü militanlar tarafından öldürüldü. Mahkeme kayıtları ve görgü tanıklarının ifadelerine göre olay şu şekilde gerçekleşmişti: Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezinin bulunduğu Bahçelievler semtinin ülkücüler açısından güvenli hale getirilmesi için MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'ten emir alan Ülkü Ocakları Derneği ikinci başkanı Çatlı, kendine tarafından sevk ve idare edilen bir grup ülkücü militan ile bölgede çok sayıda eyleme girişti. Nenehatun Öğrenci Yurdu, ülkücülerin bölgedeki merkezi konumuna geldi. Bir yandan sol görüşlü öğrencilerin ikamet ettiği Diyarbakır Öğrenci Yurdu'na yönelik eylemler sürdürülürken, bir yandan da solcuların gittiği kahvehaneler tarandı. İbrahim Bozkurt ve Zafer Boz isimli sol eğilimli öğrenciler birkaç gün arayla öldürüldüler. Solcuların elinde olan Eczacılık Fakültesi gibi okullar bombalanarak süresiz tatil edilmeleri sağlandı. Abdullah Çatlı liderliğindeki ülkücü militanlar Bahçelievler bölgesindeki en önemli eylemlerini 9 Ekim 1978'de gerçekleştirdi. Bahçelievler 15. Sokak girişinde Duran Demirkıran gözcü olarak bekliyordu. 56 numaralı apartmanın kapısında ise Ömer Özcan nöbet tutuyordu. Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz 2 numaralı dairenin kapısını çaldıkları sırada Abdullah Çatlı, apartmanın dışında park halindeki araçta beklemekteydi. Ülkücü militanlar 2 numaralı daireye girdiklerinde içeride Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi 5 genç vardı. ODTÜ Elektrik Bölümü öğrencisi Serdar Alten, Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi öğrencisi Hürcan Gürses, AİTİA Gazetecilik öğrencisi Efraim Ezgin, HÜ İstatislik Bölümü öğrencisi Latif Can ve Osman Nuri Uzunlar. Ülkücü militanlar evdeki aramalarında silah bulamadıkları için oldukça üzüldüler. İçeriye giren ekibin lideri İdi Amin lakaplı Haluk Kırcı "bu nasıl devrimcilik... evde silah bile yok" diye söylenirken, arkadaşları TİP üyesi 5 genci yüzükoyun yere yatırıp ellerini bağladılar. Evdekilerin sayısı ülkücü militanların beklediklerinden fazlaydı. Yapacaklarını danışmak için dışarıda arabada bekleyen Reis'in yanına gittiler. Çatlı, Kürşat Poyraz'ı yanına alarak gittiği yerden bir şişe eter ve biraz pamuk ile geri geldi. Yerde yatan gençler eter ile bayıltıldıkları sırada kapı çaldı. Eve iki TİP'li daha gelmişti: Faruk Erzan ve Salih Gevence. Reis olarak bilinen Çatlı olaya tekrar müdahale etti. Son gelenler otomobile götürüldüler. Kürşat Poyraz şoför koltuğunda, Çatlı yanında, Kırcı ve iki TİP'li arabanın arkasında oturdu. Son hızla Eskişehir yoluna yönelen araç 13. kilometrede durdu. İki TİP'li yol kenarındaki tarlanın 600 metre içine kadar götürüldüler. Araç Bahçelievler'e dönerken Faruk Erzan'ın ve Salih Gevence'nin kafalarına üçer kurşun sıkılmıştı. Evde yapılacak katliamın planında küçük bir değişiklik olmuş; Reis "esirler"in Eskişehir yoluna götürülüp öldürülmelerini kararlaştırmıştı. Ancak bölgede gördükleri birkaç polis aracı bu planın değişmesine sebep oldu. İşi evde bitirmeyi kararlaştırdılar. Ama sessiz ve çabuk olması gerekiyordu. Kırcı'nın "ben iple boğarım" teklifi hemen kabul edildi. Kırcı, Osman Nuri Uzunlar'ı tel bir askı ile boğmaya başladı. Bir süre sonra silahını bir havlu ile değiştirdi. Ancak Uzunlar'ın uzun bir süre can çekişerek ölmesi üzerine Kırcı fikir değiştirerek TİP'lileri silahla öldürmeye karar verdi. Herkesi dışarı çıkaran 'İdi Amin', Serdar Alten'in karnına üç, Hürcan Gürses'in kalbine üç, Efraim Ezgin'in başına dört, Latif Can'ın göğsüne iki kurşun sıktı ve evden çıkıp uzaklaştı. Cesetleri, silah sesini duyarak oturdukları karşı apartmandan olay yerine gelen polis memuru Tuncay Özkul ve Komiser Seyfi Eroğlu buldular. Yerde yatan dört kişi ilk anda ölmüştü. Serdar Alten ise hala can çekişiyordu. Yerde yaralı olarak yatarken saldırganları tarif etti ve Hacettepe Hastanesine kaldırıldı. 8 gün ölümle pençeleşen Alten 17 Ekim 1978'de saat 11.30'da hayıtı kaybetti. Olayda kullanılan otomobil Ülkücü Gençler Derneği İkinci Başkanı Mustafa Mit adına kayıtlıydı ve Mit, polis ifadesinde, aracı Çatlı'ya verdiğini anlattı. Öldürülen gençlerin bayıltılmasında kullanılan eterin ise İbrahim Çiftçi'nin emri ile Numune Hastanesinde görevli bir eczacı tarafından çalındığı ortaya çıktı. Görgü tanıklarının ifadesinin incelenmesi ile Duran Demirkıran yakalandı ve Bahçelievler Katliamı faili meçhul olmaktan kurtarıldı. Bahçelievler Katliamı ile ilgili yargılamalar, 1986 yılında tamamlandı. Ankara 1 no'lu Sıkıyönetim Mahkemesi kararıyla Haluk Kırcı ve Ahmet Ercüment Gedikli yedişer kez ölüm cezasına; Duran Demirkıran ve Ömer Özcan 28'er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz, Abdullah Çatlı, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı hakkında, kararın verildiği tarihte yurt dışında oldukları için gıyabi tutuklama kararı verildi. Susurluk Kazası'ndan sonra Bahçelievler katliamı ile ilgili dava yeniden açıldı. 1987 yılında Mahmut Korkmaz'ın İstanbul'a sahte pasaportla giriş yaparken yakalandığı ancak serbest bırakıldığı ortaya çıktı. Mahkeme halen aranmakta olan sanıkların bulunması için kırmızı bülten çıkarılmasına karar verdi. 10 Ocak 1999'da Bünyamin Adanalı, yanlışlıkla serbest bırakıldığı için aranan Haluk Kırcı ile birlikte yakalandı. Yine Nisan 1999'da Ünal Osmanağaoğlu yakalandı. 1 Kasım 1999'da Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi Adanalı ve Osmanağaoğlu'nu 7'şer kez idam cezasına çarptırdı. Mahkeme ayrıca Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı'nın davasını düşürdü. 12 Temmuz 2000 tarihinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi temyiz incelemesi sonucunda Adanalı ve Osmanağaoğlu'nun cezalarında suçun asli failleri olmadığı gerekçesi ile indirim yapılması gerektiğini kararlaştırdı. Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 15 Şubat 2001 tarihinde eski kararında direnmesinin ardından Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 21 Haziran 2001 tarihinde 5'e karşı 18 üyenin onayı ile Adanalı ve Osmanağaoğlu hakkında verilen 7'şer kez idam kararını onayladı. * Kaynak: Wikipedia |
|
Ankara'nın Bahçelievler semtinde gerçekleştirilen, yaşları 19 ile 25 arasında yer alan yedi Türkiye İşçi Partisi
(TİP) üyesi üniversite öğrencisinin ölümüyle sonuçlanan, failleri arasında Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı'nın isimlerinin bulunduğu Bahçelievler Katliamı'nın üzerinden 28 yıl geçti.
bianet'in sorularını yanıtlayan öldürülen yedi TİP'li gencin ailelerinin avukatı Avukat Erşen Sansal, 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Yusuf Alataş, aradan geçen 28 yılda ne Bahçelievler katliamının ne de katliamı gerçekleştirenlerin hafızalardan silindiğini dile getirdiler ve eklediler: "Yedi TİP'li genci katledenler hep korundu."
Sansal:Faili meçhul bırakılmaya çalışıldı
Olayı yaşamayanların bile nefret duyduğunu ifade eden Sansal, Bahçelievler'de yaşananların aynı yıl yaşanan Balgat, İmrahor, Piyangotepe katliamlarından farklı olduğunun altını çizdi.
Bahçelievler Katliamı'nın dava sürecinde oğlu öldürülen ve faili bulunamayan bir annenin kendisine gelerek, "sizin olayınızda birileri bulundu ya içime su serpildi" dediğinin anlatan Sansal, failleri bulunan olayın yine de "faili meçhul" bırakılmaya çalışıldığını söyledi.
Olayın nasıl planlandığının, akışının, ayan beyan ortada olduğunu dile getiren Sansal, buna karşın tersliğin, olayı gerçekleştirenlerin "kahraman" olarak nitelendirilmesinden kaynaklandığını ifade etti.
Olayın failleri arasında yer alan Kırcı ve Çatlı'nın daha sonra Susurluk olayında ortaya çıktığını hatırlatan Sansal, devletin en yüksek kurumlarında Susurluk'un aydınlatılması için komisyonlar kurulduğunu, hakikatin araştırılması için delillerin toplandığını kaydetti.
Buna karşın delillerin kamuoyuna sunulmadığını söyleyen Sansal, hatta delillerin adaletin uygulanacağı mahkemelerden bile gizlendiğini söyledi.
Önümüzde süreçte de benzer olayların yaşanabileceğine işaret eden Sansal, devletin olayın faillerine cezalandırmayarak onları koruduğunu ve ikramda bulunduğunu söyledi ve ekledi: "Kırcı nedense hep 'tesadüfen' salıverildi".
Alataş: Bahçelievler militarist grupların korunmasının örneği
İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Yusuf Alataş, Türkiye'nin olağanüstü dönemlerde işlenen siyasi cinayetlerin soruşturulması konusunda başarısız olduğunu söyledi.
Alataş, "Bu cinayetler ve iddialar bir şekilde devletten destek aldığı bilinen militarist gruplar tarafından işlenmişse açık bir korumaya dönüşüyor. Bahçelievler Katliamı bunun tipik örneği. Davanın her aşamasında davaya ciddi korumalar yaşandı. Bir çoğu mahkemeye çıkarılmadı, çıkarılanlara ceza verilmedi, geçmişte işlenen olağanüstü cinayetlerle ilgili mekanizmalar işlemedi" dedi.
Yasama, yürütme yargı mekanizmalarının işletilmediğini kaydeden Alataş, Bahçelievler katliamına karışan kişilerin "şu veya bu şekilde devlet içinde varolan kurumlardan destek aldığını" vurguladı.
Türkiye'nin geçen 28 yıllık süre içinde de yargı mekanizmasını değiştiremediğinin altını çizen Alataş, bunun son örneğinin Şemdinli davası olduğunu belirtti.
Alataş bu konudaki düşüncelerini, "Yargı baskı etki altına alınıyor. Bağımsız yargı oluşturulması kimsenin işine gelmiyor. Ben yakın gelecekte bu konuda iyimser değilim. Yargı tek taraflı işliyor. Düzenle uyuşmayan kesimler, düzenle barışık olmayan toplum kesimleriyle ilgili yargının kılıcı son derece keskin öte yandan düzeni koruma adına işlenen suçlar koğuşturulamıyor, soruşturulamıyor, hatta övünç kaynağı oluyor" sözleriyle açıkladı.
Can: Bir daha aynı şeyler yaşanmasın
78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, olayın yaşandığı dönemde MHP'den "devşirilen" bir çok insanın "kullanıldığını" söyleyerek, "Bu insanlar daha sonra Susurluk Çetesi olarak ortaya çıktı" dedi.
Bahçelievler, Maraş, Balgat katliamlarının "örgütlenmiş" katliamlar olduğuna işaret eden Can, bunların gerekçesinin "muhalefeti düzlemek, darbe öncesi tasfiye etmek" olduğunu söyledi.
Türkiye'nin istikrarsızlık ortamının bu sayede pekiştirildiğini vurgulayan Can, katliamların 78'den 81'e kadar sürdüğünü kaydetti.
Açılan davaları "biçimsel" olarak niteleyen Can, polisin olayların üzerine gitmediğini, hükümetlerin takipçi olmadığını belirtti.
78'liler girişiminin yalnızca 12 Eylül'ü gerçekleştirenlerin değil, 12 Eylül'de yaşanan ve izlenmeyen olayların da takipçisi olduğuna işaret eden Can, amaçlarının kör bir intikam olmadığını, "bir daha aynı şeyler yaşanmasın" düşüncesiyle hareket ettiklerini açıkladı. (AÖ/KÖ)