Kuzeyde insanlar genelde Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi'nin Kıbrıslırum toplumunda büyük bir denetimi bulunduğunu düşünürler ve Kilise'nin Kıbrıs'taki gelişmelerle ilgili her zaman gerici ve olumsuz bir rol oynadığına inanırlar. Elbette bazı Başpiskoposların demeçleri de bu imajı güçlendirmiştir... Örneğin Başpiskopos Hrisostomos konuştuğunda bu imaj güçlenir. İlk kez Nicos'tan sizin gibi bir Piskopos'un bulunduğunu ve söylemekte olduklarınızı söylediğinizi duyduğumda, bu benim için büyük bir sürpriz olmuştu!...
Röportajın başında bana kaç yaşında olduğumu ve nereden geldiğimi sormuştunuz, bu da bana günah çıkarmaya gelenlere her zaman sorduğum sorudur. Şimdi ben size bir itirafta bulunmak istiyorum: Size 42 yaşında olduğumu söylemiştim, yani ne Türk Osmanlı İmparatorluğu'nun, ne de İngiliz Sömürge döneminin çocuğuyum ben. Ben Kıbrıs'ta bağımsızlığın çocuğuyum.
"Makarios Enosis'den bağımsızlığa geçecekti"
Elbette, şu anda çok zor bir hastalık dönemi geçirmekte olan Başpiskopos Hrisostomos, size daha önce sözünü ettiğim "atmosfer"de yaşamıştı. O nedenle, büyüyüp yetiştiği atmosferden kaçabilecek büyük bir potansiyele sahip değildi. Bu atmosferi aşan Piskopos, Makarios olmuştu.
Makarios, Enosis idealinden bağımsızlık idealine doğru yol almıştı. Ancak ne yazık ki ne Kıbrıslırum ne de Kıbrıslıtürk milliyetçilikler ne de yabancı güçler bu bağımsızlığın çalışmasına izin vermediler, bağımsızlığın hayatta kalmasına izin vermediler.
Ben, babamın Osmanlı şarkıları söylediği bir evde büyüdüm. Yakın geçmişte İngiltere'den aldığım CD'lerin çoğu Türk ve Osmanlı müziğidir, bunları yeniden yakınlaşma adına siyasi bir iddia ortaya koymak için değil, yalnızca bu tür müziği sevdiğim için aldım. Çünkü ideoloji nedeniyle değil, yüreğimle ilgili nedenlerden ötürü bu müziği dinlerim, zorunlu olduğum için değil, bu müziği sevdiğim için dinlerim.
Babamın arkadaşı Gaziveren'den Niyazi'ydi, Gaziveren bir Kıbrıslıtürk köyü. Sonraları, işgal esnasında erkek kardeşlerimden biri yakalandığında, Niyazi'nin oğullarından biri onu serbest bırakmıştı... Yani doğup büyüdüğüm evde, Kıbrıslıtürkler canavar gibi değil, dostlarım olarak tanınıyor... Daha ileri eğitim yıllarımda, eğitimimi tamamlarken Bizans'ın Yunan ve Türk kültürleri arasında ortak bir köprü vazifesi gördüğü sonucuna varmıştım.
Piskopos olmadan bulunduğum Larnaka'daki Mavrovuni Manastırı'ndaki keşişlerden biri şu anda Türkçe öğreniyor. Onu Türkçe öğrenmeye ben gönderdim. Şöyle bir "kehanette" bulunayım ve gelecek röportajımızı yaptığımızda, bu keşişin Türkçe'yi öğrenmiş olacağını ve papazlığa kabul edilmiş olacağını söyleyeyim!.Öğretmeni de İngiltere'den Kıbrıslıtürk bir kadın...
Kıbrıs Kilisesi'nde kaç Piskopos var?
Öncelikle Başpiskopos var, sonra Larnaka, Baf, Leymosun, Girne ve Omorfo Piskoposları var. Bunlara ek olarak Piskopos Yardımcıları da bulunuyor, biz onlara "Horebiskopos" diyoruz...
Piskoposlara baktığınızda, 60'lı ve 70'li yıllara kıyasla, anlayışlarında herhangi bir değişiklik olduğunu hissediyor musunuz? Onlar da milliyetçiliği bir günah olarak addediyor mu yoksa hala başka bir dönemde mi yaşıyorlar? Siz Kilise içinde "izole edilmiş" bir örnek misiniz?
Belki ben en ileri örneğim... Ancak bazılarının "Annan Planı" dediği bir noktada, pek çok düşüncemizin yere basmasına neden oldu. Pek çok kişiye, hatta aşırı sağdan insanlara dahi Kıbrıslıtürklerle birlikte varolma konusunun barış aktivistleri Sevgül ve Nikos'un sorunu değil, hepimizin ortak sorunu, ortak hedefi olması gerektiğini gösterdi.
Birkaç ay önce birlikte varolma konusunda (coexistence) ve insanlar arasında tolerans hakkında bir konuşma yaptım. Konuşmamın başlığı "Tolerans ve birlikte varolmada bir faktör olarak Kilise" idi. Bu konuşmayı yaptıktan sonra, iki piskopos daha aynı şeyleri söylemeye başladı...
"Bizler de canavar değiliz"
Yani öncülük yaptınız bu konuda...
Piskoposlar ne kadar genç olursa, bu düşünceleri yakalamaları da o kadar kolay olur. Çünkü benim yaşımdan insanlar bu durumları yaşadı, milliyetçilik denen yanılsamayı yaşadı. Ve bu yalnızca Kilise için geçerli değil, siyasi olarak da yanlıştır. Sinod olarak tüm Piskoposlar toplanarak Klerides'i görmeye gitmiştik, ben ona bir öneride bulundum. Yeniden birlikte yaşama, yakınlaşma dönemi yaklaştıkça, bir laboratuvardaki deney hayvanları gibi olabileceğimizi söyledim.
St. Mammas'a gitmeye ve Kıbrıslıtürklerle birlikte yaşamaya istekli olduğumu söyledim Klerides'e. - yanımda beş Kıbrıslırum da olmalıydı ki kilisedeki görevimi yapıp ayin düzenleyebileyim-. Ancak kendimi bu işe bir deney hayvanı gibi adayabileceğimi söyledim. Buraya Evrigu'ya dönüp Piskoposluğumun işlerini yine sürdürebilirdim zaman zaman. Böylece Kıbrıslıtürkler de canavar olmayan bir Kıbrıs Piskoposu'nu görüp onunla tanışacaklardı.
Bizlerin canavar olmadığımızı göreceklerdi. Bana örnek olan Piskoposlar ve Başpiskoposlar var. Örneğin Arnavutluk Başpiskoposu Anastasios Yannullados benim profesörümdü. Beni etkileyen bir diğer kişi İstanbul Fener Patriği Bartholomeos ve bir diğer kişi de Sırbistan Başpiskoposu Pavlos... Onlar, çok uluslu bir devlette pek çok dinle birlikte yaşıyorlar ve tüm bunlar arasında köprüler kurabiliyorlar.
Tanrı'ya inanç sonsuz bir yolculuktur... İnanan insanların, başka insanları inanıp inanmamakta özgür bırakmaları çok önemlidir... Eğer bir kişi kendisinin "İnanan" birisi olduğunu düşünüyorsa, tavrı da buysa, o zaman çevresindeki insanlar onun için birer tehdit değildir. Sartre "Benim cehennemim öteki insanlardır" demişti ama bu, Tanrının istencini yerine getirme şansıdır da...
Şu anda Kıbrıs'a baktığınızda, gelecekle ilgili neler hissediyorsunuz? Aklınızdan çok yüreğinizle neler hissediyorsunuz?
Anadolu"dan olduğum için ben her zaman yüreğimden geldiği gibi konuşmaya çalışırım!... Yeniden birlikte yaşayacağımıza yüzde yüz inanıyorum. Ama bunun için zamana ihtiyacımız vardır... Ve Zürichte yapılan aynı hatayı tekrarlamamalıyız. Yalnızca kağıt üstünde değil, yüreklerimizde de çalışabilecek bir çözüm bulmalıyız...
"Kemalizm devlete tapınmaktır"
Türkiye devletinin henüz bunu yapmaya hazır olmadığını hissediyorum, Türkiye'nin "Derin Devleti" henüz buna hazır değildir... Biliyorsunuz, Kemalizm, İslam'dan sonra ortaya çıktı. Milliyetçilik olarak Kemalizm'in İslam'dan sonra ortaya çıkışı bir kaza değildi, çünkü Kemalizm, insanların Tanrı'ya değil, devlete tapınmasını istiyordu. Bu da Türk devletinin aşırılıklarına yol açtı. Bu aşırılıkların bedelini de şimdi Kıbrıslıtürkler ödüyor... Kıbrıs'ta pek çok insanın kaygısı, ki bu yalnızca sade yurttaşların değil tanınmış kişilerin de kaygısıdır, bir çözüm olduğunda kaç Kıbrıslıyla buluşabileceğimiz kaygısıdır.
Kıbrıslıtürklerin Kıbrıs'tan göç etmesinden üzüntü ve kaygı duyuyorlar... Şu anda yapmakta olduğumuz bu tür röportajlar ve bu tür buluşmalar, bu nedenle önemlidir, geçmişin tabularının yıkılması anlamında... Eğer bu gerçekleşirse, hepimiz de Osmanlı uygarlığı ile Bizans uygarlığı arasında ne çok benzerliğin olduğunu görebileceğiz... Arnavutluk Başpiskoposu Anastasios İslam'la ilgili çok iyi bir kitap yazdı, kitabın adı "İslam". Ben Eğitim Bakanlığı'na bu kitabın okullarda okutulmasını önerdim.
Anastasios, kitabının bir yerinde İslam dinini inceleyenlerin, bunun Ortodoks deneyimine ne kadar yakın olduğunu fark ederek hayretler içinde kalacaklarını belirtir. Ve sonuçta İslam ile Ortodoks Kilisesi'nin, Katoliklik ile Ortodoks Kilisesi'nden daha yakın olabileceğini belirtir.
Geçen yıl Kasım ayında Cyprus College bir etkinlik düzenlemişti, etkinliğin adı da "İslam ile Ortodoks Kilisesi arasındaki benzerlikler ve farklılıklar" idi, bu etkinlik esnasında ben bunu çok güçlü biçimde hissettim. Burada konuşmacıydım, benimle birlikte Kos adası İmamı Şükrü Damatoğlu da konuşmacıydı. Ona bir tür akrabalık hissettim. Elbette dogmalarda farklılıklar vardı ama yürekler aynıydı... Çünkü İslam ile Hıristiyanlığın ortak kökenleri, Kitabı Mukaddes'ten ortak kökleri vardır.(NK/BB)