Başbakan Erdoğan'ın, bir nevi Eurovisyon tadında izlediğimiz Davos'taki performatif çıkışı, pek çoğumuzun gönlünü okşadı. Hepimiz "ses var görüntü yok" misali, anlaşmaları iptal etme konusunda "Bekara karı boşamak kolay" diyen Erdoğan'ın Davos'taki efelenmelerini, ne yalan söyleyelim, en azından ilk anda dudak hafif yana kavisli olarak izledik.
"Hop dedik"
Fakat Yıldırım Türker'in de söylediği gibi, ilkin, Erdoğan'ın sergilediği tavrın "buradaki işçisine, Kürt'üne yönelik hoyrat tavrından farklı (olmadığını) hatırlamak gerekiyor. Henüz geçen yıl, Diyarbakır'da eylemcilere yönelik olarak "Kadın da olsa, çocuk da olsa" gereğini yaparız diyen Erdoğan'ın Filistin'deki çocukların ölümü üzerinden efelenmeleri, Umur Talu'nun işaret ettiği gibi dobralık örtüsünün altında uğuldayan iki yüzlü bir mastürbasyondan ibaret.
Dahası, Davos çıkışıyla karşılaştığımız portre, bu üslubun "babadan üyelere" yöntemiyle AKP'nin "erkek adamlarınca" miras alındığını da gösteriyor. Nitekim Erdoğan Davos'ta Perez'i azarlarken, Recep Akdağ Erzurum'da hastanesine diyaliz makinesi isteyen hastane görevlisini "Kardeşim senin diyaliz makinesine ihtiyacın mı var? Seninle sonra görüşeceğiz!" diyerek aşağılıyordu.
"Azarladıkça pazarlayan" AKP'nin, egoları sinyal lambası gibi yanıp sönen, unvan kaslarını şişire şişire konuşmayı seven adamlarının üslup vukuatlarını say say bitmiyor...
"Öfke sanatçısı" Erdoğan
Gazetecileri azarlamayı spor haline getirmiş Erdoğan'ın, yolsuzluklara ilişkin soru soran Reuters muhabirini, Kocatepe Camiai avlusunda Milliyet ve Hürriyet muhabirlerini, yeni yıla çocuk yuvasında girmek istemesi üzerine "Geç saatte çocukların uyandırılması doğru mu" diye soran Vatan muhabirini, kendini Deniz Feneri Derneği'nin standıyla çekmek isteyen Hürriyet muhabirini ve "Neden Türkiye, Ortadoğu'da bu sorunla bu kadar yakından ilgileniyor?" sorusunu soran Suudi gazeteciyi azarlaması, yaklaşık bir yıl içerisinde sergilediği performans açısından kayda değer görünüyor.
Ama öfke sanatına(1) ilgisiyle tanınan Erdoğan'ın şovları bununla bitmiyor: Bursa'da belediye başkanını basın önünde azarladıktan sonra, bir başhekimin görevden alınmasını isteyen İl Başkanını "Kardeşim siz böyle şeylere niye karışıyorsunuz? Daha kaç kere söyleyeceğim bu işlere karışmayın diye... Görmüyor musunuz, gazetelere manşet oluyoruz" diyerek diliyle dövmesi hiç de günün olayı falan olmadı memlekette.
Kağıthane İlçe Kadın Kolları Kongresi'nde "Biz mağduruz, belediye evlerimizi yıkıyor" diyen birine sinirlenen Erdoğan'ın, "Kardeşim bireysel konuşma.. Gelmişsin, devlet arazisini işgal edip, orada oturuyorsun. Sonra (da) polise kiremit sallarsınız... Biri eşyasını satıyor... Sen ödemeyeceksin, yok öyle" sözleriyle sanatının zirvelerinde dolanan Erdoğan'ın kentsel dönüşüm palavralarıyla evleri başlarına yıkılanlara yaptığı muamele, demokrasi alameti olarak abartıldıkça abartılan seçimlerden başka demokratik iğnesi olmayan biz "ladies and gentlemen"ı pek alakadar etmedi.
Bu da yetmiyormuş gibi, geçen günlerde kredi kartı mağdurları için, "Kazandığı kadar tüketmesini bilenle, kazanmadığını tüketme gayreti içerisine gireni aynı kefeye koyabilir miyiz? Nasıl oluyor da mağdur oluyor?" sözlerini de sarf edebilmiş, iki yıl önce "Çocuğum işsiz" diye bağıran vatandaşa söylediği "Senin çocuğun da işsiz kalsın... Bana kişisel sorunlarını getirme" cümlesinden sonra; işsizlik, yıkım, kredi kartı borçları gibi sorunları "kişisel sorun" olarak algıladığını itiraf etmiş bir başbakanımız olduğu utancını duymamıza neden olmuştu.
Erdoğan'ı protesto ettiği için "Lan", "Ananı da al git" sözleriyle azarlanan, bununla da yetinmeyip önce özür dilettirilip sonra iki yıl hapis istemiyle yargılanan Mersinli çiftçi bile Davos'tan çok daha sivri bir performanstı aslında.
Hayrettin Karaca gibi başbakanı genelkurmay başkanına "Bana 'Cargill'le uğraşacağına Trakya ve Çerkezköy'le ilgilen' dedi" diye şikayet etme imkanımız da yok üstelik...
Ama hepsi bir yana, Erdoğan'ın Recep Akdağ ve Hüseyin Çelik'i "Ayağa kalksanız da Mustafa (Zeydan) Bey'e cevap verseniz" diye azarlayarak tanıtımına zarar vereceğini pek hesaplamamıştık.
"Erkek adamın erkek oğlu olur"
Nitekim Akdağ ve Çelik, başkanlarından gördüklerini uygulayarak AKP'nin en azarcı bakanlarından ikisi olarak gösterilebilir. Recep Akdağ daha 2, 3 gün önce Erzurum'da "Hastane uzak. Yaşlıların gelmesi zor" diyen bir vatandaşa "Ben senin gibi provokatörleri çok gördüm. Senin ne olduğun belli" cevabını yapıştırmıştı.
Kendi güvenlik görevlilerini "halka nazik olmadıkları" gerekçesiyle azarlayan Akdağ'ın nezaket anlayışının kalitesiniyse, 2007'de yine Erzurum'da "Ben iktidar olup da bu vatana ve millete faydası olmayanların elini sıkmam" diyen bir vatandaşa verdiği "Sen bana vatan haini mi demek istiyorsun. Senin anan, baban vatan haini" cevabından da anlayabilirsiniz.
O da yetmezse, 2006'da Muğla'da bürokratlarını nasıl azarladığına, Bolu'da iş bulamadığını söyleyen bir sağlık meslek lisesi mezununa verdiği "Türkiye'de her lise mezunu iş bulabiliyorsa, sen de bulursun' cevabına bakabilirsiniz. Kahramanmaraş'ta asker gönderme kararını eleştiren vatandaşın sözleri üzerine "Devletin bu işle ilgilileri bunları bilmiyor, siz çok iyi biliyorsunuz" diyerek yaptığı çıkışlaysa Erdoğan'ın öfke sanatına rakip olabilecek düzeyde bir "haddat" sanatçısı olduğunu gösterdi bakan Akdağ.
Fakat azarkardeşi Hüseyin Çelik de Akdağ'dan pek de aşağı kalmıyor. Sel felaketinde okullarını kaybeden Üzümcü Köylülerinin pankartına kızarak, köy muhtarını azarlaması bir yana; bir milli eğitim bakanı olarak, atanma taleplerini ileten öğretmen adaylarına verdiği "Öğretmen olarak almıyorsak ihtiyacımız yok demektir; zorla mı alalım!" cevabıyla tarihe geçmiştir kendisi.
"Hakkımı nerede arayayım, İran'a mı gideyim" diye soran öğretmene "nerede ararsan ara" diyerek koltuğunun bakanı olduğunu da kanıtlayan bakanın durumunu da, en güzel yine bu öğretmen özetledi: "Bakanın kardeşinden de küfür yedik. Başbakanları da küfürbaz, onlar da küfürbaz. Bunlar Başbakanlarından öğrenmişler."
Bütün örneklere yer vermek imkansız ama son günlerdeki tavrıyla AKP'de azarbaşı olmaya aday Ertuğrul Günay'ı anmadan geçmek olmaz. En son aralık ayı içerisinde, Ordu Valiliği'nden kendini vali yardımcısı vekili gibi kıymetsiz bir rütbenin karşılamasına sinirlenen Günay'ın kızgın kaşlarıyla o neo-kültür bakanı imajını nasıl da zedelediğine hep birlikte şahit olduk.
Ondan birkaç ay önce de Devlet Resim Heykel Müzesi'nde de onarımı süren salondaki eşyaların üzerlerinin özentisiz örtülmesine sinirlenerek müze müdürüne yapıştırdığı azardan yola çıkarak, kültür bakanının mesleğini bir "görgü öğretmenliği" olarak anladığını söyleyebiliriz.
Delikanlının samimiyeti
Samimiyete sevdalı bir millet olarak samimiyet diye diye tepemize vurulan delikanlılık raconlarından ziyadesiyle nasiplendik.
Erdoğan'ın "halk dili" diye dayattığı cinsiyetçi-aşağılayıcı kahvehane dilini "diplomasi falan bilmem ben" sözleriyle bir samimiyet figürü olarak sunmayı bir gelenek haline getirmesi ve bunun karşısında Erdoğan'ın Davos'taki üslubunu görgüsüzlük iddiası üzerinden küçümseme imkanı olarak kullanan monşercilik teorisyenlerini bir kenara bırakırsak, AKP'deki statü sevdalısı hoyratlıkların, AKP'nin ateşiyle vatandaşın ağzını tıkadığını da görebiliriz. (GE/TK)
(1) Hatırlayalım, Erdoğan "Öfke bir hitabet sanatıdır" demişti.
* Gülnur Elçik, Kocaeli Üniversitesi, Siyaset ve Sosyal Bilimler, yüksek lisans.