Melisa Üneri’nin kendi hikayesini anlattığı yaratıcı belgesel filmi “Babasının Kızı” (Daddy’s Girl) 2 Şubat’ta gösterime giriyor.
Filmde, Türkiyeli bir babanın Finlandiya’da tek başına büyüttüğü kızı Melisa’yla ilişkisini, baba-kız çekişmelerini ve genç bir kadının objektifinden baba iktidarının sorgulanmasını gülerek izliyoruz. Melisa Üneri, bu hikayeyi “bir ayrılmaya çabalama hikayesi” olarak tanımlıyor.
Filmin başında, Melisa’nın babası kendi annesinden şöyle bahsediyor: “O sürekli kontrol etmek, hakim olmak ve beni manipüle etmek istedi.”
Ardından Melisa’nın sesini duyuyoruz, o da kendi babasından bahsediyor: “26 senedir birlikteyiz ama artık bana yetti çünkü babam hep kontrol etmek, hakim olmak ve beni manipüle etmek istiyor. Babamın peşimden gelmeyeceği tek bir yer biliyorum. Ben Türkiye'ye taşınacağım.”
Ve Melisa’nın İstanbul'a yerleşme hikayesi başlıyor.
İstanbul’da Melisa’nın babaannesiyle de tanışıyoruz. Melisa’nın babası kızına iç çamaşırı seçen, internette tanışma/arkadaşlık sitelerine üye olan, kızıyla sevgililerini, aşk ve cinsel hayatını rahatlıkla konuşan biri. Babaannesi ise geleneksel bir kadın; Melisa’nın “erkek arkadaşımla yaşasam” gibi “oltalarına” sert tepkiler veriyor; “Git o zaman Finlandiya’da yaşa! Ben böyle torun istemem”.
Melisa Üneri, bu otobiyografik belgeselin babasıyla ilişkisi açısından terapötik bir etkisi olduğunu da anlatıyor, bu sürecin babasını da, kendisini de olgunlaştırdığını söylüyor.
Belgeselin Facebook sayfasına bakarken, bir gönderinin altında babasının yorumunu görüyorum: “Sevgili kızımla gurur diyorum”.
Melisa Üneri de babasının bu kişisel hikayenin, tüm bu görüntülerin kullanılmasına izin vermesinin öneminden bahsediyor; “Aslında yaptığı bir fedakarlıktı. Babam gerçekten en büyük destekçim” diyor.
Söz Melisa Üneri'de...
Dağıtımını Kurmaca Film’in üstlendiği Finlandiya yapımı film Babasının Kızı, dünya galasını Almanya DOK Leipzig’de gerçekleştirdi ve şimdiye kadar Sheffield Doc Fest, ZagrebDox ve !f İstanbul gibi festivallerde gösterildi. Finlandiya televizyon kanalı YLE ve Finlandiya Film Fonu tarafından desteklenen filmin yapımını Klaffi Productions üstlendi. |
Babasının Kızı otobiyografik bir belgesel. Babanızla ilişkinizi, bu kadar kişisel bir konuyu belgeselleştirmeye karar verme sürecinizi anlatır mısınız?
İlk başladığımda bu kadar kişisel bir hikaye değildi. Ama babam ve babaannemle çekim yapmaya başlayınca daha kişisel şeyler çıkmaya başladı. Aslında bir anlamda, bu konu beni seçti.
Babamla ilişkim daha dramatik bir yapıya sahipti. Daha etkileyici bir hikaye olacağını anladım ve karar verdim: İlk filmim benim dramam olacaktı.
Sonuç olarak bir ayrılık, ya da ayrılığa çabalama hikayesi çıktı ortaya. Çekimler neredeyse 4-5 sene sürdü.
İlk başta ne üzerine bir belgesel çekmeyi planlıyordunuz?
İstanbul’da yarı yabancı bir kadın olarak yaşamak üzerineydi. Aslında Babasının Kızı’nda bazı sahnelerde bunu hissedebiliyorsunuz. Babamla bekaret üzerine, babaannemle de erkek arkadaşlarla ilgili konuşmalarımda bu görülüyor.
Yine kişisel bir bakış açısıyla gidiyordum ama baba ve anne bu kadar merkezde değildi. Onlarla konuştukça, hikaye böyle gelişti. Hatta babam yine şovunu yaptı, hayatımda yan karakter olduğum gibi, filmin de yan karakteri oldum.
Çekimlerin seneler sürdüğünü söylediniz. Belgeselde görüyoruz ki bu sürecin birkaç ayında da babanızla küsmüşsünüz, konuşmamışsınız. Aile ilişkilerini anlatan bu belgeseli çekim süreci, ilişkinizi nasıl etkiledi?
Biraz terapi gibiydi. Babamla zaten her şeyi çok açık konuşuyoruz, hatta fazlasıyla yakın bir ilişkimiz var. Aramıza bir de kamera koymak ise ilişki dinamiklerimizi farklı bir boyuta getirdi.
Kamera bazen hakem görevi gördü. Bazen kendimizi kontrol etmemizi, olgunlaşmamızı sağladı, bazen de daha yüzleştirmeci bir hale gelebiliyordu.
Ben babadan kopma sürecini hikayeleştirmeye çalışıyorum. Yaratıcı bir belgesel yapmaya çalışıyorum. Yönetmen olarak bir amacım var ve “babamın kızı” olarak bir amacım var; ilişkimizi biraz daha sağlıklı hale getirmek, iki yetişkin gibi. Sonuçta bu kısım, kurmaca değil, bunu kendim için yapıyorum.
Ama filmi yaparken bazı şeyler kafamda daha iyi oturdu. Sorunun bir sebebi babamsa, bir diğer sebebi de bendim. Aslında kendimin de buna izin verdiğimi fark ettim. Tabii ki bir filmle geçmiş değişmiyor ama kalıcı etkisi oldu. Daha bilinçli davranıyorum.
Babanız ne düşünüyor bu konuda?
Babam üç festivalde filmin prömiyerine geldi, soru cevaplara katıldı. Tabii ki insanlara kendisini sevdirdi. Beraber gidiyoruz, beraber sahneye çıkıyoruz ve gördüm ki, ilişki çok kolay bir şekilde eskiye dönebiliyor. Bence tüm ilişkiler böyle.
Peki babanız filmin kurgulanmış halini ilk gördüğünde ne dedi?
Kurguyu tamamladıktan sonra ilk defa yapımcım ve ben birlikte, yapım şirketinde gösterdik. Babam kendi de izler, birlikte de izleriz ama ilk izleyişi daha resmi bir ortamda olsun istedik.
İnsanın kendisini bu şekilde sahnelerde görmek heyecan katıyor izlediği şeye.
Kendisine bakıyordu, objektif değerlendiremedi. “Ben neden şişman görünüyorum”, gibi sorular soruyordu. Ama anlıyorum, ilk defa kendini ekranda görüyor. Çekimler uzun sürdüğü için 2-3 sene önceki halini de görüyor.
Bazı sahnelerle ilgili konuşmak istedi, değiştirme imkanımız var mı, diye sordu. Ben de “yok” dedim ki, o da biliyor babamı ve kendimi korumak için ve etik bulmadığım için kullanmadığım birçok sahne var. Babam da bana o konuda güveniyor.
Belki de en etkileyici sahnelerden biridir; babamla İstanbul’da rakı içtikten sonra bana kötü davranıyor ve bundan zevk aldığını görüyoruz (Not: Bu sahnede babası Melisa’yı, uyarılarına rağmen, kızdırıyor ve Melisa ortamı terk ettiğinde çocuksu bir ifadeyle ve keyifle kıkırdamaya başlıyor). Mesela o sahneye takıldı. Ama ben o gün kendisine “Bak, çekim yapıyoruz ve asla sansürlemem. Nasıl davranırsan, öyle kullanırım” demiştim. Bu anlaşmayı zaten yapmıştık.
Filmi birlikte ilk defa izledikten sonra ben İstanbul’a döndüm, ona bir kopya bıraktım. Birkaç kez izlemiş. Sonra dedi ki “Tebrik ederim, ben de bunun arkasında duracağım”.
Tüm bu görüntüleri kullanmama izin verdi, bu da hiç kolay bir şey değil. Babamın bir karanlık tarafı var ama aydınlık tarafı da var, çok iyi bir arkadaş olabiliyor.
Aslında yaptığı bir fedakarlıktı, benim bunu ne kadar yapmak istediğimi gördü. “Psikolojik olarak bunu tamamlaması gerekiyorsa, ileride daha iyi bir yönetmen, anlatıcı olması için ben de onun yanındayım” dedi. Babam gerçekten en büyük destekçim.
Babaanneniz izledi mi?
Babaannem çekimler sırasında 86-88 yaşlarındaydı. Bir süre sonra sağlığı kötüye gitmeye başladı. İstanbul prömiyerinde hayattaydı ama onu sinemaya götürmemiz mümkün değildi. Bilgisayardan izlettim ama hikayeyi takip edemedi, o da “Ben yaşlı çıkmışım” gibi şeylere takıldı. Ama birlikte bir şeyler yapmak onun da hoşuna gitmişti. Daha sonra babaannemi kaybettik.
Filmin bir yerinde babaanneniz size “babasının kızı” diyor. Bir yerde de babanız “her zaman babanın kızı olma” diyor. Bu isim seçimini, sizin için ne ifade ettiğini anlatabilir misiniz?
Annenle babam ben 6 yaşındayken ayrıldı ve babamla büyüdüm. Gerçekten bir takım olduk. Böyle bir durumda babasının kızı olmamak mümkün değil. Ama hangi noktada babasının kızı olmak istemiyorum?
Ben bağımsız bir bireyim ve babamın bir devamı değilim, o da beni böyle görmemeli. Diğer taraftan güzel bir çağrıştırması da var, evet ben babamın kızıyım gerçekten. Ama biz biraz abarttık, bu kadar da olmamak lazım.
Aileyi kucaklayarak kendim olmalıyım. Kadın olarak bunu yapmak, Finlandiya’ya kıyasla Türkiye’de özellikle daha da zor.
“Bazen birisini sevmeye devam etmenin tek yolu araya mesafe koymaktır” çok doğru ama Türkiye kültürüne de bir o kadar zor ve ters. Şu an Türkiye’de mi yaşıyorsunuz? Babanızla ilişkiniz nasıl?
Finlandiya’dan 19 yaşında taşındım, İngiltere’ye okumaya gittim. Ama babamla ilişkim bundan etkilenmedi. Yakındık ve üzerimde çok büyük gücü vardı, İngiltere’ye doktor olarak çalışmaya geldi. Uzakta da olsa, belki de benim kafamdaki kısıtlamalarla birlikte, beni engelliyor gibi geliyordu.
Okulu bitirip Türkiye’ye taşınacağımı söylediğimde, en başta bunu desteklemedi. Artık İstanbul’da yaşıyorum. Geç de olsa ben de büyüdüm bu filmle birlikte. Mesafe kafada başlıyor ve bitiyor. O mesafeyi korumak insanın kendi elinde.
Artık ben burada yaşadığım için Türkiye’ye daha sık geliyor. Babam 80’lerde Hacettepe’de Tıp okurken değişim öğrencisi olarak Finlandiya’ya gidiyor ve annemle tanışıyor. Sonra Türkiye’de okulunu bitirip, Finlandiya’da uzmanlığını yapıyor. O da Türkiye’den çok uzaklaştı, daha çok Finlandiyalılaşmış bir insan. Onun da ev arayışı hayatında bir tema, enteresan bir hikayesi var.
Yeni bir proje üzerine çalışıyor musunuz?
Yeni projem uzun metraj. Bu filmdeki temaları ve karakterleri oraya taşıdım. Adı “Yırtık”. Bu da İstanbul’da geçen bir ait olma hikayesi. Kadın olmaya, iyi kız kötü kız algısına değinmek istiyorum. Tabii bu film nereye evrilir, bilmiyorum.
Melisa Üneri hakkındaOulu, Finlandiya’da doğdu. İngiltere’de Exeter Üniversitesi, Dramaturji ve Film Geliştirme bölümünde yüksek lisansını başarıyla tamamladı. İlk uzun metrajlı yaratıcı belgeseli Daddy’s Girl’ün yapımcılığını Mika Ronkainen (Klaffi Productions) üstlendi ve Finlandiya Film Fonu ile televizyon kanalı YLE tarafından desteklendi. Belgesel, prestijli DOK Leipzig’de dünya galasını yaptıktan sonra Sheffield, !f İstanbul, ZagrebDOX gibi önemli festivallerin seçkilerinde yer aldı. 2016’da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen Patates Olmasın isimli kısa filminin senarist ve yönetmenliğini üstlendi. İlk gösterimini 53. Antalya FF’de gerçekleştiren film, 28. Ankara FF’den de Jüri Özel Ödülü ile döndü. Filmin festival yolculuğu devam etmektedir. 2016-2017 yılları arasında, Mart Ajans Yayıncılık ve Walt Disney ortaklığında meşhur Limon ve Zeytin karikatürünün animasyon dizi projesinde senarist ve hikaye editörü olarak görev aldı. Melisa İstanbul’da yaşıyor ve ilk uzun metrajlı kurmaca film projesi YIRTIK! üzerinde çalışıyor. Proje, !f 2017 Sundance Senaryo Atölyesi’ne seçildi ve orada Yeşim Ustaoğlu, Emin Alper gibi önemli isimlerle birlikte çalışma fırsatı yakaladı. |
(ÇT)