Aslolan kolay okunur olmak mıdır, yoksa okuyucuyu biraz zorlamak iyi midir soruları bir köşede dursun; bir çırpıda içine girdiğim kitabın ortalarında buluveriyorum kendimi. Üstelik hiç de yorulmuyorum bunca yolu kat ederken. Öylesine yaşıyorum ki Ayşegül'ün hayatını, kalkıp bir sahnede canlandırasım geliyor rolü.
Boşanma bir yıkım mı yoksa çocuk oyuncağı gibi sıradan bir iş mi sorularıyla meşgul eden roman, Ayşegül'ün hisleriyle birlikte kah yıkım olduğuna kah çocuk oyuncağı basitliğinde olduğuna inandırıyor bizi boşanmanın. Boşandıktan sonra bir çocuğuyla yalnız kalan Ayşegül, üniversiteyi bitirdikten sonra yıllarca evde oturan bir kadın olarak yeni işe başlama telaşı yaşıyor. İşe kabul edildikten sonra yaşadığı mutluluğu coşkuyla dile getiriyor:
"On yıl evde oturdum ama artık üstüne basabileceğim - hatta istersem zıplayabileceğim- kendi ayaklarım var. Bir süre sonra da kuruşuna kadar emeğimin karşılığı paracıklarla dolu bir bankamatik kartım olacak.
İstediğim kitabı alacağım, istemediğim kıyafetleri değil. Oğluma bir şey almak için babasından para istemeyeceğim. İstediğim yere tatile gideceğim, istediğim arkadaşımı evime çağıracağım, evime bile sokmak istemediğim "aile dostum" olmayacak. Kimse yatak odamdaki perdelerin kaç aydır yıkanmamış olduğunu sormayacak. Kimse deterjan markası önermeyecek. Kimse neden bu kadar çok okuduğumu diline dolamayacak. En önemlisi artık kimse bana 'bizim hanım' diye hitap edemeyecek."
'Her şey bu kadar kolay mı?' dedirtecek iddialarla yüz yüze bırakan roman sayfaları arasında ilerledikçe inişli çıkışlı bir yaşam serüveniyle karşı karşıya kalıyoruz. Boşanma sonrası kendi ayakları üzerinde kalabilmenin mutluluğunu yaşayan Ayşegül, alacağı maaşın azlığını dert etmeye başladığı anda yeni evinin geçimini nasıl sağlayacağı telaşına düşüyor önce. Üstelik tam da boşandığı kocasından aldığı nafakayı kesmeyi planladığı bir zamanda... İçine düştüğü umutsuz ruh hali, eski kocasının onun fatura ödemeyi bile beceremeyeceği sözleriyle adeta bir hırsa dönüşüyor. Ayşegül, az parayla nasıl geçinileceğinin planlarını yaparak işe koyuluyor ve yeni evini kendi zevkine göre döşeyerek başlıyor yeni hayatına. Artık temizlik yaparken kendini paraladığı, kocaman mobilyalı eve veda ediyor ve birkaç parça eşyası olan sade bir ev düzüyor ikinci el eşyalarla.
Boşanmış bir çiftin çocuklarının ne gibi ruhsal çöküntüler yaşayacağı tartışıladursun, Ayşegül'ün oğlu, anne ve babasının ondan değil sadece birbirlerinden ayrıldığı gerçeğini kolayca kabullenip annesiyle mutlu bir birliktelik yaşıyor. Eve gelen annesine onun daha önceden yapmış olduğu yemeklerle bir sofra hazırlayıp ortaya da şokella salatası koyarak evin işlerine katkıda bulunuyor. Sık sık babasıyla da buluşan çocuğun hayatında hiçbir şey değişmemiş gibi yaşamaya devam etmesi, dizilerdeki abartılı mutlu ailelerin yaşamlarına tanık oluyoruz hissi verse de ailelerin ve akrabaların Ayşegül'e karşı boşanmış bir kadına acıma ve aldatan kocaya öfke hislerini sergilemeleri, gerçeğe yaklaştırıyor öyküyü.
"Aldatan koca" mı demiştik? Evet, bir kadının kocasından boşanmak istemesini haklı gösterecek yegane sebep bu değil midir zaten? Sadece yaşadığı hayattan sıkılmak, geçimsizlik gibi sebeplerle ayrılma talebinde bulunmak fazla 'lüks' olsa gerek. Oysa Ayşegül aldatılan kadın değil aslında. Aldatıldığı için boşanma hakkına sahip olduğunu savunanlar; durumun hiç de öyle olmadığını anlatınca Ayşegül, sıcak yuvasını dağıtmak ve rahatını bozmak için ne zoru olduğu sorgulamalarına tabi tutuyorlar onu. Bir de boşanma sonrası arkadaş kalmak zorunda hissedip, hiç olmazsa çocukları için iyi geçinip yan yana durabilen bir boşanmış çift olma pozisyonu alan Ayşegül ve kocası, ideal görünümlerinin ardında Ayşegül'ün sorgulamalarıyla çözülüyor aslında. Bu yan yana duruşlara zamanla eski kocanın yeni sevgilisi de eklenince mükemmellikte sınır tanımıyor öykü. Ancak Arzu Çur'un gündelik dille mizahi bir anlatıya dönüştürdüğü kitap; Ayşegül'ün iç sesiyle yaşadığı hesaplaşmalar, kavgalar, gelgitlerle mükemmeliyetten kopabiliyor.
Boşanmış bir kadın, bir gün bindiği taksinin şoförüne aşık olursa ne olur? Herhalde rastlantının böylesi olur...
"Hayat! Hayat! Hep şaşırt bizi! Taksicilerden yakışıklı prensler, şarap şişelerinden aşk öyküleri çıkar. Doğrularımızın yanlış, yanlışlarımızın daha da yanlış olduğunu göster. Sana karşı çıkmamıza izin verme. Sen bizim hayatımızsın, bize benziyorsun.
Bir bilsen bu halinle nasıl da seviyoruz seni!" nidalarına dönüşüp toz pembe bir film olur belki de. Biraz umuda, içini rahatlatmaya, mutlu sonlara ulaşmaya isteği olanlar ya da benzer bir hayatın tam da üstünde olup ders çıkarmaya niyeti olanlar için bir mesai olabilir "Ayşegül Boşanıyor". Belki de her şey bu kadar basittir aslında ya da ne kadar basit yaşarsak o kadar iyidir...(MT/BB)