Dizi-film sektöründe tekelleşme iddialarıyla gündeme gelen menajer Ayşe Barım, Gezi Parkı Direnişi'nin 'planlayıcılarından' olduğu iddia edilerek 28 Ocak’ta tutuklanmıştı. Hakkında 22 yıldan 30 yıla kadar hapis cesası istenen Barım, 30 Eylül'de hakim karşısına çıkacak.

HASTALIĞI NEDENİYLE YAŞAM RİSKİ SÜRÜYOR
Mahkeme Ayşe Barım'ın tutukluluğunun devamına karar verdi
Barım, Silivri'de bulunan Marmara Cezaevi’nde yaşadığı sürece ve ağırlaşan sağlık sorunlarına dikkat çekti. “Vücudumda iki ayrı patlamaya hazır bomba var, iki açıdan da yüksek ölüm riskiyle karşı karşıyayım” diyen Barım, tutukluluk sürecine ilişkin olarak ise “Eğer tutuklanmamın sebeplerinden biri 19 Mart’a hazırlıksa o zaman ben bir sektör adına burada rehin tutuluyorum demektir” ifadelerini kullandı.
T24'ten Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtlayan Barım şu ifadeleri kullandı:
Tutuklandığından beri en çok merak edilen şey sağlığın oldu. Zira İstanbul Tabipler Odası, 6 Ağustos'ta kamuoyuna yaptığı açıklamada, ‘ani ölüm riski’ taşıdığına dikkat çekti. Uzun zamandır hem kalp hem de beyin hastalıklarıyla mücadele ediyorsun. Anladığım kadarıyla gelinen noktada kalpteki sorun için bir cihaz takılması gerekiyor. Tıbbi terimler çoğumuzun kafasını karıştırdığı için daha basit bir dille karşı karşıya olduğun sağlık sorunlarını anlatmanı rica ediyorum.
Dört ayda yedi kere bayıldım
Durumum son üç ay içerisinde gün geçtikçe kötüye gidiyor ne yazık ki. Tutuklanmamdan iki yıl önce ‘hipertrofik kardiyomiopati’ teşhisi konulmuştu ve aslında acilen ameliyat önerilmişti. Ben bazı kardiyologların görüşü doğrultusunda ameliyatı geciktirebilmek için ilaç ve sağlıklı yaşam koşulları ile hastalığı kontrol altına almaya çalışıyordum. Cezaevi sürecinde ne yazık ki kalp rahatsızlıklarım kontrolden çıktı. İlaçların dozajı arttırılsa da durum daha da kötüye gitti. Dört ay önce bayılmalarım başladı.
Birkaç kez hücrende baygın halde bulunduğun söylendi. Kaç defa oldu bu? Bu ataklara neden olan şey nedir? Baygınlık öncesinde yaşadıklarını hatırlıyor musun? Aniden mi gelişiyor, yoksa semptomlarını önceden hissedebiliyor musun?
Dört ayda yedi kere bayıldım. Tıbbi adıyla bu durum ‘senkop’ olarak tanımlanıyor. Basitçe kalp kasımdaki bozulmaya bağlı olarak kanı pompalamaya çalıştığında kas daha da genişliyor ve kanın çıkış yerini daraltıyor. Bu ciddi darlıktan dolayı vücuda kan pompalanmıyor ve bayılma atakları gerçekleşiyor. Bu bahsettiğim yedi bayılmanın sonuncusunda yere düşerken kafamı çarpmışım ve revirde müşahede altına alındım.
Tutuklanma gerekçesi olarak önüne ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüse yardım etme’ iddiası konulduğunda ne hissettin? “Ben hayatım boyunca politik biri olmadım” diyen biri için bu nasıl bir şok, tarif edebilir misin?
Büyük bir şok yaşadım, halen de yaşıyorum, atlatabilmiş değilim. İlk göz altına alındığımda ne olduğunu anlayamadım. Beni bir sabaha karşı saat 05.00’te almaya geldiler beni ve gözaltına alınma gerekçesi olarak ‘TCK 312. maddeyi söylediler. Ben o anda bu kanunun kapsamını dahi bilmiyordum. Bana isnat edilen suçun içeriğini ancak nezaretteki ilk avukat görüşünde öğrenebildim. Yine de tam ne olduğunu bilmek istemedim bir süre. Ben tek başına var olmuş, kendi halinde bir kadınım. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ‘cebren ve şiddet ile ortadan kaldırmaya’ çalıştığım hangi gerekçeyle, hangi kanıtla iddia edilebilir? Bunu aklım almıyor gerçekten.
Adım adım ilerlemeye çalışalım. Sana yönelik iddiaların kökeninde senin Gezi Parkı protestolarının planlayıcılarından biri olduğun savı var. Gerçi bunu tutuklanmadan önce emniyetteki ifadende de tutuklandıktan sonraki ilk duruşmada da anlattın ama yeniden sorayım, yeniden anlat. Mayıs ve haziran 2013 yılındaki protestolar sırasında Gezi Parkı’na kaç kez ve neden gittin?
Gezi’ye sadece bir kez, basın orada olduğu için o tarihte bizimle çalışan oyuncularımın yanında bulunmak üzere gitmiştim. 15 gün sonra diziler bitince de tatile çıkmıştım. Bunların hepsi kanıtlı. Ama bana isnat edilen suçların ne kanıtı var ne tanığı. Şirkettekiler dahil tüm bilgisayarlar ve hesap giriş çıkışları incelendi, hiçbir şey bulunamadı, bulunamaz. MASAK raporuyla da sabit, hiçbir suç unsuru tespit edilmedi.
“Hiçbir kanıt bulunamadı, bulunamaz” kadar iddialı bir cümleyi nasıl kurabiliyorsun?
Çünkü iddiaların hiçbirisiyle bir ilgim yok. Ben kendi halinde yaşayan, çalışan, üreten ve ülkesini seven bir kadınım. Dokuz aydır bir itibarsızlaştırma kampanyasının ve türlü iftiranın hedefinde büyük bir mağduriyet yaşıyorum. Ben hâlâ neyle suçlandığımı anlamakta dahi zorlanırken tutuklanmaya sevk edildiğimde kendimi adeta bir sis bulutunun içinde hissettim. Sesler, insanlar, kelepçe… Anlamakta o kadar zorlandım ki… Dört gün boyunca bir bodrum katında zar zor nefes alabildiğim nezaret sürecinden sonra, Çağlayan Adliyesi’nde eksi yedinci katta buz gibi bir yerde, saatler süren bekleyişte başıma gelebilecekleri düşünüp korku içinde olan bitenleri anlamaya çalışıyordum. Ne yapmıştım bilmiyordum, ama tutuklanmıştım. Sabaha karşı Silivri’deydim. Odamda bir yatak, plastik bir sandalye, masa, duvardaki yazılar ve ben baş başa kaldık. Aşina olduğum hiçbir şey yoktu. Hazırlıklı olunabilecek bir his değil bu. Meğerse evimden alındığım o sabah bir daha geri dönmeyecekmişim. 240 gündür bu kâbusun içerisindeyim.
Sektörünüzde dolaşan bir dedikodu var. Deniyor ki; senin şirketinin temsil ettiği oyuncuların TRT kanallarındaki yapımlarda yer almasına izin vermediğin için birilerinin canını sıkmışsın ve iş buraya kadar gelmiş. Karşı karşıya olduğun durumun birilerinin kişisel husumetinden kaynaklı olabileceğini hiç düşündün mü?
Tabii ki düşündüm ve hâlâ her gün neden ve kim, diye düşünüyorum. Ve açıkçası böyle bir duruma sebep olacak ne yapmış olabilirim, bulamıyorum. Söylediğin yorumlar bana da ulaştı. Bunun üzerine şirketteki ilgili birimden, oyuncularımızın son yıllarda TRT’de ve Tabii platformunda kaç projede rol aldıklarına bakmalarını rica ettim. Son yıllarda 28 oyuncumuz, aşağı yukarı 25 adet TRT ve Tabii projesinde rol almış. Yani bahsettiğin gibi bir algı yaratıldıysa da bizim ortaya koymuş olduğumuz rakam bunun gerçek dışı bir iddia olduğunu açıkça kanıtlıyor. TRT'nin en başarılı projelerinden Masumlar Apartmanı'nın baş rollerinden üç oyuncu bizimle çalışıyor. TRT'nin yine çok başarılı bir projesi olan Payitaht’ın başrol oyuncusu yine birlikte çalıştığımız oyuncularımızdan biri. Tabii'nin lansman projesi olan Mevlâna’nın başrol oyuncusu da yine bizimle çalışıyor. Gördüğünüz gibi iddialar doğru değil. Ayrıca şunu da eklemek isterim ki menajer sadece bir aracıdır.
Ocak ayı sonunda tutuklandığın zaman elbette ki hiçbirimiz yaklaşık iki ay sonra ülkenin 19 Mart sürecine gireceğini bilmiyorduk. Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanacağını, ardından da işin CHP’ye yönelik topyekûn bir yargı hamlesine dönüşeceğini tahmin dahi edemezdik. Ancak Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı andan itibaren devletin aldığı tedbirlere, sosyal medyada estirilen havaya, yakılan dolar rezervlerine falan da bakınca senin tutuklanmanı aslında 19 Mart’a bir hazırlık, kendilerince bir mayın temizleme yöntemi olarak görüldüğü gibi bir izlenim de çıkıyor ortaya. Senin oyuncular üzerindeki etkin üzerinden bir kurgu var sanki… Sen bile tutuklanabildiysen, herkesin başına her şey gelebilirdi! Yani senin başına gelenlerden korkup sinmiş olan popüler oyuncuların 19 Mart operasyonuna karşı sessiz kalacağını hesap ettiler sanki. Bu yoruma katılır mısın?
Evet, bu da sebeplerden biri olarak gösteriliyor. Ben neymişim, ne etkiliymişim, demek istiyorum! Eğer öyleyse, o zaman ben bir sektör adına burada rehin tutuluyorum demektir. Öyleyse de gerçekten yazıklar olsun. Bir insanın hayatı ile böyle oynanabilir mi? Kim bunu yapıyor, planlıyor, gerçekleştiriyor? Benim tutukluluğumla ne elde edilecek? Tüm sektörün benim bir lafımla hareket edeceğini düşünebilmek de başlı başına bir hayal gücü. Benim böyle bir etkim olmadığı gibi, bu sektör de böylesine kolayca güdülebilecek bir grup değil. Herkesin kendi fikri, kendi muhakemesi ve kararı var. Tümünü yok sayıp, Türkiye’ye bunca döviz getiren koca bir sektörü bir kadının güdümündeymiş gibi algılatmak da çok büyük haksızlık. Bu iddia gerçekse, o zaman ben, herkesi etkileyeceğim varsayımıyla iftiralara uğratılmış, sosyal medyada linç ettirilmiş, bir gerekçe uydurularak özgürlük hakkı elinden alınmış, ani ölüm riskine rağmen bir hücrede tutulan bir kurban mıyım? Sağlığım ve hayatım bir grup insanı korkutabilmek adına mı elimden alındı? Gerekçeli itirazlarımız hâlâ kabul edilmediğine göre demek ki görevim de henüz bitmedi? Gerçekten çok üzücü… Buna inanmak istemiyorum ben adaletin varlığına güvenmek istiyorum.
Gezi protestolarına dönersek, Osman Kavala’nın da biliyorsun organizatörlerden biri olduğu iddia ediliyor. Tutuklanma gerekçende Osman Kavala ile yoğun telefon iletişimin olduğu yazıldı. Osman Kavala bunun üzerine bir açıklama yaparak “Savcılığın elindeki telefon trafiği kayıtlarından Ayşe Barım ile konuşmalarımızın Gezi protestoları bittikten sonraki tarihte başladığının anlaşılmaması mümkün değil. Gezi öncesinde, sırasında ve sonrasında telefonlarım dinleniyordu. Savcı iddia edilen türden hiçbir konuşma olmadığının bilgisine de sahip” dedi. Osman Kavala ile ne zaman tanıştın ve ne için görüştün?
Osman Kavala ile Gezi’den önce ve sırasında tanışmıyordum. Gezi’den tam bir yıl sonra yönetmen Fatih Akın vasıtasıyla tanıştım. Kendisi de zaten hatırlattığın gibi sosyal medyasından bunu teyit etti. Fatih'in 2013'te çektiği The Cut filminin dünya lansmanı 2014 Venedik Film Festivali'nde yapılacaktı. Türkiye lansmanı ise aralık 2014'te İstanbul'da olacaktı. Duvara Karşı filminden beri Fatih'in Türkiye’de tüm filmlerinin tanıtım çalışmalarını yürüttüm. Fatih, The Cut filminin Türkiye tanıtımının Osman Kavala'nın sahibi olduğu bir mekânda yapılmasına karar vermişti. Bu nedenle Osman Kavala ile haziran 2014 ile aralık 2014 arası sadece film için görüştük. Bu da tüm HTS kayıtlarında var. Aralık 2014 tarihinden sonra da hiç görüşmedim. Bu da kayıtlarla sabit. Osman Kavala da ben tutuklandığımda bu gerçeği teyit etti.
Savcılık tarafından getirilen iddiaların belki de en çelişkili gözüken tarafı, senin Memet Ali Alabora ile yaptığın bir görüşmenin tapesinin kalkışma organize etme delili olarak dosyaya konulmuş olması. Zira sen Memet Ali Alabora’ya aslında Oyuncular Sendikası’nın hazırladığı metnin ağır olduğunu ve bunun oyunculara zarar vereceğini düşündüğünü söylüyorsun. Hatta “yayınlamayın” diyorsun ama Savcılık bunu başka türlü yorumluyor. Neden o açıklamanın yapılmasına karşı çıkan bir tavrın olmuştu?
İlk duruşmamdaki ifademde de net olarak belirttiğim gibi, Memet Ali Alabora o dönem Oyuncular Sendikası’nın başkanlığını yapıyordu. Ve attığı bir tweet yüzünden büyük bir saldırı altındaydı, tehdit ediliyordu. Sektörde bu konuyla ilgili açıklama yapmak isteyenler olduğunu hatırlıyorum. Oyunculara da bazı bildiriler ulaşıyordu. Bana da ulaşan söz konusu metni okuyunca demek ki açıklamanın imzalayanlara zarar vereceğini düşünmüşüm. Ben her konuda çok temkinli bir insanımdır; “Bunu yapmasanız keşke” diye fikrimi söylemişim. Fikrimi söylemek suç mu? Zaten daha sonra iddianamede başka insanların da açıklamayla ilgili konuşmaları yer alıyor. Okuyan herkes “Aman yapmayın” diyor. Sonra da o kişiler kendi aralarında yapmamaya karar veriyorlar. O dönemde konuşmalar kayıt altına alınmış, hiçbir suç unsuru olmadığı açık ve ben ne tanık ne şüpheli olarak geçmişteki dava süreçlerine yer almamışım. Neden şimdi bunu böyle yorumluyorlar? Bu değerlendirmelerin hangi gerekçelerle böyle yapıldığını anlamakta güçlük çekiyorum. Mevcut haliyle hukuki açıdan hiçbir açıklaması yok, diye düşünüyorum. Kaldı ki iddianamede yer alan iddialar tamamen yorumdan ibarettir. Ben hiçbir oyuncuyu Gezi Parkı’na başka bir yere de yönlendirmedim. Ben hiçbir oluşum içerisinde hiçbir zaman olmadım. Sosyal medya paylaşımlarına teşvik etmedim. Neden ben hedefim, anlamıyorum.
Dışarıdan bir bakışla ben açıkçası meslektaşlarının ve oyuncularının sana yeterince sahip çıktığını düşünmüyorum. Bütün bu süreçte kendi sektörünü sana yönelik operasyon konusunda haddinden fazla sessiz ve tepkisiz kaldığını düşündüğün oldu mu?
Kesinlikle ben de öyle düşünüyorum. O kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşadım ki… Burada bir de bunun yasımı yaşıyorum. Bu olayların başlangıcında sektörün içerisinde aktif olan yapımcılara gittim. “Bir menajer bir sektörde böyle bir tekelleşme yaratamaz, gerçeğini açıklayın” diye çalmadığım kapı kalmadı. Hatırlıyorsan, her şey 26 Eylül 2024'te bir gazeteci tarafından TV sektörü üzerine yazılan bir yazıda atılan korkunç bir iftira ile başladı. O tarihte yazıyı kimse ciddiye almadı. Zaten isim kullanmadan, son derece planlı tasarlanmış, asılsız bir iddia olarak kaldı. Ancak bu yazının sadece o çirkin iftira olan kısmı 7 Ocak 2025'te sosyal medyada yeniden dolaşıma sokuldu. Sanki biri düğmeye basmışçasına, şahsım ve birlikte çalışmaktan her zaman gurur duyduğum genç, çalışkan ve başarılı bir kadın oyuncu hedef gösterildi. Magazin değeri yüksek olacak şekilde organize edilerek, kimliği belirsiz hesaplarca öncelikle oyuncusunu pazarlayan bir “mama”, sonrasında sektördeki tüm başarısızlıkların müsebbibi tekelci ve şantajcı gerçek dışı bir Ayşe Barım kimliği yaratıldı. Bu itibarsızlaştırma ve dijital zorbalığın karşısında suç duyurusunda bulundum ve hukuki yollara başvurdum. Peşlerini de bırakmayacağım.
"Bana sahip çıkmadılar"
Çalıştığım birçok yapımcıya “Lütfen bir açıklama yapın, oyuncuları kimin seçtiğini, dizilerin patronunun kim olduğunu söyleyin” dedim. Ama iki yapımcı dışında -onlara gerçek tabloyu çizdikleri için teşekkür ederim- kimse karışmak istemedi. Bana sahip çıkmadılar, bunu ömrüm boyunca unutmayacağım. Korksam da benim vicdanım asla elvermezdi. Oyuncular ise destek olmaya çalıştıkça bu kimliği belirsiz trol hesaplarca linç edildiler. Sonra da beni yalnız bırakmakla suçlandılar. Ben önce tekelleşme iddiasıyla sosyal medyanın linç kültürünü acı şekilde yaşadım. On gün sonra ise bir anda bu suçlamalar aynı trol hesaplarınca Gezi provokatörlüğüne çevrildi. Sonrasını zaten biliyorsun. Düşünsenize ben 240 gündür tutukluyum. Ama bazen “Bu sessizlik, mağduriyetime yer açmış olabilir mi?” diye de düşünmeden edemiyorum.
(AB)


