Beyanın İngilizcesi için tıklayın
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Matematik Bölümü'nden Prof. Dr. Ayşe Berkman'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada savcının mütalaasını değiştirerek Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda Berkman'ın beraatini istediği duruşmadaki son sözlerini yayınlıyoruz.
(12 Eylül 2019 tarihli duruşmada Berkman'ın beraatine karar verildi.)
Sayın Heyet,
31 Ekim 2018 günü, mahkemenizde görülen birinci celsede, avukatım imzalamış olduğum barış bildirisinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtti, bunu destekleyen AİHM kararlarından örnekler sundu ve bunların doğal sonucu olarak derhal beraat talebinde bulundu.
Ancak siz o gün beraat kararı vermediniz ve ikinci celsede (10 Ocak 2019 günü) beyanımın hemen ardından, duruşma savcısı terör propagandası suçundan cezalandırılmamı istedi. Sonrasında duruşmalar devam etti ve bugün altıncı celseye ulaşmış bulunuyoruz.
26 Temmuz 2019 günü Anayasa Mahkemesi, ceza alan barış akademisyenlerinin “Anayasa'nın 26. Maddesi ile güvence altına alınmış olan ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine” karar vermiş ve böylelikle, bizim birinci celsedeki talebimizin doğruluğu, ülkemizdeki en üst anayasal organ olan Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanmıştır.
Burada sanık olarak bulunduğum için size soru sorma hakkımın olmadığını biliyorum, ancak önce bir geriye dönüp bakmak ve sonunda da bir temennide bulunmak istiyorum.
Bildiğim kadarı ile, aynı iddianame ile kişilerin farklı mahkemelerde yargılanması Türkiye’de ilk defa Barış Akademisyenleri davası ile yaşandı. Bunun adil yargılanma hakkını zedeleyeceğine dair daha ilk celselerde birçok avukat görüş bildirdi ama yine de davalar birleştirilmedi.
Ancak duruşmalar devam ettikçe, avukatların ne kadar haklı olduklarını gördük. Yalnızca İstanbul’da 18 farklı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmalarda, aynı iddianame için farklı kararlar çıkabildi.
Çoğu mahkeme, bizleri Türk Ceza Kanunu’nun 7/2 maddesinden suçlarken, bazı mahkemeler 314/2’den suçlamayı uygun buldu. Bazı mahkemeler ise barış bildirisinin TCK 301 kapsamına giridiğini düşündü ve yargılama izni istedi.
Kelimesi kelimesine aynı iddianame ile yargılanan 800’den fazla akademisyen için 3 farklı madde işletilmiştir. Bu maddeler sanıktan sanığa değil, mahkemeden mahkemeye değişiklik göstermiştir. Mahkeme başkanı değiştiği zaman Türk Ceza Kanunu’nun işletilen maddesinin de değiştiği dahi tecrübe edilmiştir.
Maddeler aynı bile olsa verilen cezalarda da büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Aynı iddianame ile yargılanan akademisyenlere AYM kararı öncesine kadar en azı 15 ay ve en fazlası 36 ay olmak üzere farklı cezalar verilmiştir. Bu farklılıkların neden kaynaklandığı tarafımızdan anlaşılamamıştır.
Sayın Heyet,
Size soru sorup, cevap alma hakkımın olmadığını bilsem de, cevabını gerçekten merak ettiğim soruları burada sıralamak istiyorum.
"FETÖ mensuplarıyla para pazarlığı yaptığı için" Mart 2019’da açığa alınan bir savcı tarafından yazılmış ve kanıt yerine mantık hataları ile bezeli bol bol kanaat içeren bir iddianame, neden mahkemeler tarafından kabul edilip, imzacılar hakkında davalar açıldı?
Aynı iddianame ile yargılanan 800’den fazla akademisyen aynı hukuk normlarına göre değerlendirilmediler mi? Öyleyse, neden TCK’nın farklı maddelerinden yargılandılar? Neden farklı cezalar aldılar?
200’den fazla akademisyeni suçlu bulan ve ceza vermiş olan yargıç ve hakimlerle, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’ndaki hukukçuların, aynı anayasa ve ceza kanunlarına göre hareket edip, bir ucu 3 yıl hapis cezası ve bir ucu beraat olan geniş bir spektruma yayılmış, bu kadar farklı kararlar verebilmelerinin bir açıklaması var mı?
BAK davalarında yargılanmış veya yargılanmakta olan toplam 800 akademisyen, görülmüş 2000’den fazla duruşma bulunmaktadır. Bu akademisyenlerin ve avukatlarının yalnızca duruşmalara gelmek için harcadıkları zaman ve emek, duruşmalara destek için gelen meslektaşlarımızın ve öğrencilerimizin harcadığı zaman, beyanları hazırlamak için bizim harcadığımız onca emek ve çalışma, duruşma dosyalarını hazırlamak ve beyanlarımızı dinlemek için sizlerin harcadığı zamanın büyüklüğünü hayal etmeye çalışalım.
Bu uğurda, büyük bir emek ve zaman kaybı yaşanmış olduğu açıktır. Son sorum, AYM kararının ışığında, yaşananların tüm bunlara değip değmediği üzerinedir.
Vatandaşlar olarak ama en başta tüm bu süreçten doğrudan etkilenmiş Barış Akademisyenleri olarak bu çelişkilerin nedenlerinin kamuoyuna açıklanmasını talep etmeliyiz diye düşünüyorum. Ama belki siz hakimler, savcılar ve hukukçular, bizden önce davranıp, bir durum değerlendirmesi yapar, çelişkilerin nereden kaynaklandığını ve ileride benzerlerinin yaşanmaması için nelerin yapılması gerektiğini, kamuoyu ile paylaşırsınız diye umuyorum.
Sözlerime son vermeden önce, temel insan hakları olarak değerlendirilen ve dünya çapında kabul görmüş olan, barış içerisinde yaşama hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı ve adil yargılanma hakkına vurgu yapmak isterim.
Ülkemizde de bu haklar anayasa ile güvence altına alınmıştır ve bu hakların tesisi devletin sorumluluğu altındadır. Son sözlerim bu üç hakka atfen barış, özgürlük ve adalettir. (AB/TP)