Seksen yaşında kalçası kırık, dizlerinden protez ameliyatı geçirmiş babaannem hakkında duyduklarım kulaklarımda uğulduyordu. Kırık bir kalça, beraberinde uzun bir yatalaklık dönemine işaret ediyor, kendileri de çok genç olmayan oğullar ile artık uzak bir şehirde yaşayan beni endişelere salıyordu.
Tam bugünlerde her gün hararetle "ne yapabiliriz" diye konuştuğum amcamın telaşlı sesi bir gün durulmuş geldi. Bir kadın bulduğundan bahsediyordu, adı "Manana" idi kadının. Gürcüydü. Türkiye'ye çalışmaya gelmişti, aracı bir şirketin katalogundaki sıra sıra isimlerden biriydi.
Manana ile tanışmamız
Hasta ve çocuk bakıcılığı yapabiliyordu. Aylığı 600 milyondu. Gece gündüz kalmak üzere anlaşmışlardı. Serum takmayı, iğne yapmayı, bez bağlamayı biliyordu. Aslında öğretmendi... Tüm hasta bakıcılara temkinli yaklaşan benim zihnimde "elin kızı" imgesinin ötesine geçemeyen bu Gürcü "Manana" ile çok geçmeden tanıştım.
Çengelli iğne bulamamacasına yoksul bir ülkeden gelen güleç bir kadındı Nina Guvarşvil Manana. Tanışmamızın onuncu dakikasında aile albümünü gösteriyor, bana "Gugu Nana" (hoş kız) diyordu. Şaşkındım, ne işi vardı bu alımlı kadının gördüğü her Slav kadına "Nataşa" muamelesi yapan bu ülkede? Cevabı çok basitti aslında, sınır tanımayan yoksulluk...
İki ülke arasında çekilmez bir rutin...
Nina fakirlikten öte bir yokluktan gelen umutsuz bir kadın. Anlatımlarına bakınca Türkiye'nin Gürcistan'dan "medeniyetin doruğunda" göründüğü sonucu çıkıyor. Batum'da oturan Nina yılın altı ayı buraya çalışmaya geldikten sonra bir aylığına geri dönüp, eşinin oğlunun çamaşırlarını ütüleyip bahçesini ektikten, bu arada vizesini yeniledikten sonra geri dönüyor "işine". Çekilmez bir rutin aslında onunkisi.
Mevsimlik tarla ya da inşaat işçilerine benziyor hayatı. Dilini bile bilmediği bir ülkede en iyi ihtimalle temizlik yapmak, en kötü ihtimalle pişik iyileştirmek işi. Şikayetçi değil asla.
Ülkesinde hayal bile edemeyeceği bir para kazanıyor. Kocası 30 dolara öğretmenlik yaparken, Nina her ay "memlekete" 500 dolar gönderiyor. Böylece denizcilik akademisinde okuyan oğlunun dünyaya açılmasına yardım edecek. Ülkesinden yana bir umudu yok çünkü ülkesinde "pavlika" (fabrika) yok.
Ekilen patatesler, mandalinalar, fasulyeler, salatalıklar bizim zerzevatın başına gelen gibi yollara dökülmese de bahçelerde çürümeye bırakılıyor. İşlenemiyor, saklanamıyor. Bahçesini eken, odununu kıran, evini çekip çeviren bu kadınlara da kilometreler aşıp başkalarının evlerini çekip çevirmek düşüyor.
Bir hayalin ardında kalan hayalet
SSCB'ni özlemle anıyor Nina. Rejimin yıkılmasının ardından uzun yıllar evinde oturmuş. Fakirlik dayanılmaz boyuta varınca, arkadaş tavsiyesiyle gurbete çıkmış. Ülkesinde artık bir "Nasyonal" bir de "Hıristiyan" parti olduğunu söyleyen Nina, komünizmin ise yaşlıların hayalinde yaşayan güzel bir düş olduğundan söz ediyor. Komünizmin yıkılması araya yeni duvarların girmesine neden olmuş: "Din ayrımı".
Kendi Müslüman olan Nina, yeni rejimle Hıristiyanların Hıristiyanlığını, Müslümanların ise Müslümanlığını hatırladığını söylüyor. Azınlık olan Müslümanların sıkıntılar yaşadığını belirten Nina, insanların yeni yeni oruç tutmaya, namaz kılmaya başladığını sözlerine ekliyor.
İstanbul'a bir kez gitmiş. Çok korkmuş gördüklerinden... "Kocaman bir şehir, çok ama çok gürültü var" diyor. Bir milyona aldığı iç çamaşırlarındansa çok etkilenmiş. Gözlerini büyüte büyüte "biz de yok böylesi" diyor.
Türkiye onun için yalnızca ekmek kapısı değil, ihtiyaçlarını da karşılayabildiğini bir yer. Oğluna, kocasına, kardeşine Sıhhiye pazarından aldığı çorapları biriktiriyor... Bir çorap hediye etmenin ülkesinde ne kadar önemli olduğunu söyleyip, biriktirdiği çorapları seriyor önüme...
Para getiren kadın el üstünde...
16 yaşında evlenen Nina, kocasından yana dertli değil. Eşinin kendisi Türkiye'deyken sorun yaşamadığını, işlerini halletme konusunda başarılı olduğunu söylüyor. Kıskançlık konusunda da üzmemiş hiç Nina'yı. Zaten parası olmayan ülke erkekleri, kendilerine para getiren eşlerini el üzerinde tutuyormuş. Evlenmek ülkesinde zor bir iş haline gelmiş artık.
Sürekli kahvede zaman öldüren, yapacak iş bulamayan Gürcü erkekler, kadınlara para vaadinde bulunamadıkları için kadınlar da evlenmeye yanaşmıyormuş. Para kazanmayı öğrenen Nina, gelinin çeyizinden altın bilezik, küpe, yüzük istediğini anlatıyor. "Verirler mi?" deyince, dudak büküp "Zor, para yok hiç" diyor. 21 yaşındaki oğlunun evde kalmasından korkuyor yine de...
"Koca beni kıskanmaz"
Kocası onu kıskanmıyormuş. Güveniyormuş ona. Türkiye'ye gelmeden önce duydukları onu korkutsa da, buraya geldikten sonra, herhangi bir tacizle karşılaşmadığının da altını çiziyor. Zaten az buz konuştuğu Türkçe'si ile kendisine nereden geldiğini soranlara "Gürcü" deyince bir saygı oluştuğunu vurguluyor. Dışarı çıkmaktan korkuyor zaten Nina, tüm gezmeleri evden markete gitmekle sınırlı.
Çalıştığı tüm evlerden referansla ayrılmış. Kendisi kadar şanslı olmayan arkadaşları da var ama. Mesela arkadaşı Fatima, çalıştığı evdeki kadının kaprislerinden bunalmış. Ama hiçbir zaman ayrılmayı, işi bırakmayı düşünmüyorlar. Bir kere işten ayrılırlarsa bunun kendilerine kötü bir referans olacağının farkındalar. Bir ay sonra Gürcistan'a geri dönmesi gerekiyor. Vizesini yenilemezse büyük bir para cezasıyla karşılaşacak.
Babaanne Nina'ya alışmış...
Babaannem yemeklerini "ilginç", davranışlarını "sevimli" bulduğu bu kadının gitmesine mesafeli yaklaşıyor. Alışmışlar birbirlerine... Gittiği evlerdeki insanlara alışma ihtimali, vize molaları ile bölünüyor. Bir sonraki gelişinde gene babaannemin yanına gelmeyi, o olmadı çocuk bakıcılığı yapmayı umuyor.
Babaannemle sorun yaşamasa da asıl işi serum takmak, ördek temizlemek olmayan bu kadının zaman zaman sıkılmasını anlamamak mümkün değil... Çocukları çok seviyor. Çocuklarla çalışırken, çalıştığını hissetmediğini söylüyor...
Evini ve oğlunu çok özlüyor Nina. Gitmesi gerektiğini biliyor, gelmesinin zorunluluk olduğunu biliyor. Bu iki ülke arasında dokuduğu mekik onu yorsa da, yaklaşan kış, odun alma zorunluluğu, tüm sıkıntıları ortadan kaldırıyor. Odunun 150 dolar olduğunu, kışın elektrikler sabah iki saat, akşam iki saat geldiği için odunsuz yaşayamayacaklarını anlatıyor. Bir ekmek, bir odun Nina'nın derdi kederi...
Ülkesinden kilometrelerce uzakta, ne ile karşılaşacağını bilmeden gelen bu insanlar "büyük insanlığın" çocukları. Toprağında gölge, sokağında fener, penceresinde cam olmayan büyük insanlıktan Nina'nın içinde onu buralara getiren umudu var... (AÖ/EÖ)