Hükümetler ekonomi politikaları ile meşruiyet kazanırlar. İktisadi hayatın serbest piyasa kuralları içinde işlemesinin ve yeni piyasa mekanizmalarının kurulması ve güçlenmesinin hükümet iradesi ve güvencesi altında olması esastır. Eğer piyasalar kendi hallerinde tam kapsamlı, pürüzsüz ve adaletli işliyor olabilselerdi, hükümetlere hiç ihtiyaç kalmazdı. Piyasalar, gerektiğinde kendi kurullarını kurar, sorunlarını da çözerdi.
Oysa, halk adına gözetim ve denetim yapılmayan piyasalar güçlüden yana çalışır, küçük üreticiyi ve tüketiciyi ezer, iç ve dış istismara kapı açar; sık sık kriz üretir. Piyasa ekonomisi bir sacayağı üzerinde oturur:
Serbest piyasa mekanizmaları, piyasa ahlakı ve kural koyma düzeni, denetim. Türkiye sanki tek ayak yetermiş gibi, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler uygulamasını yaygınlaştırma hevesi gösterdi. Dikkat ederseniz, güçlü ekonomilerin güçlü devletleri vardır. Hükümetler, ekonominin adaletli gözetimi ve denetimi için halktan vize alarak gelmiş olmalıdırlar.
Dokunulmaz bürokratlar
Halkın başka muhatabı olamamasından dolayı, siyasi sorumluluğu hükümette bırakarak, ama iktidar araçlarını daraltır şekilde, yetkilerin devlet denetimi dışındaki bürokratik kurullara dağıtılması, iyi düzenlenememiş bir uygulama tarzı olmuştur.
İşi siyasetin elinden almış, belli bir bürokrat grubunun dokunulmazlığına bırakmıştır, piyasa temsilcilerine pek bırakmadığı da aşikâr. Düzenleyici kurullar adı ile takdim edilen bugünkü kurullar devlet içinde devlet görünümündeler. Devlet içindeki yerlerini doğru tanımlamamız lazım; sadece çok gerekli olanlarının kalması ve gereğince denetlenmelerinin sağlanması lazım. Aksi takdirde ülkemizde iki yönlü tehdit ortamı oluşmaktadır.
Siyasi sorumluluk şart
Birincisi; iktisaden istikrarsızlaşma tehdididir. Bu tür kurullar, ülkelerin gelişmişlik düzeyleriyle bağlantılı olarak farklı düzeylerde etki üretebilmektedirler. Piyasaları ve piyasa mekanizmaları gelişmiş ülkelerde sınırlı alanlarda görülen kaynak dağılımı güçlüklerini aşmak amacıyla düzenleyici kurulların yararlı bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Nelerdir bunlar?
1) Artırılması mümkün olmayan kaynakların idaresi, arazi, eski eserler vb. gibi...
2) Bankacılık, sermaye piyasası gibi enformasyonun belli ellerde toplandığı pazarlarda haksız kazancı önleyici, bilgilenmeyi artırıcı düzenlemeler...
3) Doğal tekel oluşturan alanlarda tekel kârlarını düzenleyecek, iş bölümü imkânları geliştirecek kurullar...
Buna karşılık, gelişmekte olan piyasalarda, kaynak dağılımının sağlanması daha geniş alanlara yayılmayı ve koordinasyonun tek elden sağlanmasını, diğer bir deyişle siyasi sorumluluğu gerektirir. Henüz piyasa araçları yeterince gelişmemiş, ayrıca hızlı kalkınma çabasında olan bir ekonomide, piyasa düzenleme yetkilerinin bürokratik, birbiriyle koordinasyonsuz ve de bağımsız, denetimden uzak kurullara bırakılması, toplumun kalkınma kararlarını ve kararlılığını ortada bırakır.
Diğer yanda, gelişmemiş piyasalar ise çözüm üretmez, gelen tekliflere tabi olurlar. Türkiye, gelişmekte olan piyasalar safında yer almaktadır. Bunun gereğini yapmalıdır.
İyi düşünülmeden ve tartışmadan verilen aşırı yetkilerle kurulmuş kurullar, Türkiye'yi sonuncu kategoriye düşürür.
Kurullarımızın bu hali, ekonomik krizlerin daha sık olabileceğine, hükümetin müdahale etme imkânlarının ise kısıtlı kalacağına işaret etmektedir. Kriz dönemleri, ülke kaynaklarının ve sermayesinin çok ucuza yabancı ellere geçebildiği dönemlerdir. Dış alıcıların da piyasalarda oynamasıyla, ülke birikimi daha kolay kaybedilebilir hale gelmiş olur. Bir hükümet buna müdahale edebilmelidir.
Bizim amacımız, demokratik düzende iyi bir yönlendirme ile hızlı kalkınmadır; sermayenin ve refahın halkta yoğunlaşmasıdır. Zengin kaynakların fakir bekçileri olmak istemediğimiz gibi, kriz dönemlerimizle beslenen yabancı patronların soluk benizli işçileri olmak da istemiyoruz. Üretken olan yerli ve yabancı sermayenin işini kolaylaştırırız.
İkincisi; devletin ve siyasetin istikrarsızlaşması tehdididir. Bu tür kurullar dünyada mevcut ama hepsi kendi ülkesinin bünyesine uyarlanmış olarak. Mesela; bağımsızlık, özerklik, yetki devri, yerinden yönetim, vesayet vb. kavramların devlet nizamımız ve rejimimiz açısından tartışılıp birbirleriyle karşılaştırılmış olarak hukuken tarif edilmeleri ihtiyacı mevcut. Burada halen eksikliğimiz varken her biri ayrı tür kurullar kurmak idari istikrarsızlığa yol açmaktadır.
Bağımsız birimler üniter devlet yapısında olmaz; federallerde olabilir. Federe devletlerin, tek tek karşılayamayacağı ortak bir ihtiyacın karşılanmasını düzenlemek amacıyla anlaşıp, aralarında, hiçbirinin tek başına etkileyemeyeceği bağımsız, ortak denetime tabi kurullar kurmaları şeklinde olabilir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) eyaletleri böyle yapıyor.
Fransa'da böyle değil
Avrupa Birliği'nde (AB) de ileride federal yapıya geçebileceği için buna benzer modeller aranıyor. Ama bugün AB ülkelerine tek tek bakın, kurullarını kendi idari yapılarına göre kurarlar.
Fransa için söyleyeyim: Bizim gibi üniter devlet yapısına sahip Fransa'da, kurullar tüzelkişiliğe bile sahip değiller. Devletin icra kuvvetinin içinde tutulmalarına önem veriliyor. Bütçeleri kamu bütçesi içinde koordine ediliyor. Türkiye'de kurullar hem yasama, hem icra, hem yargı erklerini kendilerinde toplayan ve bu üç kuvvetin de dışında birer varlık halindeler. Türkiye, düzenleyicilik adına böyle başına buyruk yapılanmalarla yoluna devam ederse, devlette büyük bir dağılmaya da göz yumulmuş olur.
Bizim idari yapımızda, bu tür düzenlemelerin bütünlük içinde nasıl yapılacağını hazırlayan yer Devlet Planlama Teşkilatı'dır (DPT).
Anayasaya göre DPT, bu hazırlığı kapalı gruplarla yapmaz, tüm taraflara ve bilgiye ulaşmak için özel ihtisas komisyonlarıyla çalışır. Hazırlık sürecinden başlayarak demokratikliğin sağlanması için iyi bir yoldur.
Bu konular teknik ve idari ortak karar için önce Yüksek Planlama Kurulu'na getirilir. Buradan teknik koordinasyonu sağlanmış olarak hükümete ve Meclis'e salt siyasi karar için gelir. Meclis komisyonları teknik konuları olgunlaşmış şekliyle siyasal geleneğimiz, Anayasa, yasalar ve parti dengeleri açısından tekrar ele alır ve koordine ederler.
Son üç-dört yılda Türkiye, koalisyon hükümetlerinin idare güçlükleri sebebiyle, devlet nizamından çok şeyler kaybetti. Bu arada, herkes eline tutuşturulan dış kaynaklı metinleri tekliftir diye Meclis'e getirebildi. Bu haliyle yönetimimizde dağılma başladı. Bugünden bile ülke zenginliklerine sahip çıkılmasının güçleştiği görülmektedir. Örneğin enerji alanında.
Bu halleriyle kurullar, iktisadi faaliyet alanlarını düzenleyen değil, daraltan uygulamalar şeklinde ortaya çıkmış görünümdeler. Mesela, Tarım Bakanlığı'nın asli işlerini bölerek kurulan tütün ve şeker kurulları böyle. Bu iki kurul derhal kaldırılmalıdır. Bu gidişe çerçeve verilmesi gerekiyor.
Bu konunun gündeme getirilmesi yerinde olmuştur. Kamu yönetimi reformu ilkeleri, kavramların tanımlarını, işlev katmanlarını, iş bölümü kurallarını, koordinasyonu ve denetimi bir bütünlük içinde düzenlemek için lazım. Kurullar bu çerçevenin içine oturursa, devlet bir bütünlük içinde işleyebilir. (MD/BB)
* Mehmet Dülger: AKP Antalya Milletvekili TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı