Her ne kadar tüm bu tantana çoktan çatırdamaya başladıysa da, hâlâ 'modern' ve herşeye hakim olduğumuza, merdivenin en üst basamağında durduğumuza, son derece uygar ve sürekli ilerleyen bir rotada yürüdüğümüze fena halde inanmak istiyoruz. Bu çılgıncasına 'yükseklik', algılarımızı o denli perdeliyor ki, iktidarın en temel arkaik ritüellerini dahi, çok zaman önce geride bıraktığımız masumane bir çocuk oyunu gibi unutma eğilimindeyiz.
Ayıcık Teddy nasıl iktidarın ritüeli oldu?
Örneğin, sevimli oyuncak Ayıcık Teddy'yi ele alalım. Unutmamalı ki ayımız, pençesiz kalmış sevimli bir ayıdan fazlasını ifade ediyor. "Teddy" adını, Amerikan Başkanı Theodore Roosevelt'ten almıştır.
On dokuzuncu yüzyılı yirminciye bağlayan bizimkinden bile modern bir dönemde, dünyayı dolaşıp büyük hayvanları avlayan bir avcıymış Theodore Roosevelt. Kasım 1902'de, Misissipi'deki bir av partisi sırasında, av hayvanı yok denecek kadar azmış ve Başkan, asil duygularını tatmin edemeden eve dönecek gibi görünüyormuş.
Evsahibi Mississipililer genç bir ayı yakalayıp, bir ağaca bağlamışlar. Başkanı çağırmışlar. Başkan gelmiş, görmüş, nişan almış -fakat, muhtemelen siyah ayıcığın hırpalanıp, kan revan içinde kalmış haline acıyarak, silahını indirmiş. Bunun üzerine, gazetelerde ilgili karikatürler ve çizgi romanlar yayınlanmaya başlanmış. Kısa süre sonra Ayıcık başkanlık seçimlerinde maskot olarak kullanılmış.
Ticari bir fikir olarak Ayıcık Teddy'nin üretimi de çok gecikmemiş ve Ayıcık Teddy miti oyuncak olarak hem Almanya'da hem de bizzat ABD'de seri üretimle yayılmış. Günahları affedilmiş ayıcığımız, tıpkı bugün vitrinlerde gördüğümüz dinozor oyuncakları gibi evcilleştirilmiş bir haldedir; ürkütücü pençelerinden ve dişlerinden arındırılmıştır. Şunu unutmayalım ki, bağışlama kararını veren kişi şefti, ataydı. Roosevelt'in, her yerde şahsına ve makamına yönelik hayranlık uyandıran ayrıcalıklı eylemi, bizleri doğrudan doğruya iktidarın yapısına götürür.
Amerika'dan bir örnek daha verelim ve ölüm cezasına çarptırılanları ele alalım. Bu insanların kaderleri, özerk Birleşik Devletler Federasyonu eyalet valilerinin, veya doğrudan başkanın iki dudağının arasındadır. Bu ayrıcalık Amerikan Anayasası'yla belirlenmiştir.
Carl Schmitt, ünlü eseri "Politik Teoloji"de, egemenliğin istisnanın üzerindeki iktidarda yattığını söyler. Kabul edilmiş yasalara ait metinler, gündelik iktidar kullanımında onay verilebilir bir idarenin sınırlarını çiziyor gözükseler bile, her yeni koşula, her 'dava'ya, her istisnaya nasıl yaklaşılması gerektiğini düzenleyemezler.
Günümüz Avrupası'nın kuşkusuz en ilgi çekici politik filozoflarından biri olan Giorgio Agamben, istisnanın 'olağanüstü hal' olarak bilinen kurumlaşmış pratiğini irdeleyerek, Schmitt'in ürkütücü tezinin doğruluğunu gözler önüne sermiştir. Olağanüstü hal anında, herşeyin hukuki, fakat ne yazık ki yavaş ilerleyen demokratik süreçte benimsenmiş yasa bentlerine göre çözülmediğini, her davanın kendi koşullarına göre karara bağlandığını vurgulamıştır.
Süregiden kanun dışılığın dramını yansıtan, Küba'nın Guantanamo Körfesi'nde, ABD kontrolündeki kampta gayrinizami koşullarda tutulan tutuklular, bu istisnai durumlara egemen olanın esiriyle kedi-fare oynaması türünden dehşet verici bir örnek teşkil ediyorlar. Bu istisnai kanun dışılık durumunun muallaklığı içinde, tutuklulara ne dost, ne de düşman vasfı yakıştırılıyor.
Şükran Günü: İktidarın bağışlayıcı gücü
Gerçekten de, bu insanların konumu yeni bir Ayıcık Teddy hadisesi olarak okunabilir, çünkü bu kişiler de, iktidarın dizginsizce kullanıldığı ve bu sayede de mutlak iktidarı kendi elleriyle tarif edenleri daha da eğlendiren bir istisnai alan açmakta kullanılmışlardır.
Şimdi bir diğer, garip ve (ABD dışında) pek bilinmeyen, iktidarın, bireylerin yaşam ve ölümlerine hakkında, halkın gözü önünde karar almak yoluyla kendini kurumlaştırması örneğini ele alalım. Bu, Amerika'ya özgü, ailenin, milliyetçiliğin ve vatanperverliğin güçlülüğünü aşılayan, Kasım ayı sonuna rastlayan Şükran Günü'ne birkaç gün kala düzenlenen, Yıllık Şükran Günü Hindisini Bağışlama adlı, bol tüylü bir ritüeldir.
Toplam 45 milyon hindi, Amerika genelinde ailelerin yüzde 90'ında gerçekleşen Şükran Günü yemeğinde tüketilir. Bağışlama ritüeli kutlamaların başlangıcıdır ve politik iktidarın kurumlaşmasını gözler önüne seren kilit bir enstantanedir ve politik iktidarın arkaik ritüellerinin 'modern' bilinci nasıl şekillendirmekte olduğuna kusursuz bir örnek teşkil eder.
Ritüel, Beyaz Saray'ın bahçesinde gerçekleşir ve Başkan da bizzat başrahibi oynar. İrice iki hindi, Amerikan Hindi Yetiştiricileri Birliği'nce Beyaz Saray'a bağışlanmak üzere seçilip, gönderilir. Bir tanesi, dışarıda, bir kamyon içinde yedek olarak bekletilir. (Bu önlem, inatçı bir hindinin Ronald Reagan'ı epey uğraştırmasının ardından alınmaya başlanmıştır.)
Ritüel için seçilmiş olan hindi bir podyuma oturtulur. İzleyiciler arasında, davetli öğrencilerin yanı sıra, televizyonlar ve radyo yayınlarıyla, o da olmadı basında çıkan resmi kaynaklı haberlerle ulaşılan bütün Amerikan halkı yer almaktadır. Başkan, geleneklere bağlı kalarak, kısa bir konuşma yapar. Usule uygun bir metin dahilinde, hindinin canını resmen bağışlar. Her iki hindi de, geri kalan ömürlerini mutluluk içinde geçirdikleri söylenen, Virginia'daki bir hayvanat bahçesine gönderilirler.
Gerçekte ise, her ikisini de, Roosevelt'in bağışladığı ayınınkiyle aynı kader beklemektedir. (Rivayete göre, Roosevelt, dönüp giderken, ayının bir bıçakla öldürülmesi emrini vermiştir.) Yani, kısa bir süre sonra ve sembol yüklü bağışlama ritüelinin dikkat kesilmiş gözlerinden uzakta, hindiler kesilmektedir.
Her sene yeni yeni hindiler bu uğurda sıraya konur. Ritüel, ölüm kalım meselelerine dair yetkilerini ortaya koyması suretiyle, egemeni mutlaklaştıran sembolik bir bağışlamadır.
Tüm bir ulusun topluca Şükran Günü hindilerini yemeleri esas hedeftir, ama yemeğin nesnesinin bir örneğinin sembolik olarak 'bağışlanıp', kaynağına geri gönderilmesine dek bu yemeğe başlanamaz. Bu örnek, daha da ileri gidilip, sonuçta söz konusu kaynağı temin eden ve şefin cemaati adına 'meramını anlatıp, mutlu etmekle yükümlü olduğu yüce ilahlara' adanmaktadır.
Lafı açılmışken belirteyim, hindilerin bağışlanması geleneği, ilk olarak, 1947 yılında Başkan Henry Truman tarafından başlatılmıştır. Muhtemelen, II. Dünya Savaşı'na son nokta konulurken, elindeki atom bombasına başvurma gücünü Japonya'ya ve sivil halkına karşı kullanan ilk insan olmasının kefaretiydi.
Bizzat Şef'in eliyle, klasik tarzda başlatılan, Amerika'yla özdeş bu Şükran Günü yemeği, daha da korkunç sırların üzerine perde çekmektedir. Aynı zamanda, ritüellerin sıklıkla yaptığı gibi, bir toplumdaki gerek içsel, gerek dışsal rol dağılımlarını bir kez daha olumlayarak, Amerikan devletinin ayakta kalmasını temini simgelemektedir. Bağışlama ritüelinde, başkanlar, mutlaka ulusun zenginliklerinden bahsederler ve 'biz' Amerikalıların neye şükran duymamız gerektiğini vurgularlar.
İktidarın iç işleyişleri, bizim sözde modern ulus-devletlerimizde dahi, "biz"i tehlike arz eden "onlar"a ve onların temsil ettiği farz edilen istisnalara karşı koruyan, "cemaat" prensibi üzerine kurulu " arkaik" ritüellerle yürümektedir.
Şükran Günü hindisi hiç de masum bir hadise olmayıp, iktidarın, cüretkar, Kantçı bir doğru arayışı vasıtasıyla, ince elenip sık dokunarak idare edilmesi noktasındaki klasik meseleye bizleri geri götürüyor. Giorgio Agamben'in, arkaik unsurların bağından kopuk bir cemaat umudu, insanlık bir bütün olarak, küresel iktidarı küresel kamuoyunun denetimine tabi kılabilecek bir küresel örgütlenme modeli gerçekleştirene dek olanaklı görünmüyor.(NK)
* Magnus Fiskesjö - antropolog, sinolog, Stocholm Uzakdoğu Antikiteleri Müzesi Müdürü.
Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.