“Hayatım boyunca ölümü düşündüm ama korkarak değil. Şu an yaşıyorsam, bu benim zamanım derdim ve kendimi ölüme, ölümü hak etmeye hazırlardım.”
Azin Nesin’in ölümü hak etme çabasından olacak, sergide nereye baksanız durmadan çalışılarak geçirilmiş bir ömrün izlerini görüyorsunuz. Aziz Nesin’in yazılı ve görsel arşivine geniş yer ayrılmış. Serginin küratörü Işın Önol, “Günümüz Türkiyesi’nde Nesin’i kendisine yüklenen değil, oluşturduğu ve yaşattığı değerlerle tanımak kaygısıyla, 100. yılında Aziz Nesin’i tanıtmak ve anmak için yaptık sergiyi” diyor.
“Kendimizi bir adım geri çektik”
Serginin soğukluktan uzak, samimi havası hemen hissediliyor. Aziz Nesin’in doğumuyla başlayan sergi, hayatının son anlarına dek yazarın ağzından, kendi arşiviyle anlatılıyor. Işın Önol da, bu sunum tercihinde samimiyet kaygısı güttüklerini söylüyor:
“Aziz Nesin’in kendi hayatını kendi dilinden anlatmak istedik. Bir yandan edebi yönü, bir yandan mizah ve hiciv, bir yandan politik görüşü ve bir yandan da hayata bakışı açısından ayrı ayrı incelenebilecek bir insan. Aziz Nesin’in çok yönlü bir insan olduğunu görmek, ancak onun yaşam öyküsüne bakarak mümkün olabilirdi. Aziz Nesin zaten kendisini inanılmaz ifade etmiş ve çok fazla not tutmuş. Bunca notlarda öyle çok bilgi vardı ki izleyiciye bunu vermek yeterliydi. Yani ekip olarak kendimizi bir adım geriye çektik ve onun kendi kendisini anlatmasını sağladık.”
Yaşayan Aziz Nesin
Sergiyi gezerken uzaktan gelen bir daktilo sesi dikkatimi çekiyor. Sese giderek yaklaşıyor, Aziz Nesin’in masası ve daktilosunun bulunduğu bir yazı köşesiyle karşılaşıyorum. Bu bölüm Nesin’a ait eşyalar yer alıyor. Daktilo sesi ise Nesin’in yazdığı anlarda kayda alınan bir videoya ait. Daktilosuna nasıl bir sevgiyle bağlı olduğunu da kendi kaleminden çıkan şu satırlardan okuyoruz:
“19 yıldan beri bu makineyle o kadar çok şey yazdım ki, hatta o kadar güzel şeyler yazdım ki bu makine sanki benden bir parça oldu. Bana canlıymış gibi geliyor. Bir iki hafta ondan ayrı kalınca bayağı özlüyorum makinemi. Zavallı, öyle de eskidi ki bir gün çok yaşlanır ya da hastalanır da yazamaz olursam, makinem kendiliğinden benim aklımdan geçenleri kağıda yazıverecek, bana yardım edecek. Benim olmadığım zamanlarda bu daktilo makinesinin bulunduğu odadan daktilo sesleri duyarsanız, makineye geçirilmiş kağıtta yazılar görürseniz hiç şaşmayın; makinem benim yarım bıraktıklarımı, yazamadıklarımı yazıyor demektir.”
Işın Önol, serginin ikinci katını ‘yaşayan Aziz Nesin’ katı yapmaya çalıştığından bahsediyor: “ Aziz Nesin öldü ancak daktilosu hala yazmaya, kitapları hala basılmaya ve okunmaya, vakfı ise hala hayatına devam ediyor.”
Nesin’in gözünden tarihi okumak
Nesin’in günceleri, mektupları, yayımlanmış ve yayımlanmamış eserleri ve hakkındaki gazete yazılarının kronolojik olarak sunulduğu sergi, Nesin’in tanıklık ettiği tarihe, onun gözünden bakmaya olanak sağlıyor.
Önol, “Yaşadığımız 13 yıllık iktidar süreci düşünce ve ifade özgürlüğü açısından hepimizi yoran bir süreçti ama önceden de her şey güllük gülistanlık değildi. Türkiye’de çok kemikleşmiş bir devlet şiddeti var. Aziz Nesin de hayatının her döneminde buna maruz kalmış bir insan. Aziz Nesin üzerinden Türkiye tarihine de şöyle bir göz atmak istedim aynı zamanda. Şiddetin sonsuz yaşandığı bir tarihte doğup, doksanlara kadar süren bir öyküyü izliyoruz sergide” diyor.
Sergideki güncelerden birinde, Aziz Nesin Sivas’ta Madımak Oteli’nin yakılmasından sorumlu tutulmasına sitem ediyor örneğin. Önol da, bu süreçte dostlarının ölümüyle suçlanmasının Nesin’i çok yıprattığını ve ölümünü hızlandırdığını söylüyor: “Her şeyini vermeye çalıştığı halkının bir kesiminin ona karşı nasıl bir düşmanlık beslediği gerçeğiyle ilk defa bu kadar net karşılaşmış oluyor. Dostları tarafından bile suçlanıyor. Bu Aziz Nesin’in ölümü için çok vurucu bir etken oluyor.”
“Babası kurdu, oğlu batırdı derlerdi”
Serginin video bölümünde, Fatih Pınar ve Burcu Kolbay’ın sergi için hazırladıkları Aziz Nesin belgeselini izliyoruz. Belgesel, Nesin Vakfı’nın Şirince’deki Matematik köyünde Aziz Nesin’i ölüm yıldönümünde anmak için yapılan şenlik görüntüleriyle başlıyor. Şenlik diyoruz, çünkü Nesin“Beni anacak olursanız, keyifle ve kutlamayla anın” demişti. Öldüğü gün vakıftan çocukların uzaklaştırılmasını ve vakfın bahçesinde kimsenin bilmediği bir yere gömülmeyi vasiyet etmişti. Tam da vasiyet ettiği gibi, her 6 Temmuz’da üzerinde vakıf çocuklarının koşup oynamasını izliyoruz. Ali Nesin ise, babasının mirasını sürdürmenin kendisi için önemini anlatıyor tekrar tekrar. “Babası kurdu, oğlu batırdı derlerdi eğer bu mirasa sahip çıkamasaydım” diyor.
Kendimden sonraki kendim
Seyircilerin yorumları için kağıt ve kalem bırakılan bölümde, Azin Nesin’in yazmaya olan tutkusunu anlattığı cümleleri okuyoruz. Yani sergiden ayrılırken de Aziz Nesin uğurluyor bizi.
“Güzel kağıtlara yazamayışımın nedenini anlatacaktım. Belki bunda da dolaylı olarak cimriliğimin etkisi olabilir ama asıl neden şu: önüme çok güzel, tertemiz bir kağıt ya da defter alınca şöyle düşünüyorum. Bu denli güzel kağıda çok güzel yazılar yazmalıyım. Kağıt ne denli güzelse yazacağım yazının da o denli, hem kaligrafi hem de anlam (içerik ) olarak o denli güzel olması gerektiğine inanıyorum.”
Aziz Nesin, “Kendimden sonraki kendimi merak ediyorum” diyor. Sonraki benliklerini biz de merak ediyoruz ama, en azından bu sergide Aziz Nesin olduğu yılları çok yakından tanıma fırsatı buluyoruz. (FÖ/HK)