Minority Rights Group'un (Azınlık Hakları Grubu) hazırladığı raporda, uluslararası örgütlerin ve hükümetlerin çabalarına rağmen, kadına yönelik şiddetin dünyanın her yanında kadınlara zarar vermeye devam ettiğini ve bu şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürmesinin yanı sıra, azınlık ve diğer toplumsal grupların karşılaştığı eşitsizlikleri de içerdiğini ifade ediliyor.
Etnik, dinsel ve dilsel yönden azınlık kadınlara yönelik şiddeti mercek altına alan rapor, bu grupların içinde de engellileri, HIV gibi hastalıkları, cinsel kimlikleri, meslekleri ve medeni durumları nedeniyle "azınlık içinde azınlık" olan kadınların da olabileceğini belirtiyor.
"Yerli, azınlık ve göçmen gruplardaki kadınların karşılaştığı şiddet, dışarıdan gelebildiği gibi kendi grupları tarafından da uygulanabiliyor. Bunun yanında devlet ve/ya ordunun şiddetin kaynağı olduğu ya da şiddete göz yumduğu durumlar da var" ifadelerinin yer aldığı rapor, azınlık kadınlarına ve yerli kadınlara yönelik şiddetle ilgili dört örnekten hareketle şiddetin içyüzünü ortaya çıkarmaya çalışıyor:
Avustralya'da yerli toplulukların karşılaştığı aile içi şiddet
* Avustralya'da kadına yönelik şiddetle ilgili yeni düzenlemeler yapılırken bunların etkinliği hakkında kesin yargıya varmak için henüz erken. Ancak uygulanan politikalar Kanada, Amerika, Yeni Zelanda'ya örnek olabilmesi açısından önemli.
* Bu ülkelerde benzer politikalara ihtiyaç ise kolonyal devletlerin politikalarının bu ülkelerde yaşayan yerli halkın kültürel özellikleriyle uyumlu olmamasından kaynaklanıyor. Zira istatistikler kadına yönelik aile içi şiddet oranlarının yerli topluluklarda daha fazla olduğunu gösteriyor.
* Avustralya hükümetlerinin Aborjinlere yönelik politikaları da yerli kadınların devlete karşı güvensizliğinin, dolayısıyla yaşananların özel alanda sıkışmasının ve yasal düzenlemelerin yetersiz kalmasının sebeplerinden biri. Yerli halkın giderek toplumun genelinden izole hale gelmesi aile içi şiddetin normalleştirilmesine katkı sunuyor.
* Yeni politikalar bu kültürel özellikleri de akılda tutan ve cinsiyete dayalı baskının yanı sıra ırkçı baskıları da gözeten yaklaşımlara dayanmalı.
Göçmen kadınlar ev işçiliğiyle şiddete ve sömürüye açık hale geliyor
Bir diğer dosya da göçmen kadınların işgücü piyasasında karşılaştığı şiddete ve etnik kökene dayalı şiddeti Malezya'daki Endonezyalı göçmen kadınlar üzerinden inceliyor:
* Malezya'da ev işlerinde çalışan, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu göçmenler işverenlerine kalacak yer konusunda bağımlı olmaları, toplumsal cinsiyetleri ve milliyetlerine dayalı şiddet ve taciz riski altındalar.
* Ucuz iş güçleriyle göçmenler, orta sınıf kadınların ekonomiye katılacakları zamanı elde etmelerini sağlayarak ulusal ekonominin gelişmesine katkıda bulunuyorlar. Yaptıkları işin devlet tarafından görünür olmaması, çalışanların işverenlerin evinde yaşamaya mecbur bırakması ev işçilerinin psikolojik, fiziksel ve ekonomik anlamda sömürüye açık hale getiriyor.
* Göçmenler çalışmaları sırasında fiziksel, cinsel ve duygusal saldırılara maruz kalırken, zorla çalıştırılma ve insan ticaretiyle karşı karşıya gelme riski altındalar.
Kast kadınlara daha fazla zarar veriyor
Kast sistemine, sınıfa ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin etkilediği Hindistan'daki Dalit(Dokunulmaz) kadınlar raporda şöyle yer alıyor:
* Hindistan, Nepal ve Sri Lanka'da "Dalit kadın ve erkeklere yönelik" yapısal ayrımcılık Güney Asya ülkelerinin kast sistemlerindeki sabit hiyerarşiden kaynaklanıyor.
* Kast sistemi nedeniyle sosyal tabakalaşmanın en altında yer alan "Dalit" sosyo-ekonomik anlamda da en marjinal grup. Kast, sınıf ve toplumsal cinsiyetin baskısı altındaki Dalit kadınların fiziksel şiddete açık olmasının ardında Dalit'lerin aşağı statüde olduğuna dair yaygın inanç ve devletin buna göz yumması yatıyor.
* Dalit kadınlara karşı fiziksel ve cinsel saldırıların esas failleri genelde üst sınıftan erkeklerle Hindistan polis gücü ve güçlü sosyal pozisyonlardaki erkekler.
İngiltere'de dine dayalı şiddet
Rapor, son olarak İngiltere'de Müslüman kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete ve dine dayalı şiddeti ele alıyor.
İngiltere'de Hıristiyanlardan sonra ikinci en geniş dini grup olan Müslümanlara yönelik uzun süredir var olan ırk ve din tabanlı ayrımcılığın 11 Eylül sonrası İslamofobi ile şiddetlendiği belirtiliyor.
Müslümanlara yönelik şiddetin oluşmasında medyanın ve politikacıların yarattığı yanlış kanının büyük etkisi olduğu ve Müslüman kadınların bu şiddetten en çok etkilenen grup olduğu vurgulanıyor:
"Medya, Müslüman kadınları bastırılmış ve mağdur edilmiş olarak gösterirken kadınlar, giyimleri nedeniyle Müslüman oldukları anlaşıldığında sözlü ve fiziki saldırılara maruz kalıyor. Kadınlar, saldırıları ispatlamanın zorluğu, aile ve çevre baskısı ve toplumsal yabancılaşmayı kuvvetlendirmemek gibi nedenlerle bu saldırıların polise bildirmezken, kamusal alandaki şiddeti azaltmak amacıyla aile içi şiddet konusunda da sesiz kalıyorlar."
Rapor çözümün, "Polis güçleri ve İngiltere'deki Müslümanlar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ve medyanın ve politikacıların Müslüman kadınları pasif sayan yanlış kanılara neden olacak söylemlerden uzak olmasıyla sağlanacağını" ifade ediyor.
Kadınlar Pasif Kurbanlar Değil
Kadınların şiddetin pasif kurbanları olmadığı ve şiddete karşı çabalarının azınlık topluluklarında farkındalığa yol açtığının belirtildiği raporda devletlerin ve sivil toplum örgütlerinin de şiddeti yok etme çabalarının içinde yer alması gerektiği vurgulanıyor:
"Azınlık kadınlarının görüşleri ve deneyimleri şiddeti önlemek ve şiddetten kurtulanlar için etkili adalet yollarının yaratılması için dikkate alınmalı." (BK/HH)
* Çevirenler: Beyza KURAL, Hazal HÜRMAN